Akil adamlar!

Gazeteciler arasında akil adam denildiğinde meselâ benim aklıma muhafazakâr cenahtan rahmetli Ergun Göze ve o frekansta olanlar; devrimci kanattan da Uğur Mumcu ve o ekolde kalem oynatanlar geliyor.

Ölçün ne derseniz cevabımız “Türkiye’nin kıymetini bilmek” olur. “Kıymet bilmek” ise bu toprakları, bu vatanı ve bu bayrağı bizlere miras bırakan milyonlarca şehit ve gazinin ruhunu incitmemek kısaca “emanete ihanet etmemek” demektir. Orta Asya’dan kopuşumuzu Malazgirt ve Çanakkale’de “Bedr’in aslanları” misali Haçlıya karşı duruşumuzu bilmeden, “Akil adam” lığa soyunursan senden çıksa çıksa “mirasyedilik” çıkar. Bu bin yıllık macerada Alp Erenlerin kılıç ve Kur’an’ı, Türk’ün Moğol çekirgesi karşısında ekin tarlaları gibi kırılışından sonra Zümrüdü Anka gibi küllerinden doğuşunun hane hane, fert fert, her damlası üzerine düştüğünde demiri bile delecek gözyaşlarının destansı hikâyesi vardır.
Bu kadar olmasa bile Tanzimat maceramızı, Balkan felâketini bilmeyen ve iliklerinde hissetmeyen birinin “Akil adam” olması, böyle bir nasipsizin “Akil adam” olarak “atanması” ; hele hele, bütün bunları bizlerden daha iyi bilen ve fakat felâketlerin mağduru Türk’ün yanında değil, müsebbibi olan “ötekinin” yanında yer alan “gizli ajandalıların” bu işe soyunması, soyundurulması, tezgâhı bile tezgâhta dokuyacak bir tezgâh olacaktır.
Bakıyorum, bakıyorum mevcut “Akil adamlar” arasında meselâ bir Fethi Gemuhluoğlu, bir Nurettin Topçu, bir Dündar Taşer göremiyorum. Yani benim bir meselem olsa bu meselemi de senin seçtiğin bir “akil adam” çözecek deseler, belki bir kısmını çok iyi tanımadığım için kusura bakmasınlar aralarından hiç birini hakem tayin etmem.
Bir kere Türkiye’yi bölünme aşamasına getirmiş, neredeyse 50 bin cana mal olmuş, çok ağır maddi ve manevî bedeller ödetmiş bir meselede “Akil adam” olmak, “dilini ateşe sokmak” gibi vicdan titreten yürek ürperten bir sorumluluk olmalı. Bizim “Akil adamlar” ın yürekleri düğüne gider gibi kıpır kıpır; dilleri hiç de öyle “ateşe uzanır” gibi değil aksine dillerinden “bal yalayacakmış” gibi sesler zuhur ediyor...
Niyetleri “birlik” ve “beraberlikten” yana olanlar bile tarihî derinlikten mahrumsalar böyle ağır bir sorumluluğu “mesleğinin ehlidir” diye bu kişilere emanet etmek, “etten-kemikten iyi anlar” diye bacağı kırılan bir yaralıyı kasaba emanet etmek gibi bir şeydir.
Kasabın yapacağı ilk şey gayet iyi niyetle “eti kemikten ayırmak” olacaktır.

“Kobra değil, çıngıraklı imiş!”

Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, “Şanlıurfa’da IŞİD emiri tedavi edildi” iddiasına açıklık getirmiş.
Demiş ki..
“O aslında IŞİD Emiri değil, PKK yöneticisi Selahattin Dilek.”
Güler misin ağlar mısın?
Hadi IŞİD yeni bir terör örgütü. Militanlarının tamamını tanımıyor olabilirsiniz. Lâkin 40 yıldır mücadele ettiğiniz PKK’nın ilk on arasındaki bir üst yöneticisinin kod adı dâhil olmak üzere cümle geçmişi ve her an değiştirdiği sahte kimlikleri niye bilginiz dâhilinde değil?
Ya o sahte kimlikle gelip bir büyük şehirde akla hayale gelmeyecek bir sabotaj düzenleyip yüzlerce insanın canına mal olsaydı, ya bir devlet büyüğünü katledip PKK’nın cinayetler tarihinde kendine önemli bir yer edinip, devletin zafiyetine yeni bir sayfa ekleseydi...
Ya...
Ya...
Velhasıl, “Tedavi ettiğimiz kişi IŞİD Emiri değil, PKK yöneticisiymiş” demek, Batı için başka anlamlar ifade edebilir amma millet için “Süt verdiğimiz Kobra yılanı değil, Çıngıraklı yılanmış” demek gibi bir şey...

Yazarın Diğer Yazıları