Adil kralın ülkesi
Yöneticide ilk aranması gereken özellik adil olması mıdır, dindar olması mı? Şahsen adil yöneticiyi, kamu malına ve kul hakkına özen göstermeyen sözde dindar yöneticiye tercih ederim… Birinci tipin varsa günahı kendisini, ikinci tipin adaletsizliği ise kamu düzenini ve temsil ettiği değerleri etkiler…
İslâm tarihinin enfes kesitlerinden birisidir ve Çağrı filminde harika işlenmiştir:
Mekke''deki eziyet ve zulümden dolayı Habeşistan''a göçen Müslümanlar ve onların peşinden giden müşrikler, Kral Necaşi''nin huzurunda toplanırlar...
Müslümanlar kendilerini anlatmaya çalışırken, diğer yandan müşrikler de Necaşi''yi tahrik ederler...
Necaşi, Müslümanları bir süre dinledikten sonra "Sizi yeterince dinledim, anlattıklarınız saçma" der ve adamlarına yaptığı bir el hareketiyle, onların zincire vurulmalarını emreder...
Müslümanların sözcüsü, son bir hamleyle, "Mekke''de cezalandırılıp eziyet edildiği zaman Hz. Muhammed bize Habeşistan''a gidin dedi" diye seslenir… Sonra Necaşi''ye, Resulullah''ın ağzından şu tarihî sözü aktarır: "Orası adil kralın ülkesidir. Orada kimseye haksızlık yapılmaz..."
Akan suyun durduğu andır o an... Adil kral, müşriklerin bütün karşı ısrarlarına rağmen Müslümanları dinler, İslam hakkında bilgiler alır, sorduğu sorulara aldığı cevaplar kendisini tatmin eder... Habeşistan''ın Hristiyan kralı ve aynı zamanda dini önderi Necaşi, müşriklere dönerek, Müslümanların ülkesinde diledikleri kadar kalabileceklerini, önüne altından dağlar yığılsa bile onları kendilerine teslim etmeyeceklerini söyler...
***
Allah resulünün tanımıyla ''adil kralın ülkesi''… ''Kimseye haksızlık yapılmayan ülke''… ''Bizden birinin ülkesi'' değil… Bizim dinimizden, bizim ideolojimizden, bizim klanımızdan, bizim mezhebimizden, beraberce nimetlerini paylaştıklarımızdan değil, ''adil yöneticilerin ülkesi''…
Bu ölçüyü ''uzayan kol bizden olsuncu dindaşlar''a, ''bugüne kadar hep başkaları yedi, biraz da bizimkiler yesinci partizanlar''a, ''ideolojik taassubu ve hıncı gözlerini kararttığı için adalet ihtiyacını göremeyecek olanlar''a hakkıyla anlatabilmek elbette kolay değil…
Israrcı olmaktan başka şansımız yok… Her zaman ''adil olan''ı ''bizden olan''a tercih etmek mecburiyetindeyiz… Milletin hukukunu kendi hukukuna kurban etmeyenler baş tacı edilmeli… Ehliyet ve liyakatin esas alındığı yerde, partizanlığın, dindaşlığın, mezheplerin, ekollerin, tarikat ve cemaatlerin esamisi bile okunmamalı… Başta parti ve siyasî kişiliklerin hatırı olmak üzere, hiçbir hatır, ''ülke hatırı''nın üzerine çıkarılmamalı… Kibir değil tevazu, militanca dayanışma değil ''hukuk kardeşliği'', partizanca inat değil, bilim esas alınmalı…
***
''Mekke''nin fethinden sonra Kâbe''nin anahtar meselesinde olduğu gibi, emaneti gerekirse liyakatli müşrike veren'' anlayış, günümüzdeki saplantılarımızın çoğunu reddediyor aslında…
Ya şu ilkeler: "Kendiniz ana babanız ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kişiler olun..."
"Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar üzerinde adaletsizliğe sevk etmesin..."
Dindarlık iddiasındaki kaç kişi, kaç yönetici, kaç partizan, kaç militan bu ilahî emirler karşısında kendisini muhatap kabul ediyor? Meşruiyetini Zeus''tan alan eski Atina yöneticileri gibi, benzer beleş yöntemi pek seven kaç ''dindar'' bu emirlerin kendisini bağladığını biliyor ve ona göre davranıyor?
***
Dindarlık, dinî değerlerin baskı altında tutulduğu 28 Şubat döneminde mi daha itibarlıydı, şimdi mi? Bu sorunun doğru cevabı bile dindarlığın itibarının dindaşlar elinde neler kaybettiğini göstermeye fazlasıyla yeter…
İşte bu yüzden, adalet, adalet, adalet…