Acilen "tek sesli" bir medyaya ihtiyacımız var(!)

İktidar partisi dışında "benim" diyen siyasi parti genel başkanı konuşmaya kalksa o kadar kamera bulamazdı dün karşısında. Hayırlara(!) vesile olsun; ve medya Necip Hablemitoğlu suikastının hâlâ aydınlatılmamış olduğunu keşfetti!

Prof.Dr. Şengül Hablemitoğlu'nun, Necip Hablemitoğlu'nun öldürülüşünün 17. Yılında, kabri başındaki anmadan sadece birkaç saat önce avukatıyla birlikte yaptığı açıklamaları, mübalağa değil sahiden de bir "basın ordusu" takip etti. Hatta ajansı da olan bazı kurumlar, hem ajanslarından, hem gazete-televizyonlarından muhabir göndermişler, muhabirler arasında "geleceğini niye haber vermedin" çekişmesi yaşanmasına sebebiyet vermişlerdi. Misal -buradan suç duyurusunda da bulunuyorum- Cumhuriyet muhabiri, iki defa ayağıma basmak suretiyle günün geri kalanını kirli pabuçlarla geçirmeme sebebiyet verdi; Avukat Ersan Barkın'ın ofisi neredeyse nefes alınamaz haldeydi.

Keza, "İlk defa bu kadar kalabalık görüyorum sizi" oldu Şengül Hoca'nın da ilk tepkisi. "Anlayana" davul zurna kıvamında ekledi:

"Devletin karanlık adamlarıyla karşılaşmaya borçluyuz bunu; bu da bizim lanetimiz herhalde…"

***

Yok, o tamamen bizim lanetimiz!

***

Beş ay sonra servis edilen "Ukrayna'da yakalanan kilit şüpheli" haberinin yapıldığı gün Şengül Hablemitoğlu bir açıklama yaptı ve "artık röportaj yapmanın ötesinde bir noktada" olduklarını belirterek, basına -basın açıklaması değil bakın- "konuya dair görüşme" davetinde bulundu. Yanlış aktarılmak istemiyor, ısrarla "bu işi başka noktalara çekecek, aileyi ya da soruşturmayı etkileyecek bir şeye yol açılmaması" ricasında bulunuyordu.

Muhabir arkadaşlarımız elbette bu sektörün belkemiği, ve fakat en az onlar kadar onların getirdiği haberlerin topluma ulaştırılıp ulaştırılmayacağına, ulaştırılacaksa nasıl ulaştırılacağına karar verme makamında olanların da, yorumlarıyla kamuoyunu "aydınlatma" iddiası bulunanların da, Ankara temsilcilerinin de mesela, mesela yazarların da kendilerini bu çağrının "muhatabı" hissetmeleri gerekirdi. Ayrı ayrı, özel olarak, kırmızı dipli mumla davet edilmedikleri için zahir; teşrif etmediler.

Yahut…

Belki aslında bu saçma sapan komplekse kapılmayacak, teşrif buyuracaklardı da, kendileriyle tek tek görüşmeyen Şengül Hoca'nın, toplantıdan önceki gece bir televizyon programına katılıp, toplantıda açıklayacağı hemen her şeyi canlı yayında zaten açıklamış olmasına, "haber atlatma"ya içerlediler. Zira, "gazeteci" açısından Hablemitoğlu suikastı ilk anından itibaren her evresiyle "haber"dir. Ve böyle önemli bir "haber"i topluma ilk ulaştıran olmak her gazetecinin anlaşılabilir isteğidir.

***

Ve fakat…

Tam da burada bir sorum olacak:

Hablemitoğlu suikastı, nedenleri, failleri, 14 yıllık karartma dönemi ve diğer bütün yön ve unsurlarıyla, sadece "haber" midir, "haber"den ibaret midir? Reyting yahut tıklanma malzemesi midir?

Hoş, mesele "haber atlatma" olsa, Cumhuriyet tarihinin en büyük haberini merhum Necip Hoca atlatmadı mı zaten hepimize, biz o haberi "anlayamamanın" bedelini ödemiyor muyuz zaten o günden bugüne?

Dünden beri dertlendiğim konuya dönersek;

Hablemitoğlu suikastı, "gazeteciliğin" olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın, bu ülkede yaşıyor olmanın, aydın olmanın, her şey bir yana insan olmanın da konusu ve meselesi değil midir? "Beka"mızla ilgili/ilişkili değil midir mesela?

Bu "karanlık" olay dolayısıyla Hablemitoğlu ailesinin, "FETÖ Çatı Davası"nın biri "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olan sadece 4 "müşteki"sinden biri olduğunu düşünerek cevap verin isterseniz.

Bu kadar kritik önemdeki bir olayın 17 yıldır neden hâlâ bir "dava"sının açılamamış olduğunu ve "zaman aşımı" tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu düşünerek…

15 Temmuz'dan sonra katedilen yolun bile, aslında Hablemitoğlu ailesinin, iddianame eklerinde bulunan ve yargının üzerinde durmadığı, dinleyip geçtiği bir ifadeyi fark edip de, savcıdan bunun peşine düşmesini "talep ettiği için" katedilebildiğini hesap ederek…

"Vicdanlı savcılar"ın bile -engellendikleri sürece- bu dosyayı aydınlatmaya güçlerinin yetemediğini bilerek…

***

Şehit haberlerinin duyurulmaması konusunda, yolsuzluk haberlerinin karartılması konusunda, konunun muhatapları önünde ters L pozisyonunda eğilerek, pekala en üst düzeyde mutakabata varabildi bu medya. Tek elden çıkmış manşetleri atabildi. Kimse kandırmasın birbirini, o kadar da düşkün değil "özgür" ve "özgün"lüğüne yani! Kırk yılın başında memleketin hayrına kullanamaz mıydı bu "tek ses" olabilme özelliğini!

Muhtemelen başka kimsenin umurunda da olmamıştır, huyum çıksın olmayacak ayrıntıya takılıyorum ben de böyle işte;

Dün hiç o "özel haber" triplerine girmeden hep birlikte otursaydık, bu saatten sonra en ufak bir çarpıtmayı dahi kaldıramayacak haldeki Hablemitoğlu dosyasının bir an evvel davaya dönüşmesi, davanın da bir an evvel ve adil neticelenmesi için "devlet"e ihtiyacı olduğu aşikar moral, motivasyon ve cesareti vermek, kamuoyunu da bunu denetlemeye teşvik etmek üzere "Voltran" oluşturma iradesini gösterebilseydik kim ne kaybederdi?

Yoksa "bütün gerçekler gün yüzüne çıktığında" var mı birşeyleri kaybedecek olan birileri?

Yazarın Diğer Yazıları