ABD, AKP’yi milletin elinden kurtarabilir mi?
AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop, “Anayasanın bir sözü var, bir de ruhu var” diye söze başladı ve “Sözünü biliyoruz.. Peki ruhu nerede?” diye sorduktan sonra Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi kurumları “vesayet kurumları” olarak nitelendirdi.
Şentop, “Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın ruhuna göre karar veriyor. Türkiye’nin anayasa ile ilgili sorununun çözülebilmesi için bu Anayasa’nın ruhunu teslim etmesi lâzım. O bakımdan ’anayasa değişikliği’değil ‘yeni anayasa’ diyoruz” dedi. Oysa 1961 ve 1982 Anayasalarının ruhu, Anayasa Mahkemesi’ne yer vermesi değildir; bir anayasanın ruhu değiştirilemez maddeleridir.
AKP, Anayasa Mahkemesi tarafından “laikliğe karşı eylemlerin odağı olmak” tan mahkûm edilmiştir. Ayrıca hem Anayasa Mahkemesi hem Danıştay, Türkiye’nin yeraltı ve yerüstü servetlerinin, AKP tarafından yabancılara devredilmesine bir süre engel olmuştur. AKP’nin şikâyetinin sebebi budur. Aslında şikâyet, AKP’nin de değil Türkiye’nin tapusunu almaya çalışan yabancı şirketlerin şikâyetidir.
***
Madem Anayasa’nın ruhundan söz ediyoruz, bir de siyasi partilerin ruhuna bakmak lâzım. Bir partinin ruhu nerede saklıdır? Programında değil mi? Peki AKP’nin programının ruhu nereden çağrılmıştır?
AKP programının özünü teşkil eden ilkeler, 2 Temmuz 2001 günü, yani partinin kuruluşundan kısa bir süre önce gizli bir belgeyle “Mr. Tayyip Erdoğan”a hitaben New York’tan gönderilmiştir. Bu belgede, “Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir” deniliyordu.
Gönderen bir lobi şirketidir ama arka planda CFR vardır. Yani Dış İlişkiler Konseyi denilen kurum.. Kendisini, dünyanın merkezi olarak gösteren bir kurum..
Bu fotoğrafa göre AKP, bir Amerikan kurumu olan CFR’nin vesayeti altındadır. Amerikan vesayeti altındaki bir partinin, Türk Anayasası’nın ruhundan ve Anayasa Mahkemesi, Danıştay gibi kurumlarından şikayetçi olması ve cumhuriyetin temel niteliklerini, ABD’nin istekleri doğrultusunda değiştirmeye çalışması doğaldır! Burada ilginç olan şudur: Neredeyse bütün üyelerini kendileri tayin ettikleri halde Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’a hâlâ güvenemiyorlar! Bir sürprizle karşılaşmaktan mı korkuyorlar acaba?
Mustafa Şentop, “AKP’nin 8 milyon üyesi var. Bu rakam, dünyada birçok devletin nüfusundan fazladır” dedi. Evet öyledir ama, yurdun dört bir köşesinden, başka partilerin yöneticilerinin bile bilgisayar oyunlarıyla AKP üyesi yapıldığı haberleri geliyor. Yine, kamu ile işi olan herkesten partiye üyelik isteniyor. Tıpkı, seçmen sayısında, bilgisayar üzerinden altı milyon fazlalık görülmesi gibi..
***
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise hâlâ İmralı görüşmelerinin medyaya yansımasını “sabotaj” olarak nitelendiriyor. Görüşme sırasında tutulan notlara, haberin başlığındaki gibi “zabıt” denilemeyeceğini söylüyor. Zabıt denilmese ne olacak? Orada, Abdullah Öcalan, Tayyip Erdoğan’ın başkan adaylığına destek olacaklarını söylemiyor mu? “Yeni Anayasa”nın vatandaşlık maddesini, bizzat Abdullah Öcalan yazdırmadı mı? Asıl ortaya çıkan skandal ve suçüstü durumu bu değil mi? Bu pazarlıkla, asıl sabotaj Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yapılmıyor mu? Sabotaj’ın hamisi AKP, AKP’nin hamisi ABD ve AB değil mi? Ve Birlik Vakfı’nda bir toplantı sırasında bir AKP yöneticisinin söylediği gibi bu yaptığınız işin adı, “Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefaatine sığınmak” veya ABD’nin himayesine sığınmak değil mi?
TSK’yı sindirdiniz diyelim, milletin elinden sizi ABD veya AB kurtarabilir mi?