AB kızmaktan değil, gereğinin yapılmasından anlar
Polonya’nın Gdansk Üniversitesi’nde konferans veren Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin AB üyelik süreciyle ilgili olarak, “Sene 1959-2009, 50 yıl... 50 yıldır devamlı AB Türkiye’ye çalım atıyor. İstediğimiz eşit ve adil bir muamele. Verilen sözlere sadık kalınması. Önümüze yeni kuralların konmasını istemiyoruz. ’İmtiyazlı ortaklık’ sözü saçmalıktır. Bunun adı dürüstlük değil. Biz siyasetin dürüst olanını istiyoruz.” diyerek, bilmem kaçıncı defa veryansın ediyor.
Benzer sözleri Cumhurbaşkanı Gül de sarf ediyor ve imtiyazlı ortaklık teklifinin “AB’ye yakışmayacağını” vurguluyor. Dün de, İnsan Hakları Konferansında Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek; “En çok istismar edilen kavramın insan hakları olduğunu, AB’nin teröre karşı iki yüzlü hareket ettiğini” feryat figan anlatıyor.
Bu konuşmaları, özellikle son yıllarda sıkça dinliyoruz Biraz daha geriye gidersek, siyasetçilerimizin hep aynı şekilde konuştuklarını görüyoruz. Bunlardan bazı örnekler verelim.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “AB bize Sevr’i dayatıyor.” diyor.
AB, 8 Kasım 2000’de Katılım Ortaklığı Belgesi’yle Kıbrıs ve Ege’yi siyasi şart yapınca bu iki yüzlülüğe çok öfkelenen Başbakan Bülent Ecevit, DSP Grubunda şu tarihi konuşmayı yapıyor
Ecevit diyor ki;
“Türk Ulusunun siyaset anlayışı dürüstlük üzerine kuruludur. O nedenle, bana göre, uluslararası ilişkilerde güvenilirlik ölçütü, Kopenhag ölçütünden çok daha değerlidir... AB Kıbrıs ve Ege konularında bize vermiş olduğu sözü çiğnemiştir. Yani bizi aldatmıştır. Üstelik her iki konu Türkiye için yaşamsal önem taşımaktadır. Her iki konuda da asla veremeyeceğimiz ödünler vardır... AB Komisyonu veya Konseyi, bizim bu duyarlılığımızı gereğince değerlendirmezse, AB ile ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Önümüzdeki günlerde toplanacak olan bu kurulun, Kıbrıs ve Ege konularında Türkiye’nin beklentilerine uygun bir sonuca varacağını umarım. Böyle bir sonuca varılmazsa, Türkiye’nin tepkisi herhalde sözde kalmayacaktır.”
Kararlı ve haysiyetli bir tavır değil mi? Beğendiğinizi zannederim. Ama acele etmeyin. Çünkü Ecevit’in Grup konuşması henüz bitmedi. Kaldığı yerden okumaya devam edelim.
“Ancak şunu da belirtmeliyim ki; Türkiye kendiliğinden üye adaylığını askıya alacak veya üyelik amacından vazgeçecek değildir. Bunu temenni edenler varsa, boşuna hayal kurmasınlar. Avrupa yalnızca AB üyelerinin ülkesi değildir....”
Bu çelişki bir politika ise, ortak paydası da; başta AB olmak üzere muhataplara hem en ağır suçlamalar yapılması, hem de hiçbir şey olmamış gibi ilişkilerin sürdürülmesi olmalıdır.
Bu sebeple olacak tepkilerimizin bir anlam taşımadığı, gelip geçici olduğu kanaati her yerde yerleşmiştir. O kadar yerleşmiş ki, bazıları bunu açıkça dile getirmekte beis görmüyor. Alay edercesine, “Türkler önce bağırır çağırır, sonra unutur.” diyebiliyorlar.
Geçen seneydi, Fransızlar veya Ermeniler böyle konuşunca, buna çok içerleyen Başbakan Erdoğan şu cevabı verdi: “Türkiye önce kızar sonra unutur diyenler bilmeli ki, Türkiye bir zarar görürse karşısındakiler on zarar görür. Bize düşmanlık eden iflah olmaz. Türkiye gibi önemli bir ülkeyi karşılarına almanın maliyetine katlanırlar.”
Erdoğan tehdit etti ama aldıran olmadı. Niçin aldırsınlar ki? İşte bir örneği daha. Hafta içinde Türkiye-AB ortaklık Konseyi toplandı. Altında Ahmet Davutoğlu’nun imzasının da bulunduğu ortak kararlar “Tutum Belgesi” yle yayımlandı. Burada hem AB hukukuna aykırı, hem de ülkemize ciddi zararlar vereceği belli olan bir yığın dayatmaya evet dedik. Örnekler verelim:
Türkçe dışında diğer dillerin de siyasi hayatta, kamusal hizmetlerde ve yerel yayında kullanılmasını sağlayın-Dini azınlık vakıflarının malları konusunda yaşanan hukuki zorlukları kaldırın-Heybeliada Ruhban Okulu’nu açın- TRT’nin Kürtçe televizyonu ve Ermenice yayın yapan radyo açılışı olumlu. Ancak Rum Azınlığın eğitim ve mülkiyet sorunlarını da çözün-Rumlara hava ve deniz limanlarını bir an önce açın, Rumlar ile ilişkileri normalleştirin..
Evet Türkiye böyle yönetiliyor.(!) Söz başka saz başka. Ama bu böyle devam edemez. Artık icraatımızla konuşmalıyız. O zaman Türkiye’ye saygı duyulacak, işler yoluna girecektir.