28 Şubat ve milliyetçiler!
“28 Şubat sürecinde, aslında tamamen milli olan Anadolu sermayesinin ‘Yeşil sermaye’ diye suçlanması ve İstanbul sermayesinin, sahtekârca laiklik kalkanına sığınmasına da tepki duyuyordu halk. O İstanbul sermayesi ki Yunanistan’ın Pontus rüyasına zemin oluşturacak Venizelos gemisinin Karadeniz turuna destek vermiş ve Boğazlar’ın uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini önerebilmişti. O İstanbul sermayesi ki Güneydoğu için Bask modelini önerebilmişti. TÜSİAD, Kıbrıs’ta taviz vermiyor diye Denktaş’ı suçluyor, Kürtlere otonomiyi savunuyordu. Erdoğan, sonunda, dış çevrelerden aldığı destekle İstanbul sermayesi demek olan TÜSİAD’ı arkasına almayı başardı. Halk, bunlara önem vermiyor, ‘Hedefime ulaşmak için gerekirse papaz kıyafeti bile giyerim’ diyen Erdoğan’ın bu ülke için en iyisini yapacağına dair bir inanç geliştiriyordu. Halkın bir ümide ihtiyacı vardı, onu da Erdoğan’da buldu. İşte yüzde 34 oyun hikayesi kısaca buydu. Erdoğan, papaz kıyafetini çoktan giymiş, ancak muhafazakar kitle, bunun köprüyü geçene kadar yapılan bir iş olduğuna inandırılmıştı.” (7 Kasım 2002)
***
Evet daha ortada hiçbir darbe, muhtıra soruşturması yokken bizim ortaya koyduğumuz görüş buydu. Aslında 28 Şubat sürecinde de bu tutum içindeydik. Fakat basındaki koro o kadar yüksek ses çıkarıyordu ki sesimiz duyulmuyordu bile..
Peki milliyetçiler genel olarak ne yapıyordu o zamanlar? Onu da hatırlayalım:
“Türk Kurtuluş Savaşı, dünya tarihine ’Türk Milliyetçilerinin zaferi’ olarak geçti. Türk Milliyetçiliği, 1944 yılına kadar, devletin temel politikası olma özelliğini korudu. Daha sonra budanmaya başlanan milliyetçilik, dernek faaliyetlerine dönüştü. Demokrat Parti ve Adalet Partisi, yabancı sermaye ve teknoloji ile bütünleşmiş İstanbul sermayesinin ve onların Anadolu’daki temsilcilerinin teşkilatlandırdığı veya iskeletini oluşturduğu bir yapı içindeydi. Bu yapıdan, milli devlet yükselemezdi.
MHP, işte böyle bir yapı değişikliği içinde doğdu. MHP, söylem olarak Kuvayı Milliye veya Müdafai Hukuk’un devamı gibiydi, ancak taban olarak gençliğe, yani henüz ekonomik özgürlüğünü kazanmamış bir kitleye dayanıyordu. 12 Eylül’den sonra MHP ezilince, artık yetişkin olan gençlerin bir kısmı ANAP ve DYP teşkilatlarının kurucusu oldu. Yani bu gençler, Özal ile başlayan ekonomik yapıdaki hızlı değişimin aleti oldu. Ülkücüler, ekonomik bir alt yapıya dayanmadıkları için ancak düzenle bütünleştikleri oranda, kendi paçalarını kurtarabiliyor; tabii bu andan itibaren de etkisizleşiyor, pasifleşiyor ve ülkülerini kaybediyordu...
Fakat sonunda, diğer siyasi partilerin başlattığı yozlaşma, o kadar görünür hale geldi ki, Türk halkı, 1999 seçimlerinde artık yaşları 40’ı geçmiş olan ülkücü kadrolara bir şans vermek istedi. Bu şans iyi kullanılabilseydi, gerisi gelecekti.
Türk Milliyetçileri, küreselleştirme politikaları sonucu işsizleştirilen, fakirleştirilen, milli ve dini kimliğinden koparılarak kişiliksizleştirilmek istenen kitlelere dayanmak zorundaydı.
Refah hareketi, bu boşluğu iyi değerlendirdi ve onlara dayanarak gücünü yükseltti. Sonunda, Refah hareketinin içinden gelen AKP, Anadolu sermayesi ile birlikte İstanbul sermayesini de arkasına aldığı gibi hem köylü, hem işçi, hem de esnaf arasında kısa zamanda örgütlendi. Şimdi bu zeminin taleplerinin aksine, Türkiye’yi Türk devleti olmaktan çıkarmaya çalıştıkları gibi sadece etnik unsurlara dayanan bir siyaset geliştiriyorlar.
İşte bu ortamda, Türk Milliyetçileri, Türk halkına dayanarak, meslek gruplarına göre örgütlenerek, Anadolu sermayesini ve İstanbul sermayesinden Türklüğe ve Cumhuriyete ihanet edemeyecek olanları arkasına almalıdır. İcraat yapmak için illa da siyasi iktidarı ele geçirmek gerekmiyor.”
(22 Eylül 2003)
***
Peki sonuç ne oldu? Milliyetçilerin bir kısmı da AKP içinde eridi gitti. Geriye dönüp baktıklarında, milliyetçilerin kontrol altında tutulduklarını görmeleri gerekmiyor mu artık?
NOT: Değerli okurlarım, bir seyahat dolayısıyla önümüzdeki hafta beraber olamayacağız. 14 Mayıs 2012 günü buluşmak üzere..