2012’ye girerken Türkiye
Öncelikle yeni yıl dünyaya, vatandaşımıza, insanlarımıza saadet, huzur, başarı, sağlık getirsin diyor, aziz okuyucularımın bu güzel zamanını tebrik ediyorum.
Türkiyemiz yeni yıla dışımızda örülen çetin şartlarda giriyor. Ermeni Soykırımı safsatası çeşitli ülkelerin parlamentolarında çıkarılan kanunlarla, ortaçağ dogmaları haline getiriliyor. Bunun nihai hedefi toprak talebi, tazminat ve Ermenilerin yerleşmesine zemin hazırlamaktır.
Geçen hafta da belirttiğim gibi bu konuda bir girişim olduğunda harekete geçmek anlam ifade etmiyor. Karşı taraf nasıl konuyu ısıtıp ısıtıp yorulmadan gündeme getiriyorsa biz de “karşı propaganda ve gerçekleri açıklama” gayretlerimizi kesintisiz sürdürmeliyiz. Neden mecburi nakil sırasında Osmanlı Devleti; İstanbul’da oturan 82 bin Ermeni’ye dokunmadı? Bu tehcir soykırım idiyse devlet kadrolarında 42 bin Ermeni’ye memur olarak nasıl yer verildi ve bunlara niye dokunulmadı?
AB ile ilişkilerimiz devamlı olarak aleyhimizde şekilleniyor. Aramızdaki “Gümrük İşbirliği” Anlaşması tek taraflı olarak onların fevkalâde lehine, bizimse aleyhimize çalışıyor. Onlar yeni müzakere dosyası açmaz, inatla direnirken bizim milletimizin genlerini değiştirecek derecede AB’nin istedikleri yerine getirmemiz açıklaması zor sorular doğuruyor.
Avrupa’da yaşanan gelişmeleri soğukkanlı bir biçimde görmeliyiz. İhracata dayalı bir ekonomi politikası uygulayan hükümet, Avrupa’daki ekonomik çöküntü artarsa, Türkiye’nin de yeni ve ciddi bir krizle karşılaşacağını görmelidir. AB’ye girildiğinde bütün dertlerin biteceğini sananlar Yunanistan’ın halini ne zaman görecek?
Komşularımız arasında çok şükür kavgasız kimse kalmadı. Oysa yola çıkarken “Sorunsuz dış politika” demiştik ABD tarafından yönlendirilen dış politika sayesinde; komşularımızdan sonra “Arap Baharı” felaketini yaşayan bütün ülkeler bize düşman oldu.
Dışımızda yaşayan Türklerle, Türk devletleriyle bilgisiz ve ilgisiz politikalarla yabancılaştık. Can Azerbaycan’ı Ermenistan uğruna kırdık, yaraladık. Bütün küçülmelere rağmen Ermenistan tavrını değiştirmedi. Türk Dünyası ile yapılacak dağ gibi köklü hamleler bizi beklerken, akıl almaz gafletlere daldık. Irak Türklüğü adım adım yok edilirken biz kör ve sağır bir üslûbu benimsedik.
Yurt dışı inşaat işlerimizin büyük bir bölümünü “Arap Baharı” masalı ile emperyalistler kaptı. Dış politikada taşeronluk bizim devlet geleneğimize yakışmıyor. Ayrıca sadece kaybediyoruz. Yeni baştan geçmişin aydınlık tecrübelerini görerek, milli menfaat çizgisinde bir dış politika düzenlemesi yapmaya mecburuz.
Ülke içinde çok ciddi problemlerimiz var. En başta yıkılan “Güven Duygusu”nu görmek lazım.
Anayasa’nın değiştirilmesi çalışmaları ile ilgili olarak TBMM Başkanı Cemil Çiçek Baro Başkanlarına görüş bildirmeleri için mektup yazıyor. Muğla Barosu Başkanı Avukat Mustafa İ. Gürkan’ın cevabı konuyu en güzel biçimde özetliyor: “TBMM ulusumuzun, Cumhuriyet tacının en değerli mücevheridir. Bunun bilincindeyiz ve ısrarla ifade etmeye devam ediyoruz. Bilindiği gibi anayasalar, temel hak ve özgürlükler alanında yurttaşları koruyan ve güvence altına alan üst hukuk normları, belgeleridir. Şu an sekiz milletvekilimiz tutukludur. Yasa yapma görevlerini ifa edememektedirler. Milletvekilleri hapiste olan bir meclisin anayasa yapmadaki meşruiyeti tartışmalıdır. Anayasa yapacak itibarı da var kabul edilemez. Bu nedenle görüşlerimizi bildirmemiz yönündeki yüksek nezaketinize teşekkür ederken, yeniden görüş bildiriminde bulunmamızın yararlı olacağına inanmadığımızı ve gerçekçi bulmadığımızı bilgilerinize sunuyoruz.”
İşte bir hukuk adamının yalın fikirleri... Memleketimizde bu gün adalete inanç yıkılmıştır. “Hükümete muhalifsen yerin Silivri’dir” kanaati yayılmaktadır. Deniz Feneri sanıkları üç ay, diğerleri üç seneye yaklaşan tutukluluk halleriyle adaletin artık iktidar yakınlarının hakkı olduğu düşüncesini haklı kılmaktadır.
Demokrasi, “korkusuzluk hürriyetiyle” yaşar, gelişir. Ne yazık ki şu an ülkemizin insanları devamlı dinlendikleri ve uydurma ihbarlarla tutuklanabilecekleri korkusuyla yaşıyor.
Bu korkularla çevrili insanın, ekonomi, kültür hayatı baştan ayağa sorunlar yumağıdır. Öyleyse şeytanı kovup “Biz nerede yanlış yaptık?” diye sormanın zamanıdır. Eğer bu hesaplaşma yapılabilir ve Muğla Baro Başkanımızın güzel ifadesi ile Cumhuriyet tacımız ve onun en kıymetli mücevheri TBMM tartışılır hale getirilmezse inanıyorum ki 2012 ve daha nice yıllar Türkiye’mizin ve Türk Dünyası’nın atılım yılları olacaktır.
Bir şey daha eklemek istiyorum: Anayasalar şüphesiz çok önemlidir ama uygulanması ve uygulayıcılar daha da önemlidir.