1876 Anayasası, "Devletin dili Türkçe, Türkçe bilmeyen mebus olamaz" diy
Söze şu lastik gibi sündürülen “Kimlik” kavramından başlayalım. Kimlik nedir? En geniş ifadesiyle; bir kişiyi veya topluluğu tanıtmaya ve tarife yarayan unsurlara ve bilgilere kimlik deniyor. Bir aileden, bir aşiretten, bir etnisiteden, bir bölgeden, bir mahalleden, bir köyden, bir şehirden olmak, o gruptan sayılmak gibi. Bir okulu bitirmek, bir meslekten olmak, bir spor kulübünü tutmak, aynı dönemde askerlik yapmak gibi örnekleri sayılamayacak kadar çoğaltabiliriz. Neticede bunların hepsi bizi ve ait olduğumuz grubu tanıtmaya yarayan kimlik bilgileridir.
Eskiden, (o kadar da eski değil) bir yerde iki kişi karşılaşınca, sohbete giriş yapar gibi şöyle bir tanışma yaşanırdı: “Selamünaleyküm. Hemşehrim adını bağışlar mısın? Memleket neresi? Tevellüt (Doğum tarihi) kaç? Size kimler derler? Askerliği nerede yaptın, tertibin ne? Ne iş yaparsın? Çoluk-çocuk durumu nasıl?” Bu tarz tanışma adeta şifrelenmiş gibi kimliklerle olurdu. Bu kişiler ayrıldıktan sonra evine veya memleketine döndüğünde, yaptığı sohbetten veya tanıştığı kişiden bir bahis açacaksa, sanki dip notu verir gibi, o kişinin kimliğine atıfta bulunurdu.
Bugün de günlük hayatta; Karadenizliyim, Ekşioğullarındanım, Trabzonluyum, Çepni boyundanım, Kıbrıs’a çıkartma yapan birlikdenim, ana dilim Gürcüce, Süryaniyim gibi kendimizi tanımlayabiliriz. Bu özelliklere göre yaşarız. Kimliğimizle iftihar etmemizde hiçbir sakınca olmadığı gibi, tam aksine bu bizim için adeta bir görevdir; olgunluğun ve arifliğin gereğidir.
Kültürümüzde ve terbiyemizde var olan bu olgular; milletimizin kaynaşmasındaki sağlam değerlere dayalı samimiyeti, gönüllülüğü, insaniliği, tabiiliği ve birliğimizin gücünü gösteren toplumsal belgeler gibidir.
Bu güçlü milli doku, aynı zamanda son derece masumdur. Ancak kimlikler bahsinde bir de masum olmayan, işin tabiatına aykırı durumlar var. O da kimliklere; dayatmacı, egemen, siyasi, ideolojik anlamlar yüklemekle olur. Bir kişi ortaya çıkar “Benim aşiretim üstündür, o halde buralarda bizim sözümüz geçer” iddiasıyla baskı uygulamaya kalkarsa gerginlik olur, çatışma çıkar. Bu örnek, stadyumlardaki taraftar kavgalarına, din-mezhep çatışmalarına kadar uzatılabilir.
Hele etnisiteye siyasi/ideolojik egemenlik projesi yüklenirse, ortaya ırkçı fanatizm çıkar ki, bu hastalık bütün insanlığın da sorunudur. Çünkü etnisite, milletleşememiş topluluk demektir. Baskın duygu, sadece köken, yani ırktır. Bu sebeple istismara, kışkırmaya daima açıktır. Parçası olduğu millete baş kaldırarak, onunla boy ölçüşmeye kalkarsa, buna isyan denir. Devletler, meşru güçleri ve kamu düzenleriyle bunun tedbirini alırlar. Bilindiği gibi egemenlik ortaklık kabul etmez.
Toparlarsak; nasıl ki bir insana aile, bir aileye aşiret, bir aşirete etnik grup denemezse, bir etnik/ırk topluluğuna da millet denemez. Millet, insan toplumunun şahsiyetleşmiş en son safhasıdır.
Çözüm için bir tavsiye
Bizim kültürümüz Batıdan gelen, ırk, etniklik, azınlık gibi ayrımcı ve sınıfçı kavramları bilmez. Ülkemizde yapılan tartışmalara bakınca, bu bilgisizliği ve keşmekeşi görüp üzülüyoruz. Maalesef aydınlarımız hâlâ üniter devlet ile milli/ulusal devleti aynı zannediyor. Bir curcunadır gidiyor. Bunun için, bu kavramları icad eden, en gelişmiş hukuk ve demokrasi bölgesi olan Batıya bakalım, onlar bu işleri nasıl halletmiş görelim.
Batı, asırlık sömürgeci ve emperyalist politikalardan dolayı; bir ülkeye nasıl sızılır, çatışma nasıl çıkarılır, bölerek nasıl sömürülür bütün bunları çok iyi bilir. Bunun için de, aynı durum kendi başlarına gelmesin diye devlet yapılarını ve hukuki düzenlerini titizlikle hazırlamışlardır. Biz de aynını yapalım yeter.
Batıda milli devletler esastır. Devlet milletin kimliğini taşır. Devletin sahibi kurucusu olan millettir. Federe yönetimler de aynı millettendir. Egemenlik paylaşılmaz, resmi dil tekdir. Ayrım gözetilmeden vatandaşlar birbirine eşittir. Azınlıklara tanınan imkanlar bireyseldir. Azınlık dillerinden eğitim, öğretim ve yayın yapılmaz. Etnik gruplara ait düzenleme yoktur.
Osmanlı Devleti son nefesinde bile, 1876 Anayasası’yla “Devletin dili Türkçe, Türkçe bilmeyen mebus ve memur olamaz” diyor.
İşte demokrasi, işte hukuk, işte modern devlet, işte tarih. Milletimize daha fazla kötülük etmeyelim.