Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER
Agah Oktay GÜNER

12 Eylül Darbesi

12 Eylül Darbesi'nin üzerinden 37 yıl 2 gün geçti. Bu darbe bir TIR gibi Türk gençlerinin omuzlarından geçmiştir. Bu darbeden geriye kalan; işkence konusunda dünya çapında kazandığı birincilik ödülüdür. Eğer bunu bir başkası kapmışsa 12 Eylülcüler hiç merak etmesin dünya işkence tarihinin mutlak ikinci sırasındadırlar. Mamak'ta ülkücü ve solcu gençlik, işkencenin her türlüsünü tatmıştır. Dev-Sol'cu gençler duruşma çıkışı kendilerini duruşmaya götürüp getiren erleri dövmüştü. Olayı öğrenen cezaevi müdürü; "İçeriden 40 da ülkücü çıkarın hepsi yere sırt üstü yatsın bir bölük asker devamlı yürüyüş halinde bu 80 kişiyi çiğnesin" emrini vermiştir. Bu işkence aynen icra edilir. İşkence bölümünün adı; C-5'tir. Burayı gençlerden ve bilhassa Kapıcı Hasan'dan dinledim. Hasan kapıcısı olduğu apartmanın kalorifer dairesinde çalışırken polisler gelir "Amca oyuncak (tabanca) var mı?" diye sorarlar. "Var evlat, şu kutuda yağa gömülü" der. Bir polis "Amca bunu ne yapıyorsun?" diye sorar. "Gençler köye gidince veriyorum. Onlar da havaya sıkıyorlar" diye cevap verir, ekibin başındaki komiser Bu adamı bırakalım, başka işe bakalım der. Önceki polis "Amca hangi partiye rey verdin" diye sorar, "Biz Hareketçiyiz" deyince "Ya öyle mi" deyip, Hasan'ın gözleri bağlanıp, polis aracına bindirilir. Bir müddet sonra indirirler yürü emriyle yola düşülür. Eğil, düz yürü, doğrul komutlarıyla nihayet yolculuk biter. Hasan'ın gözlerinin bağı çözülünce gördüğü manzara dehşet vericidir. Çırıl çıplak soyulmuş, çarmıha gerilmiş gençler, bacakların bağlı olduğu tahtalar açıldıkça damarlar patlayacak hale gelmiş vaziyette... Husyelerine cereyan verilmiş gençler, neredeyse tavana fırlıyor. Feryatlarını kimse duymasın diye sazlar ve teypler çalınıyor. Hasan'ı oradaki bir hücreye kapatırlar. 30 gün 30 gece hücrede kalır. Hücrenin altındaki küçük pencereden uzatılan tek tabak çorba sabah akşam verilir. 30 gün sonra Hasan hücreden bir b.. heykeli olarak çıkar. Çünkü tuvalete gitmesine de izin verilmemiştir. 40 yaşını geçen tutuklular bizim yattığımız Ordu Dil Okulu'na nakledilince Hasan da bizim yanımıza geldi.

11 günde okunan iddianame

İddianamenin açıklanmasını, neyle itham edildiğimizi öğrenmek için tam bir yıl bekledik. Mahkemede savcı iddianameyi tam 11 günde okudu. İddianame polis çalışması açısından fevkalade başarılı ancak hukuk açısından tam bir rezalet örneğiydi. Savcı ve ekibi bizi 'Faşist Devlet' kurmaya çalışmakla itham ediyordu. Bu ithamı ve gerekçesini Orhan Hançerlioğlu'nun Marksist Felsefe Sözlüğü'nden almışlardı. Bu tespiti mahkemede satır satır ispat ettim. Parti binasında tam teşkilatlı bir ameliyathane, Genelkurmayı dinleyen telsiz tertibatı, sandıklar dolusu silah ve cephane Savcı Nurettin Soyer'in diğer şuursuz seviyesiz iddialarıydı. Tam teşkilatlı ameliyathane bir tıp fakültesi öğrencisine ait unutulmuş steteskop (hasta dinleme cihazı)tu. Sandıklar dolusu silah ve cephane ise partide çalışan bir arkadaşın ruhsatlı Kırıkkale tabancası ile bir diğer partilinin ata yadigarı her tarafı dökülen toplu tabancası idi. MHP ile yakın uzak ilişkisi olmayan bir CHP'li senatör ile ilgili suç iddiası iddianamede MHP'li senatör olarak geçiyordu. A. Türkeş müdahale ederek, bu yalanı Savcının yüzüne vurdu. Duruşmalar başladı. Türkeş'ten sonra iki numaralı sanıktım. İçerideki hukukçu arkadaşlardan kurduğumuz komisyon iş bölümü yapmış ve bana Savcı'nın: "Bunlar Faşist Devlet kurmak amacıyla halkı ikiye böldüler ve silahlı çatışma çıkardılar." ithamını çürütme görevi verilmişti. Yukarıda ifade ettiğim gibi iddianamenin okunması 11 gün sürmüştü. Ben her günlük okumaya bir saat ayırarak 11 saat sürecek bir savunma hazırladım. İçeride Taha Akyol'la birlikte hazırladığımız metin bizim evde minnettarı olduğum dostlarımın hazırlığıyla takviye edildi ve üç cilt halinde mahkemeye takdim edildi. Savunma sırasında kürsünün karşısına konulmuş olan demir bir kafesin içinde idim. Tam karşımda silahlı bir asker, sağımda ve solumda yine silahlı birer asker beni kontrol altında tutuyordu. Bu arada Cumhuriyet Gazetesi'ne teşekkürü vicdan borcu biliyorum. Erbakan ve adamları, Doğu Perinçek ve arkadaşları duruşmalara askeri otobüsle götürülüyordu.

İstiklal Marşı'yla karşılama

Bizim duruşma günümüzde küp benzeri siyah bir araç geldi. Penceresi yoktu. Bu araçla üç duruşmaya götürüldük. Duruşma öncesi söz alarak Afrika'nın en vahşi kabileleri bile yakaladıkları avlarını hava alan kafeslerde taşır. Biz buraya penceresiz bir kutu içinde getiriliyoruz. Maksat bizi havasız bırakıp öldürmekse duvarın dibinde kurşuna dizin. Arkanızda "Adalet mülkün temelidir" yazıyor. Bu sözü cunta üyeleri de tekrar ediyor. O zaman niye aylardır görmediğimiz yakınlarımızı başımızı çevirip görmek istesek askerlerin süngüsüyle karşılaşıyoruz? Bu sözün gereği ne ise o yapılsın. Bu konuşmayı Cumhuriyet birinci sayfadan resmimle verdi. Bugün tutuklu olan Cumhuriyet gazetesi mensuplarına direnme gücü diliyorum. En kısa zamanda hürriyetlerine kavuşmaları temennisiyle selam ve sevgilerimi sunuyorum.

O kara kutuda 44 kişi ayakta adeta üst üste yığıldık. Araç, güneş altında Ankara yollarında ve Mamak tepelerinde 5 saatten fazla dolaştırıldı. Duruşma salonunun önünde indiğimiz zaman hepsi de kalp hastası olan Türkeş, Tahsin Ünal, Necati Gültekin, Prof. Dr. Lütfü Ülkümen'in yüzleri morarmıştı. Hepimiz derin bir nefes aldık ve salona girdik. Tutuklu yüzlerce genç ayağa fırladılar, İstiklal Marşı'nı okuyarak bizi karşıladılar. Bu tablo karşısında tırnaklarımı avuçlarımın içine gömerek göz yaşlarımı tutmaya çalıştım. Marifetli Savcı Yardımcıları, o gece gençleri, teşkilat önderlerini demir çubuklarla dövmüşler ve gençlerin başına 7 ila 8 dikiş atılmıştı. Bütün gençleri saygıyla ve sevgiyle yad ediyorum. Şehitlerimize rahmet diliyorum. Hukuk edebiyatımıza bir kahramanlık belgesi olarak geçecek Mamak savunmalarını yapan arkadaşlarıma minnettarım. Vefat edenlere rahmet diliyor, kalanlara sağlık temennilerimi sunuyorum. 12 Eylül işkenceleri cuntacı asker ve polislerin soylarına yetecek bir utanç belgesidir.

Yazarın Diğer Yazıları