Zemherîr titremeleri ve bekleyiş...
Zemherîr titremelerinde, zemherîr ürpermelerinde, zemherîden kaçış ânında, zemherînin ortasındaki çâresiz bir intizar, âniden mevsim döner de, bahar bulutları aşk ile feryâd edip, ortalık bir gülgûn bahara döner mi?
Fidanların ağzı köpürür de ayva çiçek açar, bülbüller bahar şarkıları şakımaya başlar mı eyyâm-ı şitâ’nın ayazında? Serçeler uçuşur mu, leylekler yuvalarını örme telâşına düşüp de baca kapmaca oynarlar mı? Dallarından zemîne süzülerek zemîne bir bûse kondurup, zemîni erguvan rengiyle örten yapraklar dallarına yükselir ve yeşerir de, çiçeklerin yolunu, çiçeklerin kokusunu gözler mi?
Yeşilliğin alâmet-i fârikası serviler sâf sâf dururlar da ilkbaharın teşrîfine, gül-nihâller gül- efşân olur da, gül-i ter, gül-i râ’nâ ile vuslat eder mi gülistânda? Güller, çamlar, nergisler cümle çiçekler saçar mı kokularını zemistânın içinde? Zemherîde solmuş, benzi sararmış, mahzun olmuş çimenler neş’e-dâr olur mu? Gül-çînlere gün doğar mı? Çeşmeler gül-abdân olur, dikenler tubâya dönüşür mü? Bülbüller goncaya gelir de, gönül neş’esi gül ile sohbete başlar mı?
Ulu çınarlar pür-telâş, yapraklarını kuşanıp da gölgesini yayar mı mütekebbîr? Cam önlerindeki karanfiller olan bitene hayret ederken bir taraftan, sıyırırlar mı çiçeklerini kılıflarından, küpeliler geç kalmışlığın, karanfillerin ardında kalmışlığın kıskançlığıyla sallanırlar mı nâzenîn; karanfillere nazîre. Sümbüller, leylaklar sarkar mı dallarından, bülbüle davetkâr bir cilve ile?..
Taacübe, tahayyüre ne hacet! Bütün bunlar olur...
Def-i gam ile gönüller şenlenir gülşen olur. Kan ırmakları erguvana dönüşür de, gam ırmaklarından gülsuyu akar, ruhlar temizlenir, gözbebekleri parıldar, çocukların saflığına dönülür de, göklerin melekûtu dahi haber-dâr olur...
Zaman, aldırış etmezlikten gelmenin, nazı cefayı çoğaltmanın, goncaları kana bulamanın, yeşilliğin, çayırın, çimenin benzini soldurmanın, iklimleri mahzûn etmenin zamanı değildir!..
Zaman, zamanı kurban etme zamanı değildir. Zaman, hayatımızdan sürâtle akıp giden zenginliğimizdir, zaman, zaman kazanma zamandır...
Ey merâmımın kelimelerini eksilten! Yer yer dağlanmış, dağlarla dopdolu olmuş gönlümü sana bir gülistâna çevirdim; gönül yaşlarımı çağlayan gibi akıttım, sana ferahlar verecek, inşirah verecek gönlünün aradığı bir bağ, bağçe hazır ettim; bahar vaktidir gül bahçesine gel artık...
Gönlümün bahçesi teşrîfini beklemede, gönlüm, hânem yollarını gözlemede; bahar vaktidir gel. Ardına bakma, ümidini ye’isine gâlib et, sonsuzluklar sonsuzluğuyla gel. Gel ki huzur u iklîm vücûd bulsun, gel ki gönlümüzde, hânemizde güller açsın, gel ki ikilik bir’lensin; şuur yenilensin, güzellik nâmına, hikmet nâmına, iyilik nâmına, halâs nâmına, dua nâmına her ne yaratıldı ise yenilensin...
Ey merâmımın kelimelerini eksilten, gel... Ilık bir bahar rûzigârıyla kelimelerinle gel...
Gel, dudaklarımızda bir tebessüm ile dehrin cefâsını ardımızda bırakalım ve gölgelerimizle berâber silinelim, vedâ edelim ne varsa hayata ait, perdeler aralansın “merhaba” diyelim ne varsa perdelerin ardındaki hakikate dair... “Kim o?” diyeyim “ben” de, “kim o?” de, “benim” diyeyim, “biz” olalım...
Ve... Perdenin ardındaki hakikate, biz “seniz, biz sana geldik” diyelim...
Not: Zıvanadan çıkan Türkiye’nin zıvanadan çıkan siyasetine dâir bir şey yazmak gelmedi içimden... Bunun yerine 12 yıl evvel yazdığım bir denemeyi okurlarımla paylaşmak istedim... Galiba en iyisi deneme yazmak...