Zalim kim olursa olsun… Mazlum kim olursa olsun…
Bundan 15 yıl önceydi…
Tekirdağ Ülkü Ocakları eski Başkanı Bilal Albayrak, ocak binasının hemen dibinde bulunan işyerinin önünde vurularak öldürüldü.
Sekiz kurşunla.
Öldüren 19 yaşında, gariban bir gençti.
Bilal Başkan''ı öldürdüğü sırada öyle "haplanmış" haldeydi ki, uzun bir süre ifadesi alınamamıştı, polis kendine gelmesi için hayli beklemişti diye hatırlıyorum.
Olay kağıt üzerinde böylece "adileştirilmiş"ti.
Oysa herkes "siyasi cinayet" olduğunda hemfikirdi.
Çünkü Bilal Başkan (da) hiçbir gün partisine muhalefet etmemiş, gelin görün ki kendi "şahsiyet"i doğrultusunda tavır oluşturmaktan ve bunu keskin bir dille savunmaktan da imtina etmemiş, bu manada kişilerle karşı karşıya gelmekten, birileri için engel teşkil etmekten çekinmemiş biriydi. Sivriydi. Birileri, bir yerler için hep potansiyel rakipti, var olduğu sürece olmaya da devam edecekti. Çok hazindir ki, partiden ihraç edildiği gün bile yanında "liderinin" eleştirilmesine müsaade etmemiş ama trajik şekilde "hain" bellenmiş, belletilmişti.
Ölen, olmasa da "hain" olunca, birkaç gündür şahit olduğumuz vefasızlığın, korkaklığın, utanmazlığın aynısıyla mukabele görmüş; kimse cinayetin üzerine gitmemiş, gidememişti.
*
Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş''in silahlı saldırıya uğradığını haber aldığım andan itibaren 15 yıl önce yaşadığım, gördüğüm, duyduğum, hissettiğim ne varsa hepsi tekrarlandı.
Sinan''ın ölüm haberi geldiğinde, Tekirdağ Devlet Hastanesi''nde, Bilal Başkan''ın kurtarılamadığı haberini aldığımız o koridordaydı sanki ruhum. Bahçede bekleyenlerin kendilerine sabır telkin etmek üzere sığındıkları tekbirler çınladı yeniden kulağımda.
Sinan''ın cenazesindeki "Baba" feryatları, Bilal''in o gün daha 8 aylık olan, henüz "Baba" bile diyemeyen oğlunu getirdi gözümün önüne.
Bugün 15 yaşında.
Kimse unutamasın, sebep olanlar azabından kurtulamasın diye gibi adeta; yüzü, gözü, bakışı, duruşu, hali, tavrı, edası "babasının kopyası".
*
Müsaadenizle, bugün, bu filmi görmemiş bizzat yaşamış ve yüreğinin acısı hâlâ soğumamış biri olarak yazayım:
BİR:
Bir siyasi cinayeti azmettirmiş olmak için illaki birinin eline silah verip de ona "Öldür" demiş olmanız gerekmez.
Birini değersizleştirerek de…
Birinin varlığından duyduğunuz rahatsızlığı ve var olmamasından duyacağınız memnuniyeti hissettirerek de…
Başına bir iş gelmesi halinde peşine düşülmeyeceği, yapanın yanına kâr kalacağı kanaatini yerleştirerek de…
Algıda sahipsizleştirerek, açık ve savunmasız hedef haline getirerek, siyasi rakiplerini, hasımlarını "yol verircesine" cesaretlendirerek de, birilerini cinayet işlemeye azmettirebilirsiniz pekala.
*
İKİ:
"Sinan Ateş cinayeti mutlaka aydınlatılmalı" diyorlar.
Cinayeti işlemek üzere İstanbul''dan gelen tetikçiler belli.
Cinayeti işleyenlere Ankara''da yol gösterdiği söylenenler belli.
"Vur" emrini verenler belli.
"Vur" emrini verene "Vurdur" emrini verenlere gidecek yolu açacak "anahtar" niteliğindeki bağlantılar belli.
Bu cinayet "karanlıkta" mı şimdi!
Sinan Ateş''e düzenlenen suikastla alakalı "karanlıkta" kalmış bir şey yok, tersine gözüne far tutulmuş tavşan körlüğü var!
Bazı fotoğraflar böyledir, parıl parıl parlarken bile "görülmez", "dokunulmaz" olabilir; zira, bizatihi bunun için çekilmiştir.
*
ÜÇ:
"Mersin''in misillemesi" diye bir laf dolanıyor ortalıkta.
"Mersin" neydi?
"Mersin"de, "Sinan''ın ocak başkanı" neden elini kana bulamak "zorunda kaldı"?
Kim birilerinin mezara, birilerinin hapse girmesine sebep oldu?
Bir fikir hareketinin mensuplarını birbirine "düşman" hale getiren, "düşman algısı"nı dışarıdan "içeri" yönelten bu kültürü kim oluşturdu? Bu yozlaşma kimin eseri?
*
DÖRT:
Sinan Ateş İYİ Parti''yi sevmezmiş de, Babacan''a onu demiş de, Davutoğlu''na bunu demiş de..
Ee?
Sinan''a bir Fatiha''yı çok gören zihniyet böyle pespaye bir mühendisliğe girişti.
"Oh" mu olsun yani!
Eşi, dostu, ülküdaşları için elbette kıymet, gurur vesilesidir ama…
Temel mesele, Sinan Ateş''in "ne kadar da yiğit" olduğu veya olmadığı meselesi değil ki…
Mesele, Sinan Ateş''in "ne kadar da Türkçü" olduğu veya olmadığı meselesi değil.
Mesele, Sinan Ateş''in "ne kadar da imanlı" olduğu veya olmadığı meselesi değil.
Mesele, Sinan Ateş''in Yavuz Bahadıroğlu''na gösterdiği tepki, Genel Başkanlık görevinden alınma sebebi, Mersin''de ne yaşandığı değil…
Amel defteri tutmuyoruz; mesele Sinan iyi bir adam mıydı, kötü bir adam mıydı, zemzemle mi yıkanmıştı, günahları da var mıydı, okur muydu, yazar mıydı meselesi değil…
Mazlum kim olursa olsun mazlumdur.
Zalim kim olursa olsun zalimdir.
Türkiye Cumhuriyeti dileyenin mahkeme kurup dilediğini infaz edebileceği bir çadır devleti değildir.
Muz cumhuriyeti değildir.
Başkentin göbeğinde, gün ortasında Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı kurşunlandı.
Hacettepe Üniversitesi''nin bir doçenti katledildi.
"Ankara''da olağan bir gün" gibi mi davranılmalıydı yani?
Muhalefet için de, "hukuk devleti"ni savunan her bir vatandaş için bu olay sonrası ortalığı ayağa kaldırmak bir ödev, görevdi.
*
BEŞ:
Ateş ailesinin bundan yana zerre kaygısı olmasın;
Sinan Ateş''in uğradığı hain suikast sonrası MHP ve Ülkü Ocakları''na yönelen tepki zinhar "siyasi bir hesaplaşma" alameti değil "insanlık" vazifesidir.
Zira, Sinan''ın -ne olursa olsun- ömrünü adadığı bu kuruluşların yöneticilerinin, tanıyan tanımayan herkesin ortak olduğu bir yasa kayıtsızlıkları, Bengisu ve Banuçiçek''in feryatlarıyla yarışırcasına giriştikleri yeni yıl ve doğum günü kutlamaları insan yüreğinin de, midesinin de alabileceği türden değildir.