Yüksek öğrenimi harcıyoruz

1982’de getirilen Yüksek Öğrenim Sistemi o günkü şartlara göre hazırlanmıştı. Bu sistem siyasi arenada çok istismar edildi. Tarafsız olması gereken bilimsel çalışmalar bile, siyasi iktidarların tercihlerine göre yapılmaya başlandı.
Elbette, öğretim üyeleri içinde de sistemi istismar edenler oldu. Geçenlerde bir öğretim üyesini sordum; “Haftada bir gelir” dediler.
Yüksek öğrenim, yalnızca okuyana fayda sağlamaz.. Aynı zamanda topluma ve ülkenin kalkınmasına da fayda sağlar. Yani hem özel, hem de sosyal faydası var.
Geçen asrın ortalarında, eğitimin de aynen fabrika kurmak gibi bir yatırım olduğu anlaşıldı... Bütün ülkeler insana yatırım “beşeri yatırım”a ayrılan kaynakları artırdı.
Özellikle, yüksek öğrenimde teknik dallarda eğitilmiş iş gücü, ekonomide verimliliğin artmasında, teknolojinin gelişmesinde ve ülke kalkınmasında önemli bir işlev görmektedir.
İster devlet olsun isterse vakıf üniversitelerinde olsun, yüksek öğrenim görmüş vasıflı iş gücünün maliyetini toplum karşılıyor. Vakıf üniversitelerine verilen imtiyaz ve desteklerin maliyeti de toplum tarafından karşılanıyor.
Bu yetişmiş, vasıflı ve hazır olan iş gücünün, başka bir ülkede çalışmak üzere dışarıya gitmesi, Türkiye’nin bir fabrika kurup, onu yabancı bir ülkeye bedava devretmesine benzer.
Bu anlamda Türkiye iyi yetişmiş beyinlerinin, -yani beyin göçü yoluyla- yaklaşık yarısını halen yine kaybediyor.
Beyin göçü bize katlamalı zarar veriyor...
Hazır bir yatırımı kaybetmiş oluyoruz...
Yetişmiş beyinlerin getireceği teknolojik buluşlardan, verimlilik artışından mahrum oluyoruz.
Yetişmiş beyinlerin yararlı olması için onlara çalışma ortamı yaratmak gerekir. Türkiye bu anlamda araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) için en az kaynak ayıran ülkelerden birisidir.
Özel sektör her şeyi devletten beklediği için, Türkiye de toplam Ar-Ge harcamalarının da üçte birisini özel sektör, üçte ikisini devlet yapmaktadır. Avrupa’da ise tersine, üçte ikisini özel sektör yapmaktadır.
Yüksek öğrenimde insan gücü planlaması da yapılmıyor...
İnsan gücü planlaması, ülkenin ihtiyacına göre, piyasanın talebine göre, kalite ve vasıfta insan yetiştirmektir... Bu şartlarda hem verim artar... Hem de işsizlik azalır.
İnsan gücü planlamasını tek başına YÖK yapamaz. Zira, bugün yüksek öğrenimde iş gücü arzı ve iş gücü talebinin iyi belirlenmesi gerekir. Bunun içinde siyasi iktidarın, üretim-yatırım ve istihdam programının olması gerekir. AKP hükümetinin böyle bir yapısal dönüşüm veya sanayileşme programı yoktur.
İnsan gücü planlaması yapılmadığı için bazı mesleklerde iş gücü eksiği, bazı mesleklerde iş gücü fazlası var. Söz gelimi, doktor eksiğimiz var... Buna karşılık mühendis fazlamız var.
Üniversite-sanayi iş birliği de maalesef gelişmemiştir. 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu üniversite-sanayi iş birliğini geliştirmede yetersiz kalmıştır. Üniversite-sanayi iş birliği rektörlerin ideolojik bakış açısına takılmaktadır. Bugüne kadar üniversite-sanayi iş birliğinde, ilerleme sağlanmamıştır. Başbakan, üniversite-sanayi iş birliğinin geliştirileceğini açıklamıştır. Bunun için yasal altyapı da düzenlenmelidir.
Öğretim üyelerinin maaşlarında iyileştirme yapıldı. Ancak temelde yüksek öğrenim sistemini sil baştan düzenleyerek, sistemi bugünkü şartlara göre, Türkiye’nin kalkınmasında etkili bir araç haline getirmek zorundayız.

Yazarın Diğer Yazıları