Yönetenin kişiliğine bürünen devlet...
Devletin kendisini yöneten kişinin karakterine dönüşmesi karşısında demokratik sistemlerin önünde bir fırsat vardır, o da seçimlerdir. Burada özellikle kanaat önderlerinin, basının, sivil toplum kuruluşlarının rolü belirleyicidir. Sorgulanmalıdır.
Devletin varlık nedeni, önce insan, sonra insanların bileşkesi olan toplum, bir adım sonrasıysa millettir. Devletin kendisini var eden güce sadakat göstermemesi mümkün olamaz. Ancak zorba, otoriter veyahut baskıcı (istibdatçı) yönetimler devleti kendilerine benzetirler. Çünkü devlet, yönetilen bir aygıt olarak kurumlar kurumudur ve insan kişisi değil, tüzel kişidir. İşte bu sebepledir ki kim tarafından, hangi yönetim şekliyle nasıl yönetildiğimiz önemlidir.
Neden?
Nedeni, devletin, kendisini yöneten insanın kişiliğine bürünmesinden kaynaklanıyor.
İşte bu durum (Devletin yönetenin kişiliğine bürünmesi hali), nasıl yönetildiğimizin ve devletin topluma nasıl davranacağını da gösteriyor.
Yöneten kişi adilse devlet de adil davranıyor. Yönetin kişi baskıcıysa devlet de baskıcı hale geliyor, velev ki o devletin yasaları özgürlüklerle dolu olsa bile.
Bu anlamda Türkiye, Erdoğan yönetimiyle, en başından beri olağan sınırların (yasal sınırlar) dışına taşmakla eleştiriliyor. Böyle olduğu içindir ki, dünyada eşi benzeri olmayan kişiye uygun, kişiye özgü yönetim sistemine geçirildi.
20 yıldır her hâlini takip ettiğimiz ve en sonunda kişiye özgü Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle yönetildiğimiz süreçte, devletin, yöneten kişinin bireysel karakterine dönüşmesinin sonuçlarını görmekteyiz. Bu sebepledir ki, hangi rejimle yönetildiğimiz kadar, kim tarafından, nasıl bir insan zihniyetinin ülkeyi yönettiği de çok daha önemlidir.
Adaletten şikâyet ediyoruz değil mi?
Evet!
Ta en başından bu başlayarak, sıralı yönetenler (hiyerarşi), adalet duygusu ve hassasiyeti yüksek, kılı kırk yaran kimseler olsa, böyle bir sorundan söz edebilir miyiz?
Edemeyiz.
Adalete inanmış, insan haklarını başının üstünde tutan her bir yönetici, adının böyle "Adaletsizlikle" anılmasına izin vermez. Peki veriyor ve önemsemiyorsa?..
Bu durumda devlet kişisini kontrol etme gücüne sahip siyasal iktidar gücünün zihniyetine bakmamız lazım gelir.
Başka?
Kişilik ve karakter özelliklerine, eğilimlerine, zaaf ya da üstünlüklerine, hatta bilgi, beceri ve değerler sistemine, o sisteme bağlılık derecesine bakmamız lazım.
-Yolsuzluk haberlerine devlet neden sessiz? Neden harekete geçemiyor? Onu durduran kuvvet hangi kuvvet?
-Deprem bölgesinde yardıma giden farklı siyasi görüşlü kimselere neden engel konuluyor?
-Devlete ait Merkez Bankası''nın hazineye vereceği parayı, televizyonların ortak yayınında niçin AFAD''a ya da Kızılay''a aktarıyorlar? Para zaten devletin değil mi?
-Kızılay''ın yönetim kurulunda niçin Binali Yıldırım ailesinin pek çok üyesi var da hayırsever sade vatandaşlar yok?
-Depremle ilgili resmî raporlara rağmen, yöneticilerin göz yummasıyla, yasalar çiğnenerek yapımına izin verilen binaların "İmar affıyla" yıkılacağını bilemeyen cahiller tarafından mı yönetiliyoruz? Değilse, binlerce binanın vicdani sorumluluğunu kim alacak?
Bu ve daha başka yüzlerce sorunun yanıtı açık: Devlet kişisini kontrol eden ve devletmiş gibi algılanır hale gelen siyasal güçtür.
Devletin kendisini yöneten kişinin karakterine dönüşmesi karşısında demokratik sistemlerin önünde bir fırsat vardır, o da seçimlerdir. Burada özellikle kanaat önderlerinin, basının, sivil toplum kuruluşlarının rolü belirleyicidir. Bu sebeple haddinden fazla önemlidir. Bu yapılar, içinde bulunduğumuz manzara karşısında sorgulanmalıdır. Topluma karşı ödevlerini yapmayıp, iktidara sonsuz bir bağlılık içindeler.
Bu koşullarda demokrasi aksak çalışır.