YÖK Başkanı'nın dikkatine…
Yıldız Teknik Üniversitesi, "Covid-19'a Yıldız Kalkanı" diye iddialı, iddialı olduğu kadar da havalı bir başlıkla "Covid-19 enfeksiyonuna karşı aşı geliştirilmesi için ilk adımı attıklarını" ve "Hastalığa neden olan SARS-CoV-2 virüsüne ait izolatlara karşı etkin olacağı düşünülen peptid ve protein temelli aşı formülasyonlarını, kısa süre içerisinde hazırlamayı ve etkinliklerini incelemeyi planladıklarını" duyurdu.
Çok basit bir sorum var:
Nasıl?
Nasıl yapacaklar?
***
Zira, açıklamalarının devamında "yetkinlik referansı" olarak sundukları üniversitelerindeki "yüksek koruyuculuğa sahip, güvenilir, yerli ve milli aşıların geliştirilmesi noktasında geçmiş deneyimler"in sahibi olan, "son derece başarılı aşı geliştirme çalışmaları"nın başında bulunan, keza başlatıcısı ve yürütücüsü olan, dünyada ilk ve tek olan kimi aşı çözümlerini formüle etmiş, Aşı Bilim Kurulu üyeliğine seçilmiş ve dahi üniversitelerinin bu alandaki "zengin altyapısını"nın yani "Hücre Kültürü ve Doku Mühendisliği Labaratuvarı"nızın kurucusu tek bilim insanını anlaşılmaz bir şekilde uzaklaştırdılar YTÜ'den. Üstelik de üzerinde çalıştığı "milli aşı" tam olarak bir "ürün"e dönüşmüşken, "üretim"e hazır hale gelmişken!
Sığınarak, kaçarak filan değil "aldığı davet üzerine" ve dünyanın başka bir çok ülkesinden de davet almış haldeyken, seve koşa geldiği Türkiye'de, 1993 yılından bugüne dünya çapında çalışmalara imza atan Azerbaycanlı Türk tıp profesörü Adil Allahverdiyev'den söz ediyorum.
***
Ayaklarına dolanacak ya… İyi ki, daha birkaç hafta önce, bu köşede yazmışım Adil Hoca'nın hikayesini. İyi ki, bugün YTÜ'nün Covid-19'a karşı aşı geliştirebilecek durumda olduğunun delili olarak sunduğu ne varsa çoğunun Adil Hoca'nın çalışması, başarısı olduğunu biliyoruz o hikaye sayesinde.
Ve sorabiliyoruz bu nedenle:
Heybelerinde, kovdukları bir profesörün yaptıklarından başka hiçbir referansları yoksa neye güvenerek kalkışıyorlar acaba bu işe?
O profesörün, yanlış bir yoruma yol açmamak, çirkin bir iftiraya uğramamak için aylardır girmediği/giremediği laboratuvarında bıraktıklarına mı? Ömrünü adadığı notlarına, planlarına, canlı hücreleri dahil bugünler, böyle çalışmalar için özenle sakladığı ne varsa onlara mı?
***
Kafama göre, evvelce yazdığım hikayenin kıymeti bilinsin diye, onu köpürtmek için sormuyorum bu soruları. YTÜ'nün "Covid-19'a Yıldız Kalkanı" açıklamasını -geçtiğimiz Cuma- bana bizatihi YTÜ'nün kadrosundaki profesörlerinden biri yolladı. Açıklamanın yanında bir de aynen şöyle bir mesaj vardı:
"Bizde bunu yapacak hoca yok. Kimsenin haberi de yok. Adil Hoca'nın eski çalışmasını kullanıyorlar. Kovdukları hocadan başka kimse yok bizde bu çalışmaları yapacak."
***
Adil Hoca'yı aradım. "Vicdanım beni çok boğuyor" dedi. Kendi ülkesi Azerbaycan'ı da, Türkiye'yi de, bütün dünyayı da tehdit eden, faturası giderek ağırlaşan bir salgına karşı dünyanın bütün bilim insanları kendi birikimleri doğrultusunda bir korunma yolu, tedavi yöntemi geliştirmeye çalışırken, kendisinin -iradesi dışında- hiçbir şey yapamıyor oluşuydu kast ettiği;
"Bunlar benim işim ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Aşı Bilim Kurulu üyesiydim; şu anda hiçbir kurumda görev yapmadığım için orada bulunamıyorum; hiçbir projeye başvuramıyorum. Proje veremiyorum. 'Bana bir şey deyin' diye her gün YÖK'ü arıyorum. TÜBİTAK'ın kayıtlarına bakın, başka verilere bakın; Türkiye'de bu işi yapacak olanlar parmakla sayılır; 5-10 kişidir. Ben onlardan biriyim, onların önde gelenlerinden biriyim. Bu işleri başlatan insanlardan biriyim. En çok çalışmam gereken zamanda, çalışmalarımın en çok işe yaracağı zamanda böylece beklemek zorundayım. Buna dayanamıyorum."
***
Her şeyden önce yeryüzünde bu virüsün tehdidi altındaki 7,5 milyar insandan biri olarak…
Sonra virüsün hiç de öyle teğet filan geçmediği Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak…
Ve elbette bir gazeteci olarak…
Bu konuya artık ne "Haksızlığa uğramış bir bilim adamının onur mücadelesi" olarak bakabiliyorum, ne de "YTÜ'de neler oluyor"u kovalıyorum.
Bu konu artık ne tek başına Prof. Dr. Adil Allahverdiyev'in meselesidir.
Ne Yıldız Teknik Üniversitesi'nin meselesidir.
Ne YÖK'ün meselesidir.
Ne de taşındığı mahkemelerin meselesidir.
Bu konu an itibarıya bütün insanlığı ilgilendiren bir meseledir.
Her birimiz ölümcül bir virüsün hedefi olduğumuz halde, her birimiz birer potansiyel Covid-19 vakası olduğumuz halde, bizi bu virüsten yahut öldürücü etkilerinden kurtarabilecek bilgi, birikim ve tecrübeye sahip, bu alanda öncü olmuş bilim insanlarından birinin elini kolunu bağlamak, laboratuvarının kapılarını yüzüne kapatmak, insanlığı +1 çözüm ihtimalinden mahrum bırakmak da bir nevi insanlık suçudur.
Benden söylemesi; vebali olan altında kalır.