Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Yavuz Selim DEMİRAĞ
Yavuz Selim DEMİRAĞ

Yılmaz Ağabeyim İçin...

Astsubay babası şehit olunca dört yaşında yetim kalmış Yılmaz... Üzerine titreyerek büyütmüş onu Melihat Anne... Dul kalmak zor iş... Üzerine şehit karısı olmak binince, emanet olan oğlundan başkasını görmedi gözü... Baba mesleğini sürdürüp memlekete hizmet için gece gündüz demeden yetiştirdi Yılmaz’ı... Babası hiç bir şeyden korkmaması için adını Yılmaz koymuştu. Yetimliğe yılmadan okudu Yılmaz... O Harp Okulu’nu okurken hele de son sınıftaki günlerinde deveye hendek atlattı anası... 30 Ağustos 2004 gecesini birlikte geçirdik. Teğmenliğinden emekliliğine kadar hiç koparmadık irtibatı. Olağanüstü bir çekim alanı vardı. Sadece ben değil hiçbir arkadaşı kızamazdı Ona... Orduda piyade ile jandarmanın, havacı ile denizcinin topçu ile levazımın arasında her daim çekişme olmasına rağmen istisnasız bütün sınıfların sevgilisiydi Yılmaz... O’nun yeşil gözleri efsaneydi... Harbiyeli yıllarında başkentte O’nun gözlerini görüp de tebessüm eden yüzene aşık olmayacak kız yoktu... Son derece kibardı... Sınıf arkadaşları “Süslü” derdi kıskançlıktan. Biz ise Yılmaz Ağabeye yakın olabilmek için rekabet ederdik. Okulda cezalı günlerdeki anılarımızla roman yazılır. Hastalığından hemen önce dinlediğimiz Türkülerin tadı anlatılmaz. Fasıla götürmüş, son defa ebedi aşkı Pelin’i telefon ile arayıp dinlediğimiz şarkılara eşlik etmesini istemiş, Pelin’den istek parçalar talep etmişti. Onların aşkı dillere destandı zaten. Biricik oğulları ve artık benim yoldaşım olan Aytun’da görüyorum güzel gözlerini...
Babasız büyümenin eksikliğini Engin Alan Paşam ile gidermişti. Kayınpeder-damat ilişkisi yerine gerçek anlamda baba-oğul gibiydiler. İki kızı olan Nevin-Engin Alan çiftinin öz oğullarıydı Yılmaz... Melihat Anneyi günde üç kez telefon ile arar, her fırsatta ana ile sofraya oturup doyumsuz yemeklerinden tadarak dünyanın en mutlu annesi olmasını sağlardı.
Engin Alan’ın ilk tutuklanmasında hiç ayrılmadık birbirimizden. Çoook içerlemişti. Üzüntüden kahrolduğuna tanık olunca “Paşam seni böyle görse çok kızar” diye uyarmıştım. İlk kanser teşhisi konduğunda “Ne yani bu saatten sonra kızamık olacak halimiz yok. Yenersin sen bunu” dediğimde nasıl da kahkaha atmıştı. İlk ameliyatında durumun vahameti ortaya çıkmıştı ama biz toz konduramıyorduk. Bu arada Silivri’ye gidemediği için ayrı bir ızdırap duyuyordu. “Sen ben ne fark eder” diyerek her fırsatta O’nun yerine gittim Silivri’ye... Alan Paşa’ya moral veriyor, Yılmaz için “iyi, toparlanıyor” diyordum ama O gerçeği bildiği için “Allah’ın dediği olur” sözleri ile umudun olmadığını bana kabul ettirmeye çalışıyordu.
Kızının kocası, torununun babasından önce silah arkadaşı olan Yılmaz’ın günlerinin sayılı olduğunu bildiği halde, üzüntüden kahrolduğu halde duruşundan bir milim taviz vermedi Alan Paşam... Suçsuz yere hapiste yatmak umurunda değildi. Yılmaz’ın son günlerinde elinden tutmak, zümrüt gözlerine bakamadığı için kırgındı Paşam...
30 Mart günü “Kanser Ettiler...” başlıklı yazımda Yılmaz Ağabeyimin her şeye rağmen bu illeti yeneceğini ifade etmiştim. Gün geçtikçe yanıltıyordu beni... Son bağırsak ameliyatından sonra ziyaretine gelen Korkut Alan’ın yanında telefon ile arayıp “Canım Kardeşim” deyişi kulaklarımda çınlıyor. Direniyordu... Çok sevdiği Engin Paşanın seçimden hemen sonra çıkacağını zannediyordu. Derken “Paşam gelmedi ben O’nu görmeye gidiyorum” sözleri döküldü dudaklarından. Artık kaldıramadığı kollarından sağını sallayarak veda edip komaya girdi. Ailesini, sevdiklerini ölümüne alıştıra alıştıra gitti...
12 Haziran’da ambulans ile oy kullanmaya gitme talebini doktorlar kabul etmemişti. Ertesi günü “gidip paşamızı getireceğiz” sözü vermiştim. Yerine getiremedim borçlandım O’na... Zafer Muratoğlu’nun “Süslü Kartalımızdı O...” şiirini göz yaşlarıyla okuyarak şimdi Fatihalar gönderiyorum O’na...

Yazarın Diğer Yazıları