Yıldız olayı ve memleket manzaraları
Oda TV Haber Müdürü Müyesser Yıldız ile TELE1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel, şafak vaktinde evlerinden kendileri, eşi ve oğlunun bilgisayar diskleri alınıp kelepçelenerek Emniyete götürülüyor, dört gün burada kaldıktan sonra Savcılıkta "siyasi ve askeri Casusluk yapmak" iddiasıyla tutuklandılar. Yıldız'a su bile verilmediği duyuldu. Mahkeme "casusluk suçlamasını kabul etmedi. Suçlamanın değiştirilmesi tartışmalı da olsa "Gizli bilgileri açıklamaktan" ve "kuvvetli suç şüphesi bulunması, delilleri karartma ihtimali ve kaçma şüphesi" sebebiyle tutuklanmasına karar verdi. İsmail Dükel, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı, Astsubay E.B tutuklandı. Böylece meskene baskın, kelepçe ve zindan işlemi tamamlanmış oldu. Malum medyanın "Müyesser Yıldız'ın ihaneti belgelendi" gibi başlıklarla linç ve mahkûm etme kampanyaları boşa çıktı. (12 Haziran 2020)
Yıldız'ın tutuklanmasına Hadımköy Kışla Komutanlığı'nda görevli ihbarcı astsubay E.B. ile görüşmeleri gerekçe gösterildi. Duruşmada Astsubay E.B.'nin avukatı Sahir Yılmaz'ın müvekkilinin "bipolar", ruhi bozukluğu olduğu ve bunun "cezasızlık" sebebi sayılacağını söylemesi ilginç bulundu. Yıldız'ın avukatı Erhan Tokatlı ise, şikâyetin Millî Savunma Bakanlığı (MSB) tarafından yapıldığını bildiklerini, ancak soruşturmanın imzasız bir ihbar mektubu ile başladığını öğrendiklerini ifade etti. İlginç olan Müyesser Yıldız'ın Milli Savunma ve İçişleri bakanlarıyla davalı olmasıydı. Üç ay önce de anlaşılamayan bir şekilde Odatv'den gazeteci Hülya Kılınç, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu ile Yeniçağ'dan Murat Ağırel'in, tutuklanmıştı.
Kamu vicdanı soruyor; "bu gazeteciler gerekiyorsa, hukuka uygun bir şekilde tutuksuz yargılanamaz mı?" Gerçekler yargıma sonunda ortaya çıkacaktır. Bekleyeceğiz.
Yaşananlar Ergenekon ve Balyoz davalarını hatırlattı.
"Ergenekon" ve "Balyoz"un ruhu
Mitolojimizde "Ergenekon", yok oldu zannedilen "Türklerin yeniden dirilişinin" adıdır. Tarihten gelen bu ölümsüzlük inancını ifade eden bu kavram 2007'de ABD ile mutabakattan sonra 2008 yılında açılan ilk davanın adı oldu. "Ergenekon", TSK'nın seçkin kadrolarını (Deniz-Hava-Kara Kuvvetlerini) hedef almıştı. Dava, medyada eşi görülmemiş yıkıcı bir kampanya ile, kimsenin ağzını açamayacağı tsunaminin etkisi altında başladı. Elbette bu tesadüfle izah edilemez. "Ergenekon"u, "Balyoz", diğer davalar takip etti."
Kurgusu, MİT'in mahkemeye gönderdiği raporda, güvenilmez, para düşkünü biri" dediği, daha sonra Kanada'ya kaçan papaz Tuncay Güney'in "ihbarları" üzerine hazırlanmıştı. Tabi, adı her türlü kirli işe karışmış, kendini imparator sanan Savcı Zekeriya Öz'ün "Osman'ım" dediği sahte gizli tanık Osman Yıldırım gibilerinin sayıları az değildi. Kumpas davalarının soruşturma savcıları Zekeriya Öz ve Cihan Kansız yurt dışına kaçtı, Özel Yetkili 16. Ağır Ceza Mahkeme başkanlarından Resul Çakır firari, Mehmet Ekinci ise tutuklandı. Diğer hâkim ve savcıların da bir bölümü ya tutuklu ya firari oldu.
İşte Müyesser Yıldız 2011 yılında bu "Ergenekon terör örgütü" davasında yargılandı, Silivri'de 16 ay hapis yattı. Sonra Gazeteciler Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Ayhan Bozkurt, Ahmet Şık, Nedim Şener, Coşkun Musluk, Sait Çakır, Yalçın Küçük, İklim Bayraktar, Emniyet Müdürü Hanif Avcı ile birlikte tümü beraat etti.
Davaların "ana savcısı" Zekeriya Öz, Müyesser Yıldız'ın dava açtığı kişi. Yasaya göre "hasım" durumunda, bu görevi yapamaz, ama yaptı. Ayşe Arman röportajından okuyalım: "Sorguda Öz, "Herhalde bana ifade vermek istemezsiniz!" diyor. Yıldız, "Yoo niye vermeyeyim ki, Benim için sakıncası yok." Dedim.
Zaten polislerin hazırladığı sorulardı. Tuhaf olan bu: Polis savcı olmuş, savcı hakim olmuş. Hakimin ne iş yaptığını çözemedim! Bunu da mahkemede söyledim zaten...
Arman- …birileri bilgisayarınıza bir şeyler yüklemişse, bu yüzden 'terörist' olmakla suçlanıyorsanız ve içeri atılıyorsanız...Delirmez mi insan."
Yıldız-Delirmiyorsunuz. Kendinizden eminsiniz. Biliyorsunuz ki suçunuz yok. Ama şunu da biliyorsunuz: Karşınızdaki güçlü. Elinde iktidar gücü var… (Ayşe Arman. 1.7.2012 Hürriyet)
Sonuç:15 Temmuz darbesi önlendi. Kaçanlar kaçtı, kalanlara, eksik ve yanlış da olsa gerekenler yapılıyor. Bu iyi. Ama ülkemize ne oldu? Bir ülkede yargı darbeciler dönemine benziyorsa, temel mesele budur. Huzur bozulacak, cinayetler, intiharlar, yıkılan yuvalar zirve yapacaktır. Vurgun soygun sorgulanamayacak. Anayasa raftan inmeyecek. Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, insan hakları, demokrasi hep sınıf düşecek. Ekonomi borç batağından çıkamayacak, kaynaklar kuruyacak. İşsizim ve açım diyenlerin feryadı yükselecek. Dış politikada dostumuz diyebileceğiniz ülke kalmayacak. Egemenlik ve ülke bütünlüğünü alenen hedef alan uluslararası terörün en büyük ve aleni destekçisi ABD ile iş yapılacak. Kahraman TSK'nın emir komuta birliği bozulunca, Harp Okulu, askeri liseler, Gata gibi askeri hastaneler kapatılınca ulusal güvenlik tehlikeye düşecek. Şu anda TSK'nın mevcudu 350-400 bin. İçişler bakanlığına bağlı Jandarma 190, Polis ve bekçiyle beraber 350 bin. Toplamda 540 bin ediyor. Yani TSK'nın 1,5 misli. Zorunlu askerlik 6 ay. Açık bilgiler böyle. Coğrafyamızın jeopolitiği zayıfları sevmez, bunu da biliyoruz.
Çare mi dediniz? Çok kolay. Kimse kaçmasın: işte sandık, işte seçimler. Sen kime oy verirsen Türkiye'yi o yönetecektir. Bunun başka yolu yok.