Yeniçağ neden yoktu?

Ülkenin başbakanı, maliyeti devletin kasasından karşılanan iftar yemeğinde yandaş medya ve çıkarlarını korumak için yandaşlaşmaya meyilli medya temsilcilerini ağırladı


Başbakan Erdoğan, önceki akşam Dolmabahçe Sarayı’nda ‘bazı’ basın yayın kuruluşlarının genel yayın yönetmenlerine iftar verdi. Yemeğe kimlerin katıldığını ‘iade-i teşekkür haberleri(!)’nden öğrendik.
Ya katılmayanlar?
Herhangi bir mazeret göstererek orada bulun(a)mayanlardan bahsetmiyorum. Merakımı celb eden davet edilmeyenler.
Birgün var mıydı mesela? Veya Sözcü? Varsayımlar veya ihtimaller yerine en iyi bildiğimiz ‘davetsiz’ gazeteden yola çıkalım.
Medyada itibar, yemek davetleri, uçak yolculukları, makas almalar, TMSF’nin maaşına nail olmalarla kazanıldığı için, herşeyden evvel, Başbakan’ın iftar sofrasında oruç açmaya layık bulunmamış(!) olmanın kahrından dermansız dertlere yakalanmadığımızı, hasedimizden çatır çatır çatlamadığımızı belirteyim. Çünkü medya ‘algıları otomatik robota bağlanmış’ tavırsızlara emanet olduğu sürece, işin sonunda gazetemin yedi yıldır, kimsenin önünde el-pençe durmadan, dişiyle tırnağıyla kazandığı itibarını zedelemek de var...


Davet edenler ve edilenler
Yemekte olmadığımız için, iki büklüm, boynumuz kıldan ince pozisyonunda, bakışlarımız ayak uçlarımıza odaklanmış, sakallarımızı görücüye çıkararak verdiğimiz pozlarla hal beyanında bulunamayacağımız. Ama gazeteci olarak da, medyayı yakından ilgilendiren bu habere duyarsız kalamayacağımıza göre, bize düşen ajansın geçtiği fotoğraf karelerine bakarak, iftar tertibine hakim olan ruh halini analiz etmek, tespit ve görüşlerimizi ortaya koymak.
Olayımızın iki tarafı var: Yatırımcıları, (pardon yapıcıları demek istedim, orucun son gününe verin ağız alışkanlığı!) ve iştirakçileri...
Meseleyi bu iki taraftan ayrı ayrı ele alacak olursak;

A)Başbakan’ın konumu açısından
Olayın dini / insani boyutu
Tayyip Erdoğan’ın kul hakkı ile imtihanı: Dolmabahçe iftarındaki Erdoğan, bütün sene çalışıp, ÖSS’de aşırı gerginlik, heyecan, kaygı gibi psikolojik nedenlerle bildiği soruları yanlış yapan öğrencileri hatırlattı. Sen hayatını “Müslüman olmak” olgusu üzerine şekillendir, sonra da bir kuru inat mı, anlaşılmaz kin mi, keyfiyet mi, kimbilir ne uğruna, İslamiyet’in “cennete girmeye mani” saydığı, günahların en büyüğünün sınırlarına gir.
Soru şu: Bir Başbakan maliyeti devletin kasasınca karşılanan bir yemeğe ‘davet edilmesi gerekenler’ arasında ayrımcılık yapabilir mi? Yaparsa ne olur?
Erdoğan, içinde bastırılmış bir “maskeli balo özlemi” taşıdığına inandığım, kılık değiştirmeye meraklı bir siyasi. Kafa karışıklığına fırsat vermemek için hangi eylemlerde, hangi kıyafeti tercih ettiğini kamuoyuyla paylaşacak kadar da titiz! Mesela, iktidar olmak için “milli görüş” gömleğini çıkardığını duyurdu. DTP’lilerle görüşürken -gölge etsin diye olmalı- “AKP Genel Başkanı” şapkası taktığının altını çizdi. Şapkasız çıktığı zamanlar, onun Başbakanlık vazifesini ifa edişine denk gelir.
Dolmabahçe iftarında ‘şapka’ detayı vermediğine göre, Başbakan sıfatıyla orada olduğunda mutabık olmalıyız. Dolayısıyla medya temsilcilerini buluşturduğu yer “devlet” çatısı. ( Dolmabahçe sicili tartışmalıdır. Dönemin Genelkurmay Başkanı ile, Fenerbahçe maçını kritik eder gibi, devlet sırrı paylaşmışlıkları vardır ya, karıştırmayalım.)
Erdoğan o iftarı kendi cebinden, Tophane kuru fasulyecisinde değil de, devlete ait bir mekanda, devleti temsil eden bir sıfatla, maliyeti devlet tarafından karşılanır biçimde verdiğine göre, “yandaş basın yayın kuruluşu” , “sindirilmenin arifesindeki basın yayın kuruluşu”, “açılım yapılacak basın yayın kuruluşu” diye özel tercihlerine, ilişkilerine, duygularına, ideolojisine, hedeflerine uygun bir davet listesi çıkarabilir mi?
Yeniçağ gazetesi de devletin resmen tanıdığı basın yayın organlarından biri değil mi? Korsan yayın mı yapıyoruz biz?
O sofra ki bedeli, özel ve tüzel kişilerden alınan vergiler ile, hizmet karşılığı yine bizlerden alınan harçlardan ödendi. O para Yeniçağ okuyucusunun da cebinden çıktıysa, o sofrada olmak Yeniçağ’ın ‘hak’kı değil mi?
Sakın eline şeker verilmemiş çocuğun ağlamaklı haliyle, beklentiyle kurulduğu fikrine kapılmayın bu cümlelerin. Devlete vergi veren milyonlar adına, yapılan yanlışın hesabını vermenizi istiyorum.
Alın terimizle alınan hurmayla, kıdemli yağcılarınızla, yağcı adaylarınızın ağzını tatlandırmak, bizim ve milyonlarca insanın kul hakkına girmek değil midir Sayın Başbakan?
Mesele, sadece emeğimizi, paramızı adil olmayan biçimde kullanmak da değil. Bu tutumunuzla ibadetimize de engel olmadınız mı? Davet farz, icabet sünnet değil midir? Yeniçağ’ı davet etmeyerek, bir yandan size farz olunanı yapmamış, diğer yandan da bizim davete icabet etme fırsatımızı ortadan kaldırarak sünneti yerine getirmemize mani olmuş olmadınız mı? Kul hakkı günah ise, siz şimdi bu yönden de iki kere günah işlemiş sayılmıyor musunuz?


Ötekileştirme ve kindarlık
Son üç aydır gözlemlediğimiz yoğunlaştırılmış programınıza bakın. Ne yapıyorsunuz?
Kürtlere açılıyorsunuz...
Ermenistan’a açılıyorsunuz...
Heybeliada’ya açılıyorsunuz...
AB’ye açılıyorsunuz...
Ortadoğu’ya açılıyorsunuz...
Dinlere açılıyorsunuz...
Mezheplere açılıyorsunuz...
Hepsi aksak ritmde, hepsinin bir yanı topal, hepsi ‘hak’lar değil ‘imtiyaz’lar üzerine kurulu.
Pastanın büyük dilimine sahip grubun da kuyruğunu kıstırmışken, belli ki medyaya da açılmaya karar vermişsiniz. Pek güzel. ‘Böl-parçala-yönet’i bir strateji olarak benimseyen ‘model ortağınız’dan mı feyiz aldınız bilemiyorum ama bu açılım da ayrıştırıcı.
Bir gazeteyi diğerlerinden ayrı tutan, dışarıda bırakan onu ötekileştiren bir anlayış, hem demokrasi, hem birlik, hem de kardeşlik projesinin mimarı olabilir mi?
Başına eklediğiniz “milli” kısmına hiç değinmeyelim isterseniz. Millet ve milliyet düşmanlarıyla, İmralı’daki caninin postacılığına adaylarla, Soroscularla, AB’ye makbuz karşılığında sivil darbe ortamı yaratmak için iş yapanlarla, mübarek Ramazan günü yudum paylaşıp “milli direniş”in kalesi Yeniçağ’ı öteleyen bir açılıma “milli” derseniz komik olmaz mı?
Öteki yaratmanın önkoşulu kendini tanımlamaktır. Ötekileştirdiğiniz, sizin “ne olmadığınızı” gösterir.
Biz Türk’üz, milliyetperveriz, vatanı namus görenlerdeniz, Atatürk’ün yolundayız, ibadeti mahremi sayanlardanız...
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanının, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş ilkelerine, temellerine, felsefesine tavizsiz sahip çıkan bir gazeteyi öteki haline getirebilmesi için kendisini nerede konumlandırması gerekir farkında mısınız Sayın Başbakan?
Siz bizim karşımızda olabilir misiniz? Milli, dini, insani değerlerin rafa kaldırıldığı yerde misiniz?
Onun için mi, dağdaki teröristi bile affetmeye hazırsınız da, eli kanlı katillerin meclisteki avukatlarıyla aynı havayı solumayı içinize sindiriyorsunuz da, bugün sadece milyon dolarlarını kurtarmak için, şahsiyetlerinden vazgeçip eteklerinizde dolananlardan tiksinmiyorsunuz da, devletin bütün kurumlarını köstebek yuvasına çeviren, ülkenize sahip çıkmaya kalkıştığınızda “Paşasının Başbakanı” diyerek önünüze dikilenleri, size hergün örtülü tehditler savuranları devletin masasına çağırıyorsunuz da Yeniçağ’ı yok sayıyor havası veriyorsunuz?
Bu neyin kini sayın Başbakan?
Öcalan’ın çizgisindekilerle bile oruç attığınız saatten sonra, Yeniçağ’ın nesini ‘kabul edilemez’, ’tahammül edilemez’, ‘biraraya gelinemez’ bulduğunuzu açıklamak zorundasınız?
İftarda hemen yanınızda oturan, muhtemelen ilk açıklamanızda “Listeyi ilgili arkadaşlar hazırladı” diyerek kendisini işaret edeceğiniz sosyoloji profesörü Edibe Sözen, dini bir birleştici unsur haline getirmekten bahseden size, ötekileştirmenin bir çeşit hedef gösterme olduğu gerçeğinden, linç kültürüne çanak tutmak anlamı taşıdığından, faşizan bir tutum olduğundan bahsetmedi mi hiç? Sadece Firavunların, Nemrutların, diktatörlerin ötekileştirdiğini anlatmadı mı? Yoksa size putları kıran Hz. İbrahim’i hatırlatıyoruz?
Ayrımcılık yapan Başbakan suçlu da, o yemeğe katılan medya temsilcileri sütten çıkma ak kaşık mı?


B)Medyanın temsil ettiği değerler
Önünü iliklediğini vurgulamak için elini ceket düğmesinden bir an olsun ayırmayanı, 3 milyar 755 milyon liralık cezaya uğrayan kendileri değilmişçesine uzlaşma kahkahalarıyla tokalaşanı, başının okşanmasını bekleyeni, üç numaralı koyun bakışını atıp biata hazırım mesajı çakanı, kırmızı kurdele takılmış öğrenci edasıyla kasım kasım kasılanı ile medyanın sütten çıkan ak kaşık olmadığı ortada da, ağızlarının suyunun akışına şahit olduğumuz o iftar masasından sonra, çoğunun aktan çıkan kaşıklar olarak topluma kimbilir neleri ‘yedirmeye’ kalkışacaklarından eminim.
Genelkurmay’ın akreditasyon uygulamasını protesto etmek üzere kaleminden kan damlayan abiler; bakıyorum da iktidarın korku politikası, Demokles’in kılıcı gibi tepenizde sallanırken pek memnun kalmışsınız Başbakan’ın akreditasyonundan?
Ha siz bir de Genelkurmay’ın 30 Ağustos resepsiyonunda, davetlilerin Başbuğ ve kuvvet komutanları ile tokalaşmak için kapıda oluşturduğu kuyruğu eleştirmiştiniz değil mi?
Şöyle bir baktım da, kılık kıyafet kontrolünden geçecek ilkokul öğrencileri gibi nasıl da dizilmiştiniz, Erdoğan’a saygılarınızı bildirme kuyruğuna. Nasıl da heyecan içinde bekliyordunuz sıranın size gelmesini. İki dirhem bir çekirdek hazırlanmıştınız ama, hoca bu belli mi olurdu, takar mı takardı değil mi?
Hayalkırıklığı yarattığını söyleyemeyeceğimiz, ama topluma kimsenin söylediği kadar demokrat, söylediği kadar milli, söylediği kadar barışçıl, söylediği kadar adil olmadığını göstermek görevimizi yerine getirmek adına da kaleme almaktan geri duramadığımız o iftar yemeğinin ardından iki çift lafımız var Başbakan’a; biri hatırlatma, biri teklif:
Velev ki o masa Edibe Hanım’ın eseri, eğer bu yolla kul hakkına girmiş iseniz günahınızın bedelini danışmanınız mı ödeyecek sanıyorsunuz?
Ve son olarak Sayın Başbakan; gözümüzün yediğinizde içtiğinizde olmadığının, izlediğiniz siyaseti eleştirmeyi görev edinen ancak ‘Başbakan’ sıfatınızı ötekileştirmek tuzağına da düşmeyen bir gazetecilik anlayışına sahip olduğumuzun bir nişanesi olarak, size, Ramazan bitti ama şöyle hafiften içinizin kıyıldığı bir vakit, sadece kendi emeğimle, kimsenin hakkına girmeden kazandığım helal parayla bir çorba ısmarlamayı teklif ediyorum!


Edibe Sözen faktörü
Dolmabahçedeki seçilmiş genel yayın yönetmenler iftarında Başbakan’a eşlik edenler arasında AKP’nin medya ve tanıtım işlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Edibe Sözen de vardı. Sözen’in, üzerinde Erdoğan’ın tam 30 adet resminin bulunduğu tebrik kartlarını hatırlayınca, kraldan çok kralcılık alışkanlığının bu yemeğe de etki etmiş olabileceğini göz önünde bulundurmak gerek...

MİNİ YORUM
Padişah ile dalkavuk

Aşağıda medya eleştirisine yer verdiğimiz Onur Öymen’in atıfta bulunduğu patlıcan dalkavuğunun hikayesi: Padişah patlıcanı çok severmiş. Dalkavuğu da “Siz söyleyince ağzımın suyu akıyor, akşam olsa da yesek” diye övermiş. Padişah, patlıcan salatası, reçeli, karnıyarık, musakka, turşu, dolma, kebap, kızartma dedikçe dalkavuk patlıcanı yere göğe koyamazmış. Bir gün patlıcandan bıkmış padişah. Dalkavuk ne demiş dersiniz: Aman padişahım musakkanın yenilmesini de yasaklamak lazım!

Patlıcan dalkavukluğu yapıyorlar
İftarın insani ve mesleki değerlendirmesini yaparken, işin devlet geleneğine göre de vehamet içerip içermediğini merak ettik. Diplomat kökenli olduğu için bu geleneğe hakim milletvekillerinden CHP’li Onur Öymen’i aradım ve Başbakan’ın iftarında göze çarpan ayrımcı uygulamalarının kabul edilebilir olup olmadığını sordum. Öymenin cevabı kısa ve net oldu: “Doğru da değil, kabul edilebilir de değil... “
Konuşmamızın devamında Öymen sözlerine, AKP iktidarından farklı bir tutum, hele hele tarafsız bir tutum beklemenin mümkün olmadığını, iftarda ortaya çıkan skandal tablonun şaşırtıcı sayılamayacağını ekledi. İktidarın ilk gününden beri tepki çeken ‘uçakta ağırlanan gazeteciler’ konusunu hatırlatan Öymen, “Başbakan’ın Vakit muhabirlerini ağırladığı uçakta bugüne kadar Yeniçağ’dan, Cumhuriyet’ten, eleştirel yayın yapan başka bir kurumdan gazeteciyi gördük mü? Yandaş medya kavramı böyle ortaya çıkmadı mı?” dedi. Medyanın iktidarın yandaşlaştırmaya dönük uygulamalarına zemin hazırladığını da belirten Öymen, iftara katılanları şöyle eleştirdi: “Yayın organları iktidara yaklaşma ihtiyacı hissediyorlar. Bir hafta önce 4 milyar liraya yakın vergi cezası alanlar yağ yapma fırsatını kaçırmıyorlar. Yediklerini bile ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Bir Genel Yayın Yönetmeni televizyona çıkıp, “Ban tatlı yemedim ama o da çok lezzetliydi” diyecek noktalara vardırabiliyor yağcılığı. Patlıcan dalkavukluğu yapıyorlar. Medya teslim olmuşsa, iktidarıa söyleyecek çok söz yok.”

Yazarın Diğer Yazıları