Yeni patronlara soracak mısın?
Mehmet Betil sıcak para, Avrupa fon verdi; gazete kurtuldu. Eski patronuna değirmenin suyunu soramayan Ahmet Altan, cömert destekçileriyle mali kaynaklarını konuştu mu? Yoksa Taraf’ta “parayı veren düdüğü çalar” mı?
Ahmet Altan bir “araştırma” üzerinde çalışmak üzere kayıplara karışmıştı. Dün Taraf’ın sürmanşetten verdiği “Zoru aştık, artık sağlamız” açıklaması vesilesiyle Altan’ın neyi araştırdığını öğrendik. Altan Mehmet Betil’in gazeteyi içinde bulunduğu mali krizden kurtaracak ’sıcak para’yı sağladığını ilan etti.
Taraf uzun süredir zarar etmesine karşın, yayınını sürdürmekle kalmıyor, “alanının” önde gelen isimlerini de transfer edebiliyordu. Bu işin sıırını soranlara Altan’ın cevabı hep aynı oldu: Patrona paranın kaynağı neresi diye sormam. Orası beni ilgilendirmez...
On yılı garantilemek
Altan’ın anlattığına göre Betil’in sıcak para desteği öyle az buz değil. Baksanıza “Lanet olsun, kapatalım gitsin” diyen kadro, önümüzdeki on yılı garantiye aldıklarını söylüyor.
Altan’ın yeni patrona dair anlattıkları şunlar: “Mehmet Betil geldi. Bütün hesaplarımızı çıkarttık. Mehmet, gerekenden de fazla taze parayı koydu. Nefes aldık. Önümüzdeki on yılın stratejisini belirledik.”
Türkiye’nin en güçlü holdingleri bile kriz ortamında on yılı öngöremez haldeyken, Betil, Taraf’a nasıl bir destek sağladı ki, gazete böyle derin bir nefes alabildi?
Acaba Alkım Yayınları’nın ortakları Başar ve Savaş Arslan kardeşlere ‘gazetenin neyle döndüğünü’ soramayan Altan, Betil’e, Taraf’a sağladığı desteğin kaynağını sordu mu?
Biz bile merak ettiğimize göre, parayı alan Ahmet Altan’ın, kullanacağı malzeme ak mı, kara mı, yasal mı, değil mi, başına iş açar mı açmaz mı sorgulaması gerekir değil mi?
Tabii Taraf için, garantiye aldığı on yılın stratejisi “parayı veren düdüğü çalar”sa o başka!
Meydan okudu
Altan’ı okudukça, krizde kıvranan medyaya nispet yapar gibi “Artık rahatız ve sağlamız” demelerinin, “İstersem var ederim, istersem yok ederim” diyen Türkiye’nin efendileri ellerinden geleni ardlarına komasınlar“ meydan okumalarının arkasındaki tek gücün Mehmet Betil olmadığını da anladık. Meğer dışarıdan da fonlanıyorlarmış. Bunu da itiraf ediyor Altan. ” İntikamcı siyasetçi, öfkeli general, kaypak bankacı, ödlek zengin, sözünden dönen dost “ gibi ifadelerle yerli sermaye sahiplerine kin kusarak ”Dünyanın “demokrat” gazetelere fon açan basın kuruluşlarıyla temasa geçtik, bir kısmıyla anlaşmaya vardık, bir kısmıyla görüşmelerimizi sürdürüyoruz” diyor.
Altan tatmin edilmiş ceplerinin güdülemesiyle, darbe ve ordu yanlısı aşağılık yayınlar, iktidarın muhaliflerini susturacağını söyleyen fütursuzlarla mücadele edecekmiş. Hazır ol Türkiye; Kadıköy yakasından yeni bir toz bulutu yükseliyor.
Para peşinde koşmaktan bitap düşen Altan haftaya işbaşı yapınca özellikle Avrupa’dan fon almak için ‘hangi kriterleri’ yerine getirme taahhüdünde bulunduğunu açıklayacak mı bakalım?
++++++++
Kemal Gürüz’e çok kötü bir haber:
Amerika gizli ulusalcı
Ertuğrul Özkök epey geç uyandı. Ama zihni pek berraklaşmış. Nerede o milliyetçileri “faşist, halk düşmanı, militan, ırkçı, marjinal”sayan Ertuğrul, nerede “bozkurt Ertuğrul!”
Ünlü Amerikalı golfçü Tiger Woods’un konuşması “dejavu” yaşatmış Özkök’e. Dil hassasiyeti olan arkadaşlar sakın ayaklanmasın. Maksat bağcıyı dövmek değil üzüm yemek... Daldığı derin uykudan uyanmış bir büyüğümüz, yazdıklarımızı anlayabilsin diye, bir yazılığına medyanın ortak iletişim dilini kullanıyoruz.
Dejavu, sanıldığı gibi bir şeyi ikinci defa yaşama hali değildir. Beynin ‘giriş anı’ sırasında algılayamadığı bir girdiyi, algılandığı anda tanıdık geldiği için daha önce yaşadığı hissine kapılmasıdır. Biz buna amiane tabirle “ancak dank etti” diyoruz.
Özkök’ün yazısının bir bölümü aktarıyorum: “Tiger Woods’u alkışlayanlara bakıyorum.
Demokrat. Yani Amerika’nın Vietnam’ını, Irak’ını eleştire eleştire gelmiş. Dakika bir gün bir “ordumuzla gurur duyuyoruz” diyor. İçim burkularak derin bir hüzünle izliyorum. Biraz sonra sahneye Amerikan kartalı getiriliyor. Nedir Amerikan kartalı?
Sembol mezarlığı
Bir nevi bozkurttur. Yani Amerikan kuruluş efsanesinin sembollerinden biri.Bizde böyle bir tören olsa...Birileri sahneye bir “bozkurt” çıkarmaya cüret etse... O başbakan geldiğine geleceğine pişman edilirdi. Ne faşistliği bırakılırdı, ne ırkçılığı... Çünkü bu ülkenin arkasında, tarumar edilmiş milli semboller mezarlığı vardır.
Sahnenin arkasında, Abraham Lincoln’ün heykeli. Her çıkan ondan bir iki cümle okuyor. Kimdir Lincoln? Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu babalarından biri.
Sense, Atatürk diye ağzını açsan, yüzlerce sözde aydın “diktatör” diye bağırmaya hazır bekliyor.
Anafatalar unutulmuş, Trablus unutulmuş, Kurtuluş Savaşı unutulmuş.
Millet nasıl doğar?
Cumhuriyetin kuruluşu desen, zaten damgasını yemiş, geldiği yere iadesiz taahhütlü postalanmış.
Töreni seyrediyorum.
Bir millet nasıl doğar, nasıl yaşar?
Cevabı o sahnede.
Ya bir millet nasıl darmadağın olur?
Cevabı bizim mahallelerde...
Uzun süre insanların elindeki bayrakları savaş silahı, bölücülük aracı sayan, bozkurtu Jean Christophe Grangè’nin romanındaki yeraltı örgütünün etiketi sanan Özkök, nihayet bunların “milli sembollerimiz” olduğunu algıladığına göre, buna dejavu, günaydın... denmez de ne denir Allah aşkına?
Bu yazıyla en çok sarsılan kişi, kuşkusuz eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz oldu.
‘Ergenekoncu diyerek benim ulusalcı olduğumu mu ima ediyorsunuz. Ne alakası var kardeşim. Ben Amerikancıyım. Benim barış, refah, mutluluk kaynağım Amerika... Gerisi hep angarya’ tadındaki açıklamasından sonra Amerika ulusalcı çıktı. İyi mi?
Ahmet Hakan’dan rica ediyoruz; Gürüz’ün bu konudaki duygularına da tercüman olabilir mi acaba?
Belli mi olur, tutar belki bu kez de, ‘Ben dışarıdan biri olarak küresel politikalarından sorumluyum, onlar Amerika’nın iç işleri karışamam’ der.
Kim bilebilir ki!...
++++++++
Dokunulmaz olmanın püf noktası
Ali Sirmen geçen gün televizyondaki bir açık oturumda dedi ki: Korkuyorum...
Ne diyor ana muhalefet: Türkiye korku imparatorluğuna dönüştü...
Seçimle iktidara geçmiş, Meclis’te çoğunluğu sağlamış bir sivil iktidar yönetiminde nedir bu korku?..
Geçenlerde bir dostum: Artık telefonlarda konuşamıyorum.. diyordu...
Ergenekon iddianamesi benim telefonlarda ileri geri, alaylı kalaylı, saçma sapan konuşma özgürlüğümü elimden aldı...
Telefonda gelişigüzel konuşmak, üç beş kişi bir araya gelip yemek yemek, on beş yirmi kişi fikir alışverişi yapmak için toplanmak... Artık hepsi suç bunların...
Polis gözaltına alıp soruyor:
- Niye buluştunuz?.. Ne konuştunuz?..
Kim vurduya gitmek işten değil...
Üstelik korkmak da sorunu çözmüyor ki...
Peki, ne yapmalı?..
Geçen gün gözaltına alınıp salıverilen eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz sanırım çareyi ya da çözümü bulmuş...
Çare ya da çözüm ne?..
Hürriyet gazetesi pazar günkü sayısında sihirli formülü sürmanşetten bakla gibi harflerle verdi...
Eski YÖK Başkanı Profesör Kemal Gürüz, kendisiyle konuşan Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a demiş ki:
- Ne Ergenekon’u..
Ben Amerikancıyım...
Başlığın altında açıklaması da var:
- Amerikan emperyalizmi palavradır. Ben Amerikancıyım...
Ali Sirmen’e de tavsiye ederim... Korkmasın...
‘Ben Amerikancıyım’ dedi mi, kendisini güvene alır...
Sevgili okurlar...
İşin püf noktası ortaya çıktı...
Laf aramızda ben de Amerikancı olmaya hazırlanıyorum; şu Ergenekon belasından başka türlü kurtuluş yok...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
++++++++
Hazin son
İnsan neci olmak istediğini kendi seçebilir ama herkesi bir şeycilikle suçlayabilmiş bir YÖK başkanının, “Ergenekoncu” olmadığını söyleyebilmek için “Ben Amerikancıyım” diye bağırması hazindir.
Yanlış anlamasın; önce memleket için hazindir!
* Umur Talu/ Sabah
++++++++
Bir darbenin anatomisi
Soner Yalçın,“Darbeyi sadece askerler mi yapar?” başlıklı yazısının bir bölümünde tarihten bugüne bir çizgi çekiyor. Diyor ki:
“Almanya’da Weimar Cumhuriyeti’ni kim yıktı: Adolf Hitler.
Hitler’in kurduğu cumhuriyetin adı neydi: Demokratik Cumhuriyet.
Hitler’in parlamento darbesiyle kurduğu bu cumhuriyetin silah gücü neydi: Polisler.
Hitler’in diktatör olmak istediğini anlamayıp ona yetki kanunu veren kimlerdi: Merkez sağ partiler.
Hitler’i diktatör yapacak yasalara ve uygulamalara mecliste karşı çıkan kimdi: 88 sosyal demokrat milletvekili. Hitler’in arkasındaki meclis gücü neydi: 441 milletvekili.
Hitler’e karşı çıkan basının ve muhalefetin başına ne geldi: Hepsi cezaevine tıkıldı.
Hitler’in Reichstag yangını gibi provokasyonlarla kandırıp ele geçirdiği son kurum neresiydi: Alman Ordusu.”
* Melih Aşık / Milliyet
++++++++
Gazeteyi okudu ve...
Reha Muhtar Vatan’daki köşesinde “Elbette hesaplaşanlar, yarının çok daha güzel olacağını söyleyecekler. Elbette, geçmişin kanının müsebbibi olarak birbirlerini ilan edenler, verdikleri kutsal savaşı, gözümüzde iyice kutsayacaklar, ulaşılmaz mertebesine çıkartacaklar...” diye başladıktan sonra bu hesaplaşmanın son kurbanını şu cümlelerle duyurdu:PKK’yla savaşta tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş emekli albayın kafasına kurşun sıktığı olayıyla çalkalandı Türkiye. Gazeteyi okumuş, hakkında yazılanları sindirememiş ve kafasına kurşun sıkmıştı..
Orhan Pamuk, Tuncay Güney, Hrant Dink üzerinden ‘medyatik linci’ eleştiren Hasan Cemal bu konuda da birşey yazmayı düşünmez mi acaba?
++++++++
GÜNÜN SORUSU
Soru: Türkiye’de darbeler dönemi bitti mi?
Yanıt: Askeri darbeler dönemi bitti... Sivil darbe dönemi
başladı...
* Haldun Ertem
++++++++
MİNİ YORUM
Güçlü kadınlar Dati’yi sevmez
Elif Şafak, Fransa Adalet Bakanı Raşida Dati’ye hayranmış. “Topuklu ayakkabıları, koyu renkli ama gayet kadınsı kıyafetleri, kararlı duruşu, silinmeyen gülüşü, meydan okuyuşuyla” her ülkenin parlementosuna muhakkak lazımmış. Şafak, Dati’nin eleştirilmesini de geleneksel, “güçlü kadınlar güçlü kadınlar”ı sevmez tezine bağlamış. Şafak’ın zihninde güçlü kadın kavramı tam oturmamış herhalde. Güçlü kadınlar hasretlerine, özlemlerine yenilip erdemlerini çiğnemeyecek iradeye de sahiptirler. Duygularını meşrulaştırmaya çalışarak değil, duygularına rağmen ayakta kalırlar. Oysa, Dati, kendi zayıflığına bile sahip çıkamayacak kadar güçsüz bir kadın portresi benim gözümde...