Hocalı katliamı büyük acımızdır
Sayın okurlarım SSCB’nin yardımları ile Ermenilerin Azerbaycanlı Türk kardeşlerimize uyguladıkları Dağlık Karabağ ve Hocalı katliamlarını geçireli, on dokuz yıl oldu. İki gün sonraki 26 Şubat’ın, 1992 yılından itibaren artık, Azerbaycan ve Anadolu Türkleri için sıradan bir gün olmadığı, Ermeni katiller tarafından Türklere karşı işlenen bir suç olduğu kabul edilmiştir. Ermenilerin bu hareketlerinden birkaç ay önce de, Rus orduları Bakü’ye girmiş ve Azerbaycanlı kardeşlerimize hakaretler ve işkenceler uygulamışlardı. Türk Milliyetçileri olarak bizler de, telefon haberleşmeleri ile Taksim Meydanı’nda toplanmış ve Tünel yolundaki Sovyet Elçiliği’ne siyah çelenk koyarak uygulamayı protesto etmiştik. Ancak, Türk Dünyası’nın Kutup Yıldızı görünümündeki Cumhuriyetimizi en üst seviyede temsil eden yöneticilerimiz, bizim davranışlarımızı uygun bulmamışlar ve günlük beyanları ile bizlere, Ermenilerin uyguladıkları “Hocalı Katliamı” kadar acı çektirmişlerdir;
Cumhuriyetimizin o devirde başında bulunan Turgut Özal, “Bunda üzülecek ne var? Onlar Şii, biz Sünni’yiz” demişti. Başbakan Süleyman Demirel de, “Rusların Kızıl Orduları ile yirmi yedi bin atom başlıklı füzeleri var” diyerek, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçibey’in Hocalı’daki yaralıları taşımak için istediği iki helikopteri vermemişti.
Sayın okurlarım, işte o acılı, katliamlı günlerde bizler, bu yanlış ve yetersiz görüşlerin ve uygulamaların muhatabı olmuştuk. Hâlbuki o yıllarda SSCB’nin uyguladığı düzen iflas etmiş ve Kızıl Ordu da kuvvetini kaybetmişti. Batılı emperyalistler Sovyet yöneticileri ile işbirliği yaparak Türk Dünyası’nın kaynaklarına ve kritik maddelerine ortak olma yarışına girmişlerdi.
Sovyetler Birliğindeki Türk Topluluklarında şuurlu milli kuruluşlar uyanmaya başlamıştı. Azerbaycan Halk Cephesi, Bakü’deki “Lenin Meydanı”nın adını “Azatlık Meydanı” olarak değiştirerek, yüz binlerin iştiraki ile tertiplediği mitinglerle milli uyanışın temsilcisi olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin dağılmaya yüz tuttuğu yıllardan önce Türk Dünyası’na ilk seyahati, 1989 yılında Türk Dünyası Araştırmaları Vakfımızın Genel Başkanı Prof. Turan Yazgan Hoca’mız Bakü’ye yaptığı yüz yetmiş kişilik kafile ile beraber bizleri çok değişik yaşama dönüştürmüştür.
Bu dönüşümden sonra, birçok Türk Milliyetçisi ve Kuruluşları Türk Dünyası ile temasa geçmişti. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfımızın, Aydınlar Ocağımızın ve Türk Ocaklarımızın önder faaliyetlerinden faydalanarak, Türk Dünyası’nın liderleri ile birlikteliğimizi devam ettirerek, Türk Birliği’nin temellerini atma gayretinde faaliyet gösterdik.
Memleketimizi, tüketici ekonomi ile tanıştıran, mozaik kültürüne öncelik veren, enflasyonu körükleyen “Benim memurum işini bilir” gibi bize çok pahalıya mal olan vecizenin sahibi Turgut Özal’ın yanında olmadık.
Ermeniler, kardeş Azerbaycan topraklarını istila ederken seyirci kalıp, bir kamyon votkaya esir olacak hale gelen Rus Ordusu’ndan “Kızıl Ordu” edebiyatı yaparak Elçibey’i yalnız bırakan ve yaralıları taşıyacak iki helikopteri ondan esirgeyen ve milyonlarca Doğu Türkistan Türkü’nün kanına giren Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı’na “Devlet Nişanı” veren Süleyman Demirel’in de yanında olmadık.
Daima Türk’ten yana ve Türk Birliği’nden yana olduk.
1992 yılının güzel bir yaz ayında Bakü’ye yaptığımız bir ziyarette, Hocalı katliamından kurtulan kardeşlerimizin misafir edildikleri mahalleye konuk olarak gidip kucaklaşarak Türkiye’mizden getirdiğimiz armağanlarımızı sunduğumuzu unutamıyorum. Sayın okurlarım, Türk Milliyetçileri eninde sonunda Türk Birliğini kurarak, Hocalı Katliamı’nın acılarını da bizlere unutturacaklardır.
Tanrı Türk’ü Korusun.
Not: Geçen haftaki yazımda bir satır teknik sebepten atlanmış. 1992 yılında Ankara Hipodromu’nda Cumhuriyet Bayramı törenlerini birlikte izlediğimiz Türk Dünyası liderleri arasında Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçibey, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Akayev ve Türkmenistan Cumhurbaşkanı Niyazov da vardı.