'Yapmadım' diyememe hastalığı bulaşıcı olmalı
Yeniçağ’dan Sabahattin Önkibar, Sözcü’den Emin Çölaşan ve Milliyet’ten de Melih Aşık ısrarla sordu: “CINE 5’teki programın için TMSF’den ne alıyorsun? Ne kadar alıyorsun? Bu ‘hizmet’in bedeli ne?”
Diyeceği altı üstü “..... TL alıyorum” yahut “CINE 5 için, her Allahın günü iki programı birden, babamın hayrına yapıyorum.” Ama bugüne kadar ikisini de diyemedi Mehmet Altan.
Para kolay kazanılmıyor. Vatandaş da haliyle zarla zorla, tabiri caizse taşı sıkarak, cebine damla damla aktarabildiği paranın, ana vanadan kimlerin eliyle, kimlerin cebine boca edildiğini merak ediyor. Bu cevabı aramak gazetecinin hakkı.
En son Sabahattin Önkibar, CINE 5’in Altan’a kıyağının 50 milyarlık olduğunu yazdı.
Melih Aşık da aynı iddiayı kendi köşesinden aktardı.
Cemil Çiçek’in Erzincan Cumhuriyet Başsavcısını “aramadım” diyememesi gibi, Mehmet Altan da “Öyle bir para almadım, almayacağım” diyemedi. Cevap vermek yerine, “yalan” ise doğrusunu yazmak yerine, Melih Aşık’a küfretmeyi tercih etti.
Sözde cevaba bakın: “İspatlayamazsan, “kullanışlı” bir gazeteci olduğun iyice ortaya çıkacak.”
Kovalamaç oynarken, aradaki mesafeyi açıp, yakalanmayacağını garantiye aldıktan sonra, peşinden gelenlere dönerek “yakalayamazsın kiiii” diye nanik yapan çocukları hatırlatıyor Altan’ın tavrı. Tabii aradaki “masumiyet farkı”yla.
Yalanlamadan, ispata davet ettiğine göre; “Karda yürürüm izimi belli etmem” demeye mi getiriyor Mehmet Altan?
* * *
Çifte kaymaklı kadayıf
TMSF tarafından CİNE 5’e atanan Prof. Mehmet Altan’a kaç para ödendiği bir süredir merak konusuydu. Yeniçağ’da Sabahattin Önkibar dün Mehmet Altan’a ayda 50 milyar lira ödendiğini yazdı. Devlet kapısından beslenmeyen gazetecilere “Ordu tarafından faydalanılacak” diye çamur atanlar, “siyasi iktidarın faydalandığı” isimler listesinde yer almaktan hiç sıkılmıyor. Kendileri de karşılığında 50 milyarcık faydalanıyor. Çifte kaymaklı ekmek kadayıfı... l Melih Aşık / Milliyet
* * *
Kullanışlı gazeteci...
Dünkü yazındaki bana ait parasal iddiaları ispatlayamazsan, yazarlık kisvesi altında iş gören “kullanışlı” bir gazeteci olduğun iyice ortaya çıkacak. Bir nebze haysiyetin, onurun, dürüstlüğün varsa o yazdıklarını kanıtla, belgelerini göster. Koskoca adam oldun hala böyle yalanlar yazmaya utanmıyor musun? Daha ne kadar böyle yalanlarla, “andıçlarla” kendini kullandıracaksın?
l Mehmet Altan / Star
* * *
Bir Mutlucan türküsü eksik
Cumhuriyet tarihinde sabahın köründe resmi açıklama yayınlamanın iki örneği vardı; 27 Mayıs ve 12 Eylül askeri darbelerinin ilanı. Ya Adalet Bakanı, o neyi ilan etmek için sabaha kadar sabredemedi?
Sabahın saat 05.00’i. Adalet Bakanlığı resmi açıklama yapıyor. Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner o saatlerde Erzurum’da ya sorguda ya da hakkında verilecek mahkeme kararını bekliyor.
Adalet Bakanlığının açıklaması tam o zamana denk geliyor. Açıklamadan kısa süre sonra, Erzurum’da İlhan Cihaner tutuklanıyor.
Sabahın köründe bir bakanlığın resmi açıklamasının Cumhuriyet tarihinde eşi, benzeri yok.
Sabahın köründe resmi açıklamanın iki örneği var. 27 Mayıs ile 12 Eylül askeri darbe sabahlarında. Üçüncü darbe, 12 Mart Muhtırası TRT’nin saat 13.00 haber bülteninde yayınlanıyor.
Askeri darbeler açıklanması ardından TV ve radyolarda Hasan Mutlucan’dan türküler yayınlanıyor.
Adalet Bakanlığı açıklaması sonrasında Hasan Mutlucan’dan türküler elbette yok. Çünkü, açıklama askeri değil.
12 Eylül’de bile...
Başsavcı İlhan Cihaner’in avukatı Turgut Kazan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e mektubunda Kazan, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerini hatırlatıyor:
“12 Mart ve 12 Eylül dönemlerini yaşadım. Her iki askeri yönetim de hukuk düşmanıydı. Adeta, hukuk devletine savaş açmışlardı. Ama, adliyenin arandığı ve Cumhuriyet Başsavcısının tutuklandığı bir uygulamayı bugüne kadar yaşamamıştık. 12 Eylül zulmü bile böyle bir uygulamaya başvurmamıştı. Şimdi sivil rejim, demokratik açılım türküleriyle, böylesine unutulmaz ve akıl almaz bir örnek verdi.”
Skandalın patladığı andan itibaren, saflar netleşiyor. Bir tarafta salt hukuk adamları ve hukuk mantığı, öte yanda hükümetin siyasal tavrı.
HSYK’nın Erzurum Başsavcı ve ekibini görevden alması ile birlikte iyice alevlenen hukuk krizinde hükümet yalnız kalıyor. Devletin yüksek yargı organları HSYK kararını destekliyor, hükümet onlara ateş püskürüyor.
Hukukçular bir yanda, iktidar öte tarafta. O kadar ki, karşılıklı açıklamalar “onlar ve biz” haline dönüşüyor.
Adalet Bakanlığının sabahın köründe yaptığı açıklama bir ilk. Onun deşilmesi gerek;
Sistemin sübapları
Açıklamayı kaleme alan kim? Neden o saatte yayınlanıyor?
Açıklama yargı organları ile hükümeti karşı karşıya getiren süreci keskinleştiren bir dönemeç.
Bu skandallar bütünü sonrasında ortaya çıkan tablo, bütün tarafların kullandığı ortak deyimle, vahim. Doğru, vahim.
Çünkü, Erzurum-Erzincan yargı çekişmesi çok başka bir gerçeği gün yüzüne çıkartıyor: Senin yargın-benim yargım. Her siyasal görüşe göre, bir yargı.
Bu tespitin Türkçesi var. Yargıya siyasal baskı bu skandalla kayıtlara geçmiş oluyor.
Tek bir teselli var. Yargı savaşı çıksa bile, sistemin yine de sübapları işliyor. Bir başsavcının yasalara aykırı biçimde tutuklanması karşısında, devreye HSYK girebiliyor ve hukuksuzluğu düzeltiyor.
Yürütmenin yargıya darbe girişimi HSYK’dan dönüyor, Yargıtay ve Danıştay bunu destekliyor. Kimsenin ağzından düşürmediği demokrasiden bir örnek.
l Yalçın Doğan / Hürriyet
* * *
‘İkinci Cumhuriyet’ anarşisi yaratıldı
Mustafa Kemal’i, gerek kendi heyetinden, gerekse ikinci cumhuriyetin müteahhit ve taşeron kadrosundan, ölçülemeyecek kadar üstün kılan en baş özellik, Türkiye Cumhuriyeti’ni “kanun” üzerine kurabilmiş olmasıdır. 13 Temmuz 1921’de Yunan orduları Ankara’nın 80 km. yakınına kadar ilerlemiş ve mecliste başkentin daha doğuya taşınması tartışılırken, Sakarya Savaşı’nı başlatan ve zaferle sonuçlandıran komutan, TBMM Başkanı Mustafa Kemal’di! TBMM, öyle bir yapılanmadır ki bu, cumhuriyetin her tuğlası, önceden hazırlanan yasal zemine oturtuluyor, harcı hukukla karılıyordu. Bir de bugüne bakınız. Gecekonduculuktan gelen devletçiler, o tuğlaları, dağları tepeleri işgal, ormanları talan ettikleri, denizleri, gölleri, nehirleri kirlettikleri gibi tek tek söküyor, yerine kendilerine benzeyen, gecekonducu, oldubittici, etik ve estetik anarşiyi koyuyorlar.
Ya dikta ya çöküş
Bir devletin bekasında aslolan yazılı hukukun üstünlüğüdür. Devlet olan hiç bir devlette, adalet bakanı dâhil hiçbir politikacı, hukuku temsil eden yargı kurumu hakkında bugün Türkiye’de olduğu gibi konuşmaz, çünkü konuşursa yargı da, hukuk da, devlet de çöker. Neden mi çöker? Devlet soyuttur bir anlamda. Bu soyuta saygıyı kaldırırsanız ortadan, geriye kaba gücü elinde tutanın somut yaptırımları kalır ki, hukuk tabanından yoksun bu yaptırımlara anarşi, denir. Anarşinin de getireceği bellidir: Ya dikta, ya da çöküş. HSYK’nın yasayı ihlal eden savcıları görevden almak ve haklarında suç duyurusunda bulunmak yetkisi bulunduğu, dün Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın katıldığı toplantıda yeni savcıların atanmış olmasıyla, zaten hükümet tarafından da onaylanmıştır! Ama gerek Adalet Bakanı, gerekse Başbakan Yardımcısı’nın konuyla ilgili konuşmaları, yargı ile hükümeti hasım ilan etmiş, anarşi yaratmıştır. Anarşinin de sonu belli, demek ki İkinci Cumhuriyet böyle bir şey: Ya cemaat başa, ya cumhur leşe! l Mine Kırıkkanat / Vatan
* * *
Başsavcı fincancı katırlarını ürküttü
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner fincancı katırlarını iki kez ürküttüğü için iktidarın ve yandaşlarının hedefi olmuştur.
Birincis: İliç İlçesi’ndeki altın madeni ile ilgili tutumu... Bu madenin sahibi bir Amerikan şirketidir. AKP’ye yakın olan bazı kişiler bu şirkete ortaktır. İliç Adliyesi’nde bu madenle ilgili bir soruşturma yürütülmektedir. İlçeye genç bir savcı atanır. Kısa zamanda etki altına alınır. Bunu gören Başsavcı devreye girer. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı olaya el koyar ve dosyayı Başsavcı’dan ister. Cihaner dosyayı hızla tamamlayarak bakanlığa gönderir. Dosya Amerikan şirketini ve ortaklarını çok rahatsız eder.
İkinci olay da Başsavcı Cihaner’in cemaat ile ilgili başlattığı soruşturmadır.
l Tufan Türenç / Hürriyet
* * *
Binayla adalet olsaydı, hukukçu değil müteahhit olurlardı...
Her yere tabela asıyorlar, “Avrupa’nın en büyük adliye sarayını yaptık” filan diyorlar. Halbuki, bu iş binayla olsaydı... Yargıtay Başkanı müteahhit olurdu.
Bakın...
Cumhuriyet Başbakanı denmez. Cumhuriyet Bakanı denmez. Cumhuriyet Müsteşarı denmez. Cumhuriyet Büyükelçisi denmez. Cumhuriyet Valisi de denmez.
Ama... Cumhuriyet Savcısı denir.
Mustafa Kemal de merak etmiş... Ve, “cumhuriyet savcısı” sıfatının isim babası olan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a sormuş aynı soruyu, “Niye?”
Bozkurt, şu cevabı vermiş... “Gün olur, Cumhuriyet’i korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, büyükelçiden, validen bile hesap sormak gerekebilir... İşte onun için, Cumhuriyet Savcısı’dır!”
Cumhuriyet’i savunmak... “İlk işi” dir.
İrticayla mücadele etmek için, ekstra plan mlan hazırlanmasına gerek yoktur.
l Yılmaz Özdil / Hürriyet
* * *
Niçin Malatya değil de Erzurum!
Yerli ve yabancı bütün hukuk otoriteleri, profesörleri, ordinaryüs profesörleri, hukukun “zenit noktası” olabilecek kadar yetkin olmuş adalet adamları şunu söyler: Hukukta usulü atlarsan, esası yitirirsin.
Bülent Arınç! Usulü atlıyor.
Adalet Bakanı! Usulü ittiriyor.
İktidar sözcüsü. Usulü örtüyor.
İktidara yandaş medya! O zaten borazan.
“Hukukta usulü ittirme ve esası da yitirme niyetinde” değilsen soracağın soru: “Niçin Malatya’daki değil de Erzurum’daki özel yetkili savcı Erzincan’a el attı?” olmalıdır.
Hukuka göre, onun Erzurum yerine Erzincan’a en yakın Ağır Ceza Mahkemesi’nin olduğu il olan Tunceli Başsavcılığı’na gitmesi gerekirdi.
Tunceli’de özel yetkili savcılık olmadığı için bu kez de Tunceli’ye en yakın il olan ve özel yetkili savcılığın bulunduğu Malatya’ya gönderilmesi gerekirdi.
Niçin Malatya değil? Niçin Erzurum?
l Necati Doğru / Vatan
* * *
Başını biz yemişiz gibi
Ferhat Sarıkaya görevden alındığı zaman iktidarda kim vardı? Bülent Arınç’ın açıklamasının tonuna bakarsanız ben vardım. Ya da belki siz vardınız. Ama asla AKP yoktu. Zannedersiniz ki, Ferhat Sarıkaya’nın başını biz yedik. AKP ise muhalefetteki küçük bir parti olduğu için Sarıkaya’yı kurtarmaya gücü yetmedi. Bu aslında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çok sık başvurduğu bir taktik. Ama bu kez komik hale gelecek kadar net bir durum var ortada. Bülent Arınç belki hatırlamıyor ama Ferhat Sarıkaya görevden alındığı zaman partisi Anayasayı bile değiştirecek kadar büyük bir güçle Meclis’teydi ve hükümetteydi.
l Fatih Altaylı / HaberTurk
* * *
MİNİ YORUM
Allah korusun, ya iktidar elden giderse...
Bazı isimler, form tutturmayagörsünler, günlerce peş peşe bomba yağdırıyorlar köşelerinden. Dün de, “Allah korusun” diye girmiş lafa Taha Akyol. Sanırsın kıyametin ayak seslerini duydu. “Ekonomi bir türbülansa sürüklenirse, sorumluluğu siyasete çıkar”mış. Akyol’un kıyameti de bu demek ki; “Allah korusun, ya AKP yeniden seçilemezse...”