YAPMADIKLARI BİR BU HAKARET KALMIŞTI

Ulusun direnişine şizofreni diyorlar
“Amerika’nın, Türkiye’de kullandığı işbirlikçileri artık değiştirmesi gerekir. Bunların hem suratları eskidi, hem de inandırıcılığı kalmadı.”

Türk halkına hakaret ederek bu yolla halkta bezginlik, bıkkınlık yaratmayı görev edinenlerden söz ediyor Bülent Esinoğlu ve “Bıkkın ve yılgın milletlerin her şeyi kolayca kabul edeceğini bildiklerinden hep bu yola başvururlar” diyor:
“Şimdi de Türk halkını, hoşgörü sahibi değil diye suçluyorlar. Hoşgörü eksikliği sadece eğitim veya kültüre bağlanamaz. İnançlar bir yılda oluşmaz, bir yılda da yıkılamaz. Sen benim inançlarıma, değerlerime yıllarca saldıracaksın, sonra da bana Batı merkezli değerleri neden kabul etmiyorsun diye kızacaksın.
Sen geleceksin, Irak’ta milyonlarca insan öldüreceksin, sonra bana demokrasi getirdiğini söyleyeceksin.
Direnince de bana şizofren diyeceksin.
Sen kendi değerlerini, sanki doğa kanunu gibi değerlendirip, sonra bana dayatacaksın. Ben kabul etmeyince, bana yeniliklere karşı dirençli, hoşgörüsüz diyeceksin.
Farkına varmışsınızdır.
Şimdi toplumun, kendi istedikleri yönde değişmeye karşı dirençli olmasından dolayı kızıyorlar. Bunlar, küreselleşmeyi yani emperyalizmi yeni bir şeymiş gibi dayattıkları dönemde, karşı çıkan bizlere paranoyak diyorlardı.
Şimdi de ulusun direnişine şizofreni diyorlar. Türk ulusuna yapmadıkları bir tek bu hakaret kalmıştı. Batının değerlerini milletimize zorla kabul ettirmek isteyenlerin geldiği yer şizofreni suçlamasıdır.
Biliyorlar ama itiraf etmiyorlar.
Hoşgörüsüzlüğün arkasında, önceden yenen kazıklar vardır. Hoşgörüsüzlüğün arkasında yaşanmış kandırılmışlıklar vardır. Hoşgörüsüzlük, bir savunma içgüdüsüdür. Güvensizlikten kaynaklanır.
Eğer ben seninle girdiğim her ilişkide kaybetmişsem, ben sana güvenemem.
Emperyalizmin Türkiye’ye kurduğu tuzaklara millet, bundan sonra daha çok direnecek.
Amerika’nın, Türkiye’de kullandığı işbirlikçileri artık değiştirmesi gerekir. Bunların hem suratları eskidi, hem de inandırıcılığı kalmadı.
İşin içinden çıkamayınca, toptan bir millete ’şizofren’ diyorlar. Aslında çaresizliklerini belirtiyorlar.
Direnmek hoşgörüsüzlük değildir. Kendinden bir şeyler alınmasına karşı koymaktır.
Yenilik adı altında getirilmek istenen tüm unsurlar, ulusal devleti yıkmaya yöneliktir. Yani devlet vatandaşlığı yerine, şirket vatandaşlığını getirmektir. Direneceğiz, direneceğiz, direneceğiz!”
* Deniz Som / Cumhuriyet


++++++


Bir nevi Zübükzade
O artık gazeteci değil “yandaş”. Allah Kemal Sunal’a rahmet eylesin; sayesinde bu modellerin halkı uyutma yöntemlerini öğrendik de kolay kanmıyoruz

Peşin peşin söyleyelim: Kimsenin avukatlığına soyunmuyoruz. Başbakan’a kara sevdalı Star ailesinin en yeni üyesi Ergun Babahan’ın Hürriyet’e saldırmasını dert edinecek değiliz.
İlgilendiğimiz; iktidar mevzilerinden muhalefet cephesineymiş gibi duran ama özde bir “zihniyet savaşı” kimliği taşıyan bu saldırıda kullanılan cephane (belki mühimmat demeliydim, bilemiyorum, okuduktan sonra siz karar verin) ve menşei.
Babahan’ın saldırganlığını, yaygın yaftayla geçiştirmeyeceğim. Yani ‘Doğan Grubu muhalefeti’ne bağlamayacağım. Medya siyaset ilişkisinde kimin elinin kimin cebinde suçüstü olacağı hiç belli olmuyor çünkü. Muhalefetinden taviz vermediği için en çok boykot edilen, en çok ceza kesilen gazetenin patronu bir de bakıyorsunuz en Taraf gazetenin sayfalarında. “Türkiye Türklerindir”li logonun imtiyaz sahibi, “Bir gün herkes ABD’li olacaktır” ütopyasının ortakları ile pürneşe muhabbette... Muhabirlerinin akreditasyonunu iptal eden sansürcü kafa gazetelerinin baş köşesinde... Primat bağlılıklarını bildirmek üzere Başbakanlık’ta...
Babahan bu “yarın herşey değişebilir, değişmeyen çıkar kardeşliğidir” tavrının gediklisi. Bundan olsa gerek şöyle girmiş konuya: “Hürriyet, Türkiye’nin belki de en ideolojik gazetesi. Kurulduğu günden beri logosunun yanında ‘Türkiye Türklerindir’ ibaresinin yer alması açık göstergesi. ”
Hedef; o logonun temsil ettiği ideoloji. Bu zihniyet için öyle büyük bir av ki, Babahan’ın aylardır pas tutmuş olan tetiğine bile esneklik kazandırmış. Ümraniye soruşturmasının son dalgasında tutuklanan avukat Serdar Öztürk’ün manşet yapılmasına bakın nasıl itiraz ediyor: “1994’te PKK ile girdiği çatışmada yaralanıp sol gözünü kaybetmiş ve bu nedenle Cumhurbaşkanı tarafından ‘Devlet Övünç Madalyası’ ile ödüllendirilmişti. Ergenekon davasında gözaltına alınmayı hazmedemeyen Öztürk, bu madalyayı iade kararı almıştı. Mesaj açıktı aslında, topraklarını korumak için gazi olan bir kahraman bile bu saçma Ergenekon davasında gözaltına alınabiliyor, demeye getiriyordu gazete. Yeşilyurt’ta köylülere bok yediren yüzbaşı da böyle çatışmalara girmiş biriydi büyük ihtimalle.. Fail-i meçhuller nedeniyle tutuklanan muvazzaf subayların da böyle bir geçmişe sahip oldukları ileri sürülebilir.”
TSK’nın bütün ayaklarının batağa saplandığı algısı yaratılırken nereden çıkmıştı bu “övünülecek asker” hikayesi. Babahan ne gazetecilik, ne Doğan Grubu düşmanlığı; işte tam buradan dahil oldu konuya.
Ancak “İnsanın ülkesi uğruna kahramanlıklar yapması onu suçtan azad hale getirmez veya hukuki açıdan dokunulmaz kılmaz” diyen Babahan’ın önce “bu basit ve açık hukuk kuralı”nı neden bunca zaman “Bir insanın iktidarda olması onu suçtan azad hale getirmez” biçimine uyarlamaktan kaçındığını izah etmesi gerekmez mi?
Deniz Feneri e.V. davası haberlerini görmezden geldiği için yönettiği gazetenin yazarları tarafından alay konusu olmuş birinin “Hukuktan çok, Türkiye’nin yakın geçmişini ilgilendiren böyle bir davayı aşağılamayı hedef alırsanız, gerçekleri bir kalemde görmezden gelebilirsiniz” diye ahkam kesmeye yüzü olabilir mi?
Hal buyken, Hürriyet’in manşetini madalyalık bulan Babahan’ın unutkanlığı madalyalık değil mi peki?
Babahan’ın, Zahid Akman’ın kuryelik iddialarını tekzip etmesine geniş yer ayırması karşısında Hıncal Uluç’un herşeyi ortaya koyan cümlesini hatırlayın: “Güzel de biz orijinal haberi verdik mi ki tekziplerini böyle hassasiyetle yayınlıyoruz?” Tanığa ne hacet... Deniz Feneri Davası’nda ideolojik davrandıklarını bizzat itiraf etmemiş miydi zaten?
Babahan Sabah’tan “Bir hayat tarzını, ayrıcalıkları bırakıp gidiyorum. Paranın alamayacağı şeyler vardır, bunların başında inanç gelir” diyerek ayrılmıştı. Sadece 5 ay sonra Star’ı, haliyle ‘o hayat tarzı ve ayrıcalıklarını’, “Ben yandaşım ve bu kimliğimle gurur duyuyorum” diyerek selamladı.
Aziz Nesin yaşasaydı siyasetten sonra medya Zübükzadeleri’nin maceralarını da çoktan yazmış olurdu kuşkusuz. Ve Kemal Sunal yaşasaydı, bunca ilham kaynağı varken, unutulmaz tiplemesinin ‘gazeteci’ maskeli olanını canlandırmakta hiç zorlanmazdı...


++++++

Akman istifa etmiyorsa Arınç istifa etmelidir!
Arkasındaki güç belli ki “Sakın istifa etme” diyor. Zaten partinin ağır toplarından eski Milli Eğitim Bakanı da “Eğer Akman suçlu değilse sakın istifa etmesin” diyor.
Eğer Zahid Akman istifa etmiyorsa Bülent Arınç’ın istifa etmesi gerekir. Hem de hemen. Arınç iki kere Akman’ın istifa etmesi gerektiğini söyledi. Sözü yerde kaldı. O halde gereğini yerine getirmeli ve ağırlığını taşıyamadığı bakanlık görevini bırakmalı.
Buna karşı Arınç “Benim bu bürokratı görevden alma yetkim yok” diyor. Teknik olarak doğru. RTÜK özerk bir kurum ve başındaki kişi hükümet tarafından görevinden alınamaz.
Ama devlet yönetiminde bazı yazılı olmayan kurallar ve hükümetlerin ağırlıkları vardır.
Zahid Akman bu iktidarın bürokratıdır. Seçimi Meclis tarafından yapılmış, bir heyet tarafından RTÜK Başkanlığı’na seçilmiştir. Akman, başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin kurucuları ile kader birliği yapmış, aynı ideali taşıyarak bu noktaya gelmiştir. Bu durumda kendisine bu ikbal yolunu açan iktidarın bir işareti ile o görevi bırakması gerekir. Ancak anlaşıldığı kadarıyla hükümet içinde bir anlaşmazlık söz konusu. Arınç istifa diye tuttururken demek ki Başbakan Erdoğan bir işaret vermiyor Akman’a. Sonuçta Arınç’ın dürüstlüğü, namusu ve sözünü esirgememesi kağıt üzerinde kalmış sıfatlar haline geldi. Arınç eğer bu sıfatları taşıdığına inanıyorsa, sözleri daha fazla paçavraya çevrilmeden istifa etmesini bilmelidir.
* Can Ataklı / Vatan

++++++


AB standardında İslam reformu
Şu anda, gerçek İslâm’ın yerine “Yeni bir İslâm” türetilmeye çalışılıyor. Ilımlı, light, fıkıhsız ve şeriatsız, sulandırılmış, ehlîleştirilmiş, beşerî bir hümanizma veya ideoloji haline getirilmiş yeni bir İslâm.
Bu yeni İslâm için yeni tefsirler yazılıyor.
Yeni hadîs külliyatları hazırlanıyor. Ayıklanmış hadîsler...
Yeni ilmihaller hazırlanıyor.
Kur’ân ahkamı tarihselmiş, nice ayet bugün geçersizmiş.
Müslümanlar Müslümanlar Müslümanlar!..
Avrupa Birliği standartlarına uydurulmuş İslâm gerçek İslâm değildir. Kur’ân’a ve Sünnete dayanan gerçek İslâm’a bağlı kalınız.
* Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete

++++++


Sarkık yorum
DTP Milletvekili Sırrı Sakık partisinin Çanakkale kongresinde konuşuyor: “...Çanakkale’de ölenler ortak vatan için mücadele ettiler. Ama ne yazık ki, 1921’de Anayasa’da ‘Bu vatan Kürtler’in ve Türkler’in ortak vatanıdır’ diyen Mustafa Kemal ve arkadaşları, 1924’te ret ve inkâr politikalarıyla, Çanakkale’de toprağa gömülenlere ihanet ettiler. 1924’te tek ırk, tek dil yarattılar.”
Sırrı Sakık “yalan ile yanlış”ı karıştırıp ortaya servis yapıyor.
1921 Anayasasında “Bu vatan Türklerle Kürtlerin ortak vatanıdır” diye bir ibare yoktu. Sadece 11. maddede illere “mahalli işlerde” özerklik tanınıyordu.
16 Ocak 1923 günü İzmit’te yaptığı basın toplantısında Atatürk o yüzden şöyle der: “Ayrı bir Kürtlük düşünmektense, anayasamız gereğince zaten bir tür mahalli özerklikler oluşacaktır. O halde hangi vilayetin halkı Kürt ise onlar da kendi kendilerini özerk olarak idare edebileceklerdir.”
1924 Anayasası’nda illerin özerkliği kaldırıldı.. Şu hüküm konuldu: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir”
Bu madde ile ne Kürtler ne diğer etnik topluluklar inkâr edildi.
1921 ile 1924’ün farkına gelince... Temmuz 1923’te Lozan imzalanmış, ulus devletin kuruluş süreci başlatılmıştı. Dış faktörler değişmişti. Hukuki ve anayasal yapı ona göre oluşturuldu. Ortada ihanet falan yok, geleceğin o günkü koşullara göre yeniden çizilmesi var.
Ülkenin temel değerlerine insafsızca saldıranların barış, kardeşlik, uzlaşma sloganları bize hiç inandırıcı gelmiyor...
* Melih Aşık / Milliyet


++++++

SİZDEN GELENLER

En güçlü destek
Bizlerin düşüncelerine gazetenizde yer ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Yeniçağ hem ilkeleri, prensipleri, yazarları ve tüm yönleriyle arzusunu duyduğumuz, içimizde beslediğimiz inanç ve olguların hepsini barındırmakta.
Göstermiş olduğunuz vatanseverliğe, ihanetçilerle mücadelenize, milli duygularımızı yeşertişinize, gelecek nesiller olan çocuklarımızın geleceğine sahip çıkışınıza, zalime boyun eğmeyen ilkelerinize ve tüm milletime sonsuz teşekkür ve hürmetlerimi sunarım.
* Coşkun Uslu

++++++


MİNİ YORUM
Brüksel lahanası hasadı

‘Hıyar’ diyeceğim olmayacak; yeri yurdu belli.
Seçtikleri manşetlerden, Avrupa Parlamentosu seçimlerinin medyanın tamamına yakınında ’yas’ etkisi yarattığını anladık. “Ya bizi AB’ye almazlarsa”ymış.
Gazeteleri karıştırırken kendimi Brüksel lahanası yetiştirilen bir serayı gezer gibi hissettim. Minik yeşil lahanacıklar gibi, hem vatansızlar, hem köşesizler... En önemlisi adaşlar...

Yazarın Diğer Yazıları