Vakit geçmeden!..
2004 yılında yayımlanan yazıda; Batı, ülkeyi dönüştürme projesi gereğince, sondan bir önceki istasyonda teröristbaşı ile Barzani arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Emperyal güçler, eli kanlı bir terörist yerine, Barzani’yi tercih edecektir. Buna göre de, sonunda PKK’nın Barzani yönetimine ekleneceğini vurgulamıştık. Son zamanlarda yaşanan gelişmelerin adeta bu tahminler çerçevesinde seyrettiği görülmektedir.
Bu notu düştükten sonra, Diyarbakır’da yapılmakta olan Başbakan Erdoğan - Barzani görüşmesine geçebiliriz. Diyarbakır’da yapılan olağanüstü hazırlıklar, (“Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılı tabelanın sökülmesi, Kürtçü türkücü Şivan Perver’in konser vermesi, resmi levhaların Kürtçe yazılması, ezanın Kürtçe okunması gibi, sanki buralar Türk Milletine ve devletine ait değildir dercesine) yapılması ile medya ve siyasi çevrelerin alışılmışın çok üstünde ilgi göstermesi dikkatleri çekmiştir. Özellikle medya programlarının bu görüşme üzerine kilitlendiğini söyleyebiliriz. Yapılan değerlendirmelere baktığımızda; seçim yatırımı için Diyarbakır’ın belirlendiği, seçimler arifesinde terörün durması için tıkanan PKK sürecinin yeniden başlatılması ve PYD meselesi gibi konuların üzerinde durulduğunu görüyoruz.
Bu yorumları isabetli bulmuyoruz. Çünkü: Barzani yönetimi ile PKK’nın arası oldukça gergindir. Erbil’de yapılması düşünülen “Büyük Kürdistan” konferansı üçüncü defa ertelendi. Geçen hafta 4 parçayı temsilen Ankara’da zirve yaptırmamız bir işe yaramadı. Türkiye ve K.Irak’taki PKK-PYD-PEJAK üçlüsü Barzani yönetimini kuşatmış vaziyette. Barzani’nin PYD’ye Irak sınırını kapatması bundandır.
Gerçi görüşmelerin konusu ne olursa olsun, bu ve benzeri etkilenmeler, doğrudan veya dolaylı olarak meydana gelebilir. Ama asıl mesele nedir denirse, daha kapsamlı konular olabileceğini düşünmeliyiz. Bunu da şöyle özetleyebiliriz: Başta ABD olmak üzere Batılı emperyal güçler “Arap Baharı” adını verdikleri kanlı yıkımlarda önce Suriye’de patinaja düştüler, sonra Mısır’da içinden nasıl çıkılacağı pek belli olmayan ciddi sıkıntılarla uğraşmaya başladılar. Suriye’de patinaja düşülmesinin sebebini ise; İran-Irak-Suriye-Lübnan/Hizbullah bloku ve Rusya-Çin duvarını aşamayınca anlayabildiler. Düşündüler ki, İran ile Irak arasına bir mesafe konulması elzemdir. Bu amaçla ABD, Irak Başbakanı Maliki ile görüşmeler başlatıldı. Kerkük ve petrol konusundaki çetin sürtüşmeler beklemeye alınarak güven ortamı yaratıldı ve Bağdat ile diyalog başladı. Sonra, Bağdat’a karşı Erbil’i tercih eden; yerel yönetimle “korsan anlaşmalar” yapmakla itham edilen, Barzani’ye hayat veren ve Maliki’yi ağır bir üslupla suçlamakta bir beis görmeyen Türkiye devreye sokuldu. Karşılıklı görüşmeler ve övgü dolu iltifatlar yağmuru başlatıldı.
Bağdat ile başlayan bu yakınlaşma, Barzani yönetimini rahatsız etmiştir. Devreye yine ABD girdi ve Barzani-Erdoğan görüşmesi, hem de Diyarbakır’da böylece başladı diye düşünmek mümkündür. Herhalde bu görüşmede Barzani rahatlatılacak, ilişkilerin aynen süreceği teminatı verilecek. Öte yandan, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Erdoğan’ın Barzani ile buluşmasından önce Barzani’yi arayarak yüreklendirmesi ve Diyarbakır’a yabancı askeri ataşelerin yağması önemli ve anlamlı değil mi? Yine Barzani yönetiminin “NATO’nun Orta Doğu ve Afrika’daki rolü, terörle mücadele ve NATO ile Federal Irak’ın ilişkileri” konulu, Kuzey Yönetiminin devletleşmesi süreci olarak yorumlanan uluslararası konferansa davet edilmesi, anlamlı değil mi?
Kanaatimize göre Diyarbakır buluşmasına bu açıdan bakılmalıdır. Görüşmede ele alınması gereken başka konular da olabilir, o da mümkün.
***
Bunlar böyle de iki, veya üç ateş arasında kalan Türkiye’nin durumu ne olacak? Bunun cevabını aramalıyız. Bir ara masumlaştırılmaya(!) çalışılan Marksist, Zerdüşt/ateşperest dininden eli kanlı teröristbaşı vardı; şimdi ise kurtarıcı Barzani ortaya çıktı. Öncelikle söylemeliyiz ki, bu iki bölücünün birbirinden farkı yoktur. Hedef, dört parçadan “Büyük Kürdistan” kurmak. Gerisi “post kavgası” ndan ibaret.
Barzani 2007’de ne demişti? “Türkiye’nin Kerkük’ün iç işlerine karışma hakkı yok. Türkiye, Kerkük’e karışırsa, bizim de Diyarbakır ve Türkiye’nin diğer kentlerine karışma hakkımız olur... Kerkük, Kürt kimlikli ve Federal Kürdistan Bölgesi’ne bağlı kenttir.” Bu tehditten sonra, Barzani Kerkük’ü peşmergelerle kuşattı, idaresini ele geçirdi, ama Türkiye, Kerkük’ü iyice unuttu. Barzani, PKK’ya verdiği üslerle, terörü besleyerek Diyarbakır ve diğer kentlerimizle kanlı ilgisini sürdürdü.
KCK Genel Başkanı Apo, Eşbaşkanı Cemil Bayık ve silahlı gücü (HPG)’nün başı Karayılan ne diyor? Okuyalım: “Biz uluslaşmayı, özerkliği, ve konfederalizmi gerçekleştirmek istiyoruz. Devlet bizi kabul ettiği oranda biz devleti kabul edeceğiz.” Demek ki amaç, eşitlik, dil, musiki gibi kültürel haklar değilmiş; ayrı bir millet ve özerk olmak, 4 parçadan konfederal devlet kurmakmış. Birey hakkı olan demokratikleşme yalanmış.
Yanlış hesap Bağdat’tan dönecektir. 4 ay sonra seçim var. Hazırlanalım.