Vahdettin zamanında para uğruna işgalcilere satılan camiler mezarlıklar ve türbeler
İşgal yıllarında saray ve hükümet,
para ihtiyacı için İstanbul’daki ecdad mirasını;
tarihi camileri, tarihi hamamları, medreseleri,
hatta mezarlıkları bile işgalcilere satmıştır.
Bu konudaki belgeleri ortaya çıkaran Atilla Oral,
Vahidettin’i şu sözlerle anlatıyor:
"Vahdettin, atalarının emanetine sahip çıkmak isteyen bir padişah değildi.
Eğer böyle biri olsaydı, ilk önce kültür miraslarına,
ata yadigârlarına sahip çıkması gerekirdi.
Hayırsız mirasyediler gibi ne var ne yoksa satıp savurdu.
Camileri, türbeleri, mezarları dahi sattırdı.
Mimar Sinan eserlerini yıktırdı.
İşgal yıllarında Vahdettin’in hissizliği ve
acımasızlığı sonucu kültür ve sanat varlıklarımız büyük zarar gördü."
Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı yıllarında para bulabilmek için
ülke içindeki kaynaklara yönelmiş,
askeri doyurabilmek için İstanbul’daki bazı gayrimenkulleri satışa çıkarmıştır.
Taksim Kışlası ve Talimhane Meydanı da satışa çıkarılanlar arasındadır.
Talimhane ve Kışla 500.000 liraya Fransız sermayeli
"İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyesi"ne satılmıştı.
Tarih 7/20 Şubat 1913’ü gösteriyordu.
1913 yılındaki satış sözleşmesine
kışlanın içindeki caminin korunması hükmü konulmuştu,
Fransız şirket 1920’lerde kışla içindeki
Taksim Mehmetçik Camii’ni de satın almak istemiştir.
Daha önceki hükümetlerin ve Padişah Mehmet Reşat’ın
özellikle satmadığı Taksim Camii’ni Padişah Vahdettin,
İstanbul Hükümeti’nin Maliye Nezareti Vekili Tevfik Bey imzasıyla
Fransız şirkete satıldı. (23 Ağustos 1922)
Maliye Nazırı Vekili Tevfik Bey anılarında
Taksim Camisi satış sözleşmesine de yer vermiştir.
Sonuçta Taksim Camii, Padişah Vahdettin’in emriyle
7000 lira bedelle Fransız sermayeli
"İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyesi" şirketine satılmıştır.
Halkın cami satışına tepki göstereceği bilindiği için
Safraköy’de bir cami inşasına karar verilmiştir.
Ancak tahmin edileceği gibi bu cami o dönem yapılmamıştır.
Camii bölge halkının topladığı paralarla ancak 1957 yılında yapılmıştır.
Vahdettin’in bu sözleşmesi dönemin resmi gazetesi
Takvim-i Vekayi’de de yayımlanmayarak adeta halktan gizlenmiştir.
Bu tarihi gerçeklere rağmen Cumhuriyet düşmanları
"Taksim Camisi’ni İsmet İnönü yıktı!" yalanını söylemekten geri durmadı.
İşgal yıllarında İstanbul hükümeti ve
Padişah Vahdettin, Beyoğlu’ndaki Ağa Camii’ni de satmaya kalkmıştır.
Ancak İleri gazetesi, Ağa Camii’nin satışı için yapılan girişimleri öğrenip
"Cami Satılır mı? Ağa Camii Etrafında Dönen Dolaplar" başlıklı bir haber yapmıştır.
Bunun üzerine hükümet, cami arsasının bazı bölümlerini
gayrimüslim bir şirkete kiraya vermiştir.
Dönemin gazetelerinden edinilen bilgilere göre,
cami arsasına apartman inşa edilmesine çalışılmış,
bu iş için yapılan ihaleyi bir Rum almış.
Ancak şöyle bir durumu da göz ardı etmemek gerekir;
Yine İleri gazetesinin 15 Temmuz 1922 tarihli bir başka sayısında
"Ağa Camii vakfı caminin bitişiğindeki boş arsada
bina yapıp gelir sağlamak için girişimde bulunmuş"
ifadelerine de yer veriliyor.
Haberin nüshasında padişahın adı da geçmiyor.
Günümüz Vahdettin savunucuları ise tek bir olay üzerinden
bütün skandalları perdeleme gayretine girişiyor.
Tüm bunlarla beraber söz konusu cami,
1937 yılında Vakıflar idaresi tarafından restore edilmiştir.
Vakıflar idaresi bu yenileme için tam
22.432,30 lira para harcamıştır.
1937’de Ağa Camii tamir edildikten sonra caminin önüne,
"Yurttaş dününü unutma bugünü iyi anlarsın" diye yazılmıştır.
Atilla Oral’ın hazırladığı "İşgalden Kurtuluşa İstanbul" adlı çalışmada
tüm bunları tek tek ele almıştır.
Vahdettin’in sattığı ve kiraladığı eserleri şöyle sıralamak mümkün:
Taksim Müslüman Mezarlığı’nın 17.000 liraya
gayrimüslim sermayeli bir elektrik şirketine satılması.
Ayasofya Camii Şerifi’ndeki mahzenin satılması.
Laleli’de Sultan Mustafa Han Medresesi’nin önce satılması,
sonra yıkılması ve yerine Laleli apartmanlarının yapılması.
Mustafa Ağa Camii Şerifi’nin 1300 liraya Harunaçi Efendi’ye satılması.
Sultan Mahmut Türbesi karşısındaki iki caminin satılması.
Üsküdar’da Acıbadem Dergâhı’nın yıkılıp yerine Tramvay Fabrikası’nın yapılması.
Bahçekapı’da Hamidiye Medresesi ile
Eyüpsultan’da Mihrişah İmareti’nin ardiye olmak üzere kiraya verilmesi.
Bereketzade Camii Şerifi’nin satılmasına çalışılması (cami son anda kurtuldu)
Kasımpaşa-Beyoğlu Müslüman mezarlığının Vahdettin’in kararnamesiyle satılması.
Mimar Sinan’ın Haseki Sultan Hamamı’nın yıkılması.
Üsküdar Tahir Efendi Camisi’nin depo olarak kullanılmak üzere Amerikalılara kiraya verilmesi.
Vakıf çeşmeleri, sebillerin parayı bastırana kiraya verilmesi.
Yol yapıyoruz diye tarihi Yedikule Surlarının yıkılmaya başlanması.
Alemdağ ormanlarının satılığa çıkarılması.
General Harrington’un Taksim Ermeni Mezarlığı’nı futbol sahasına çevirmesi.
Son padişah için Yıldız Sarayı’ndan kaçarken,
isteseydi tüm hazineyi ve değerli eşyaları yanında götürürdü derler…
Evet, Vahdettin hazırlıklarını yaparken kendisinde bulunan
hazineye ait çok değerli mücevher ve
kıymetli eşyaları ilgililere tutanakla teslim etmiştir.
Ancak kendisine ait 3 bin lirayı almıştır.
Ayrıca Londra’da bankada 20 bin sterlin parasını da kullanmıştır
(50 bin lira veya 800 kilo altın karşılığı).
İtalya’nın gözde tatil beldesi San Remo’da oturduğu
40 odalı köşkün yıllık kirasının 600,
yanında çalışan hizmetlilerin aylıklarının 10 ile 30 lira arasında olduğu göz önüne alınırsa,
Vahdettin’in parası ona ömür boyu yeterli idi.
Vahdettin, 1 Eylül 1921’de kendisinden 42 yaş küçük
18/19 yaşındaki Nimet Nevzad Hanım ile sarayda
şaşalı düğün yaparak beşinci evliliğini yaptığında 60 yaşında,
ilk evliğinden olan kızları Ulviye Sultan 29,
Sabiha Sultan 27 yaşındaydılar.
Ülke işgal edilmiş, İstanbul işgal edilmişken
dillere destan güzelliğe sahip olan Nevzad Hanım’la Vahdettin,
Boğaz’daki kayık sefalarına çıkar,
sarayın bahçesinde liseli âşıklar gibi el ele gezintiler yaparlardı.
Nevzad Hanım San Remo’ya geldiğinde Vahdettin onun için
yaşadığı villâda bir ziyafet verdi.
Dairesine bitişik olan daireyi Nevzad Hanım’a tahsis etti.
Vahdettin’in sefalet içinde ölmesini
Turgut Özakman şöyle yorumluyor:
"Biri ötekini tutmayan ifadeler.
Çoğu inandırıcı değil.
San Remo’daki villada yaşayan 40 kişinin yiyip içmesi,
40 odalı köşkün kirası,
25 kişilik hizmetli kadrosunun aylığı,
yaver Zeki’nin (Vahdettin’in kayınbiraderi) lükse, kadın ve kumara harcadıkları,
Vahdettin’in bazı maceracılara yardım için verdiği paralar
50.000 lira kâğıt para ya da küçük bir cep harçlığı ile karşılamaz."
Vahdettin San Remo’da,
Abdülmecid Efendi ise 55 km ötede
Fransa’nın Nice kentinde yaşıyordu.
Ancak iki hanedan üyesi arasında çatışma vardı.
Irak petrollerinde Osmanlı hanedanının sahip olduğu hisseler bu konulardan biriydi.
Abdülmecid efendi bu petrol gelirlerinden
hanedana düşen payı alabilmek için mahkemeye başvurdu
fakat mahkeme bu payı alabilmesi için
Vahdettin’in de vekalet vermesi gerektiğini belirtti.
Abdülmecid Efendi Vahdettin’den vekalet vermesini isteyip,
Vahdettin de vekalet vermeyince,
iki hanedan üyesinin arası açıldı ve ölene kadar küs kaldılar.
Bu arada Irak petrollerinden de 5 kuruş pay alamadılar ne yazık ki.
Bu küslük öyle bir küslüktü ki,
Vahdettin öldüğünde San Remo’dan Şam’a getirilip defnedilmişti.
Abdülmecid Efendi de ölmeden evvel,
"Beni Vahdeddin’in yanına gömmeyin" şeklinde vasiyet vermiş,
Medine’ye defnedilmişti…