Utanmaz adam ahlak abidesi kalır

Amerikan Başkanı’nı “Dünyayı kurtaran adam” ilan ederek gerçeklerin değil emperyalist çıkarların sözcülüğüne soyunanlar, dışı siyah içi beyaz Obama’nın şakşakçılığına devam edecek mi?

Utanmaz adamlar, büyük bir koro oluşturmaşlar, aynı türküyü söylüyordu: ‘Dünyayı kurtaracaksın / Babamızsın sen Obama’
Kimisi kurban kesiyordu, kimisi ağlıyordu: Sanki İsa Mesih, gökten yere inmişti...
Karaderilinin ak deriliden farkı kalmayacaktı... Zulümle bozulmuş dünya adaletle dolacaktı...Sanki; Allah cisimleşmiş de Obama’nın bedeninde yeryüzüne inmişti.
Solculuk adına emperyalizme övgüler dizen bu 5. Kol yazarları öyle derken biz ne diyorduk?
‘Obama; beyaz batılı Hıristiyan dünyasının sembolüdür. Dünya egemeni Amerika; Bush ile bozulan imajını düzeltmek için Obama gibi bir model yaratmak zorundaydı. Obama; ABD merkezli küresel sermayenin temsilcisidir.’
Baktık ki bu Obama budalalığı devam ediyor. Yeniden yeniden uyardık. Bu dışı siyah içi beyaz Obama ile ilgili son yazımız da ‘Bush’u mumla arayacağız’ içerikliydi...
Ve geldiğimiz noktada; Türkiye’nin nasıl kıstırıldığını bir anlayın. Ermeni soykırımcısı olduğumuzu söylemedi mi Obama? Türkiye’nin geleceğini karatmak için Azerbaycanla bile aramızı bozdular. Orta Asya Türk dünyası ile bağlarımız kopartıldı. Kıbrıs’ta tam bir çözümsüzlük dayatması ile bileğimiz bükülüyor. Güneydoğu’daki feodal yapı; Kürt sorunu haline getirilerek daha da büyütülüyor. DTP’liler açık açık ‘Kürdistan’ın sınırlarını çizdik!’ diyorlar. Bunun anlamı; ‘Biz ayrı devlet kurduk!’ demektir. Devleti bölme faaliyetlerini savcılar da hükümet de sanki bir ortaoyunu seyrediyormuş gibi seyrediyorlar. Bunlara; Obama şakşakçıları alkış tutuyor.
Oğuz Aral rahmetlinin Utanmaz Adam’ı televizyon televizyon dolaştırılan şimdiki utanmaz adamların yanında ahlak abidesi gibi kalıyor.
Halk ise bütün bunları, eğlence programı izler gibi izliyor.
Televizyonlarımız öyle güzel allayıp pulluyorlar ki evi yanan vatandaş; bunu Allah’ın bir lütfu gibi görüyor.

Tezkereciler
Bu utanmazlar korosu 1 Mart Tezkeresi öncesinde de böyle değil miydiler?...
Hatırlayın 2003 yılının Şubat ayında yazılanları, söylenenleri... Neler demişlerdi, neler...
‘Hükümet; ABD’nin yanında yer alsın. Türk ordusu da Amerikan ordusunun emrine verilsin; Irak’ta Saddam kuvvetlerine karşı savaşsın. Yoksa Dolar 2 buçuk milyon olur. Avrupa bizi içine almaz. Amerika bizi perişan eder. Krize gireriz...’
Bunların çokbilmişleri kamuoyunu kandırmak için şöyle saçmalıklar da yazıyorlardı: ‘ABD ordusu Irak’a girmeden; uzaktan kumandalı silahlarla Irak’ı dümdüz edebilir. O yüzden Türkiye ABD’nin yanında yer alsın; işgale katılsın... Savaş sonrasındaki ganimetten de böylece pay alalım.’
Demokrat görünen bu savaş kışkırtıcılarına karşın; ABD’ye özel avantajlar getiren o tezkereyi TBMM 1 Mart’ta reddetti.
Sonuç ortada: Bugün Amerika Irak’tan çekiliyor.
Biz o sıralarda; ‘Amerika Irak’ı işgal edebilir ama bölgeye hakim olamaz!’ diye yazmıştık.
Gerçeği değil çıkarını düşünenlerin yüzü hep kara olmuştur; olacaktır da...
* Rıza Zelyut / Güneş


Oğuz Aral’ın Gırgır Dergisi’nde çizdiği Utanmaz Adam, adı Şeref olan her türlü sahtekarlığa bulaşmış bir karakterin maceralarını anlatıyordu

++++++

Dil uzunluğuna göre yalakalık teknikleri
Yalakalık; yalamaktan gelir. Daha da doğrusu “yalaka”dır.
Sözlüklere göre açılımı şöyledir: Yalayıcı, yalayan, yalamakta olan, yalamaktan vazgeçmeyen, yalamaya düşkün, yalamacı...
Yalakalık için iki şeye gereksinim vardır:
Birincisi; uygun bir dil...
Ve yalaka dilini kullanır:
“Güzel şeyler de oluyor...”
“Birçok başarı sağlandı...”
“İyi bir noktadayız...”
Yalaka, dilin uzunluğuna bağlı artık. Misal dil yeterince uzun ve fonksiyonel ise kullanımda sınır yoktur:
“Çağ atladık...”
“Türkiye parlayan yıldız...”
“Dünya bizi izliyor...”
Deneyimli bir yalaka, dilini nerede kullanacağını iyi bilir. Temkinli ve dikkatlidir. Hedefi iyi seçer, tetikte bekler, nişan alır, ağzını açıp da dil attı mı, hedefi tamı tamına bulur.
Sonra?
Sonra işte böyle “güvenlik” diye 70 bin insanın telefonlarını dinleyip, kapalı evdeki bir teröristi yakalamak için yoldan geçen çocukları öldürürsünüz... Ya da “istikrarlı ekonomi” diye diye, teğet(!) geçen krizde dünyanın en büyük işsizler ordusuna, en çok iflasına, en çok aç ve yoksula sahip olursunuz... Dış politikada; sizi adam yerine koymazlar. İç siyasette; “Nedir bu başımıza gelen” diye sızlanırsınız. Tümü şu toplumu yanıltan yalakalıklar yüzündendir.
* Bekir Coşkun / Hürriyet


++++++


Ağırlamacı gazetecilik
Balçiçek Pamir iki günlük bir söyleşi çıkarmış.
Ancak ne yazık ki tamamı Fehmi Koru’yu yıkama-yağlama ve ağırlama üzerine kurulu, hiçbir etik kritere ve gazetecilik disiplinine uymuyor. Yanıtları veren kişi göz göre göre yalan söylüyor, muhabir de bu yalanları yutup bir sonraki soruya geçiyor.
En büyük yalanlardan biri yalı meselesi.
Koru ‘Ben gecekonduda oturuyorum’ diyor ama yalının önünde poz veriyor. Yalının kaçak olduğunun belgesi var üstelik, ama muhabir bunu da sormuyor. Çünkü konuğu rahatsız olacak.
Bu tür ‘ağırlamacı gazeteciliğin’ illa ki bir niyeti olmalı değil mi?
* Oray Eğin / Akşam


++++++


KÖFTE EKMEKLİ İFADEYE “AYRICALIK” DİYENLERİN SAYISI ARTIYOR
Allah muhabbetlerini artırsın
Gazetelerin yazdıklarına bakılırsa Ergenekon savcıları İzmir’e köfte ekmek yemeye gitmişler...
E. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’le... Allah muhabbetlerini arttırsın...
Laubalilik
Ne var ki bu arada Hilmi Özkök de Ergenekon sorgulamasında tanık olarak ifade vermiş...
Hem köfte ekmek...
Hem savcıya ifade...
Peki, bu köfte ekmek yemekli ifade ne anlam taşıyor?..
Olay bir kez usule aykırı...
Açıkça vurgulamak gerekirse laubaliliğin tam kendisini dile getiriyor...
Sonra ifadeye gölge düşürüyor..
Çünkü öğle yemeğinde köfte ekmekle alınan ifade, savcılarla tanık arasında özel bir yakınlığın sergilenmesidir...
Kimi E. orgeneralin sabahın köründe evini polise bastıran Savcı Zekeriya Öz’ün E. Orgeneral Hilmi Özkök ile bu muhabbetini kim, nasıl yorumlayacak?..
Ergenekon savcılığı, TSK’ye dönük tutumunda bu ayrımcılığı nasıl açıklayacak?..
Amaç nedir?..
Sanık olur
Gazetelerde çok yinelenen söylentiye göre, 2004 yılında, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök komutasındaki kimi üst rütbeli subaylar darbe yapmak istemişler...
Gazeteciler geçen yıl bu iddiaları E. Genelkurmay Başkanı’na sordukları zaman şu yanıtı almışlardı:
“- ... bu olaylarla ilgili olarak, ne vardır derim, ne yoktur derim; ne teyit ederim, ne tekzip ederim...”
Öğle yemeğinde köfte ekmek iyi gider; ama, böyle tanıklık olamaz...
Darbe girişimi ya vardır, ya yoktur...
Var olduğu zaman da komutan Hilmi Özkök bu girişimi yapanlar hakkında yasal gerekleri yerine getirmediği için tanık olamaz...
Sanık olur...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet


++++++


Kapı orada
Sıkıysa gidin açın

Sayın Başbakan, maalesef! Bu gidişle okşayıp yatıştırmaya bile gerek görmeyecekler.
Türkiye böyle değil(di). Mussolini’nin faşist İtalya’sında kara gömlekliler sık sık Türkiye Cumhuriyeti’nin Roma elçiliği önünde gösteri yapar, “Antalya, Antalya!” diye bağırırlarmış...
Mussolini, Akdeniz’e “Mare Nostrum / Bizim Deniz” diyor ya, Antalya da o denizin incisi...
Türk Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur, balkona çıkar, eliyle azgın faşistlere, Doğu Akdeniz’i gösterirmiş:
“Antalya orada, burada değil!”
Yani sıkıysa gidin alın!
Evet, Türkiye Cumhuriyeti el bebek, gül bebek okşanacak ülke değildir.
Öyleyse, Ermenistan’a sınırı gösterip “Kapı orada, gidin açın!” diyebilir misiniz?
* Hasan Pulur / Milliyet

++++++

Siz yaşam hakkı tanıdınız mı?
Akif Beki’nin “size benzemeye gelmedim” temalı yazısından çok etkilenmiş Ertuğrul Özkök. Sormuş: “(Kemalist olmayan) Vedat Türkali’nin, Attilá İlhan salonunda, Sadri Alışık Onur Ödülü aldığı bir ülkede, Doğan Grubu gazetelerinin, televizyonlarının ve gazetecilerinin, farklılıklarını koruyarak yaşama hakkı yok mudur?”
Sormadan edemeyeceğim: “Yaşama hakkı”nı hatırlamak için illa kuyruk sıkışması travmasını yaşamak mı gerekiyor? “AB’ye karşı çıkan” gazete ve gazetecileri, bunca zaman ‘marjinal’ diye ötelerken, yaptığınız eylemin “kendinizden olmayana yaşam hakkı
tanımamak” olduğunun farkında değil miydiniz?


++++++

‘Özkök’ün ifadesinin alınmasını bekliyorum’
Şimdi bir şeyi büyük bir merakla bekliyorum.
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Ergenekon savcılarına verdiği ifade bugüne kadar olanlar gibi dinci basına sızdırılacak mı?
Darbe girişimciliği ile suçlanan komutanları suçladı mı, yoksa iddiaların asılsız olduğunu mu söyledi?
Eğer Özkök’ün anlattıkları komutanları suçluyorsa, “Evet bunlar darbe yapmak istediler ama ben engelledim” demişse, işler fena karışacak.
Yok eğer, “Hayır bu iddialar uydurmadır. Benim dönemimde herhangi bir darbe girişimi söz konusu değildir” demişse savcılar fena halde yıkılacak.
Çünkü darbe günlükleri de, o günlüklerin dayandığı ikinci iddianame de çökecek.
Bu nedenle her gün dinci basını satır satır izliyorum, izlemeye de devam edeceğim.
* Tufan Türenç / Hürriyet


++++++

Baban duymasın
Milliyet’in haberine göre Ecevit Hükümeti’nin Ruhban Okulu’nun açılması konusundaki siyasal inisiyatifini, ‘Milli Siyaset Belgesi’nin değişmesi anlamına gelir’ diyerek Azınlık Tali Komisyonu engellemiş. Karen Fogg’un parlamentonun üzerindeki “dış irade”yi ortaya koyan e-postalarının muhataplarından, “dünya sisteminin Türkiye’yi tedavisi”ni savunan Mehmet Altan bunu hazmedememiş soruyor: Doğru dürüst muhalefet olsa, parlamentonun üzerindeki bürokratik iktidarı nasıl hazmeder?”

Parlamentonun üzerindeki darbe iktidarını hazmettiği gibi olabilir mi?
Bkz: Çetin Altan, Akşam, Mart 1971...



++++++


MİNİ YORUM
Bedelli askerlik görün

Taraf’ta tam sayfa “bedelli askerlik istiyoruz” ilanının yayımlandığı gün Lice’de şehit olan dokuz genç neyin bedelini ödedi?
Bedelli askerlik bekleyenlerin sayısı mı daha fazla yoksa vergi kaçakçısı, beleşçi, hortumcu, ihale rantçısı, özelleştirme sektöründe peşkeşçi olanların mı? Onların devleti uğrattığı zarar yerine konduğunda ortaya çıkan rakam, vatan görevini satışa çıkararak elde edilecek kârdan daha mı az, daha mı fazla?

Yazarın Diğer Yazıları