Ülkenin başında Atatürk var

Instagram’da gezinirken bir video düştü önüme. Tekirdağ’daki İskele Rum meyhanesi tanıtılıyordu…

Hani bazı görüntüler vardır ya, gözünüzü alamazsınız. Baktıkça bakarsınız.
Ben de bu meyhanenin tanıtıldığı videonun içine düştüm, çıkamadım, üst üste defalarca izledim…

Sanki eskilerden gelen bir büyüsü var ve esir alıyor sizi.
Gösterişsiz ama şık.
Ortamı sıcak ve hemen denize nazır bir mekan…

Manzarasının karşısında “Burada rakı içmenin hazzı bir başka olur” diye düşünüyorsunuz.
Sanki meyhane denize karşı kurulmamış da, deniz burada rakı mavisiz olmaz diye meyhanenin ayaklarına kadar gelivermiş…

Meyhane masalarında asıl olan paylaşmaksa ve keyifle ya da keyfekeder sohbet edebilmekse ve eğer “Meyhane dediğin salaş olur” diyorsanız, ki ben öyle diyenlerdenim, burası muhabbetin de şişenin de dibine vurulacak en salaşından bir meyhane olarak duruyor…

Malum, rakı masası, nam-ı diğer çilingir sofrasıdır. Bir sofranın çilingir sofrası olabilmesi için herhangi bir içki değil, sofrada rakı olması gerekir…

Çünkü rakı masasına oturan biri şişeyi boşalttıkça daha çok konuşmaya, içinde kendisiyle ilgili sırları tek tek anlatmaya başlar, içindeki kapılar açılır.

İşte rakının çilingir marifeti, fazla kaçırmasınız da, İskele Rum meyhanesinin ortamında etkisini gösterebilir.

Hani meze ve içkinin birlikte arzı endam ettiği yerlerdir ya meyhaneler, bu meyhaneye bakınca neler neler arz-ı endam etmeye çıkıyor gözlerinize…

Bir köşesine bakıyorsunuz, Sadri baba beliriyor gözlerinizde…
Anasonla beyazlamış rakı bardaklarının can cana çıkardığı seslerin eşliğinde, o hüzünlü gözleri ve boğazına düğümlenen hıçıkırıklarla, “Ben seni unutmak için sevmedim. Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim…” diye söylüyor, o aşk kırgını udinin hakkını vererek…

Bir köşesine bakıyorsunuz, “Şu köşede sevdiceğimle ne güzel içilir” diye düşünüyorsunuz.

Bir başka köşe, dostlarla bol kahkahalı felekten bir gece hayal ettiriyor size…

İskele Rum’un en kuytu yeri mi?
Orada Atilla İlhan canlandı gözümde. “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular…” şiirini, “Kim kaldı?” şiirindeki gramofondaki ince saza, kadehindeki nazlı beyaz rakıya, Vaniköy korusunun teşrinlerdeki sisine atıf yaparak okuyor sanki…

Derken, “Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap, zavallı kalbim ne kadar harap…” diye Abdullah Yüce’nin yüce sesi çınlamaya başlıyor kulaklarınızda hafiften…

Bu meyhane, güfteye de, besteye de, keyfinize de, kederinize de bir başka siniyor gibi duruyor…

Şimdi diyeceksiniz ki; “Yazının başlığını ‘Ülkenin başında Atatürk var’ atmışsın, bize bir meyhaneyi anlatıyorsun, kafan kıyak mı yazdın yazıyı?”

Şaşırmayın ama bu yazıma bu başlığı attıran da bu meyhane.
Çünkü İskele Rum’un duvarında, “Olsa mesela rakının yanında balık, insanın içinde umut, ülkenin başında Atatürk” yazıyor…

O duvardaki dilenilen umut, bir anda içimde beliriverdi. Çünkü o yazı bir anda fark etmemi sağladı, Atatürk’ün ülkenin başında olduğunu…

Gazi Paşa, ülkenin başında değil mi?

Önce ilkelerini simgeleyen altı oku hatırlayın sonra ülkenin haline bakın.

Baktığınızda, altı oka altı süngü saplandığını ama altı okun haklılığının da gün gibi ortada olduğunu, altı oka ülkenin nasıl ihtiyacı olduğunu, hissettiğini göreceksiniz…

Bakın ülkenin haline, siyasetin yerlerde sürünen itibarına, fakr-u zaruret içindeki millete, bölgemizde yaşanan gelişmelere ve daha nice şeye…

Bakın, memleket dahilinde iktidara sahip olanların ve memleket dahilinde muhalefetin iktidarına sahip olan bazılarının alerjisine, çabalarına rağmen onu unutturamadığı gerçeğine…

Her yerde karşılarına çıkmıyor mu Müşir Gazi?

Baktığınızda göreceksiniz; bir Danirmarka gazetesinin 11 Kasım 1938’de “Yirmincİ asrın en büyük mucizesi” dediği Atatürk’ün, bugün bile 100 yıl önümüzde olduğunu…

“Kurtuluş kuruluştadır” diye anlatıyor ülkenin her şeyi. Öyleyse asla şüpheniz olmasın, Türk istikbalinin evlatları, üzerine vazife olan cumhuriyeti, kuruluşla yeniden buluşturacak…

Siz şunu bilin ki; ülkenin başından hiç gitmeyecek olan sadece biri var, o da Atatürk…

Yazarın Diğer Yazıları