Uçaktaki resim
“Türk” kelimesinden imtina eden Türkiyeli medyada Başbakanlık uçağında koltuk kapmak yükselen değer oldu. Her biri süt dökmüş kedi gibi Erdoğan’ın gözlerine melül melül bakanlar bir santim daha yakın olabilmek için akrobatik hareketler yapıyor.
Son yıllarda uçak fotoğraflarına tiksinti ile bakar oldum. Arap Baharı sefer-i hümâyûnuna çıkan Erdoğan’ın Tunus seyahatine ilişkin manzara beni alıp çocukluk yıllarıma götürdü. Rahmetli babam okullar tatil olunca bizleri mahalledeki camiye Kur’an kursuna gönderirdi. Ankara - Demetevler’deki Kızılırmak Camii’nin müezzini Sadettin Hoca’nın karşısına tespih tanesi gibi dizilirdik. En haşarısından en munisine kadar farklı ailelerin, değişik karakterdeki çocuklarını disiplin içinde eğitebilmek için Hoca’nın elinden sopası eksik olmazdı. Merhametliydi, kızartıncaya kadar vurmazdı. Uyarı niteliğinde sopanın uzanamadığı kenardakilere tespih fırlattığı da olurdu. Ama en çok oturma şeklimize önem verirdi. Diz çöküp, ellerimiz diz kapaklarımızın üzerinde olmasına dikkat ederdi. Haylazdım, aynı zamanda asi... Uzun süre dizlerimin üstüne oturmaktan sıkılırdım. Bu yüzden çok fırça yedim. Lakin rahmetli babamın hatırına hiç sopa yemedim. Ama Cuma namazı sonrası yapılan şikâyetler yüzünden Pazar günü inşaatta çalışma cezası alırdım. Ama bana ödül gibi gelirdi.
“Hatası olsa da Hakan Bey’i böyle nedenlerle harcamayız” manşeti altındaki genel yayın yönetmenleriyle Erdoğan fotoğrafını dikkatlice incelediğimde “Vay be...” demişim. Vay ki hem de ne vay... Dizlerinin üzerine koydukları not defterine muhataplarının ağzından çıkanları kaydetmeye çalışanları bizim mahallenin Kur’an kursunun munis çocuklarına benzettim. Sureyi ezberlemeyip, cüzü esresi ve ötresiyle okuyamadıkları halde müezzinin şefkatine sığınmış tembel çocuklar gibiydiler... Onlara kızsa, azarlayıp sövse bile her kelimeyi ayet ve hadis gibi kutsamaya hazır görünce hallerine acıdım doğrusu.
“İmralı ile görüştüğümüzü ispatlamayan şerefsizdir” sözlerini referandum ve seçimden önce manşete çekenler, “Başbakanın özel temsilcisi”nin görüşmesinin ne kadar da iyi gelişme olduğunu vurgulamaya başladılar. Terörü bitirebilmek, teröristlerle müzakere yapmanın diplomasinin gereği olduğundan bile dem vuruyorlar. Uçakta yer kapmanın karşılığında ittifakla MİT’in skandal ses kaydı haberini görmeme kararı alanlar şimdilik RTE’yi “ikinci Atatürk” olarak lanse etmeye başladı. Ama “insanlık ölür, yalakalık ölmez” şiarı ile yakında “Atatürk de kimmiş!.. Erdoğan daha büyük kurtarıcıdır” derlerse şaşırmayın.
Nitekim intihalden sabıkalı Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer görev alanındaki Kanun Hükmündeki Kararnameyi değiştirdi. “Atatürk İnkılâp ve ilkelerine ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yükseltmeye çalışan, insan haklarına ve anayasanın...” diye devam eden ibareyi değiştirdiğini açıklıyor. Dün Arslan Bulut’un ifade ettiği gibi “Cumhuriyetin temel ilkeleri değişmeli” diye suç işleyen birinin bakanlığındaki hükümet, MİT - PKK görüşmesini de tevil edebilir. Bu göreve yandaş kalemler balıklama atladı bile. Dincisinden ateistine, liberalinden komünistine kadarki güruh koro halinde görüşmenin barışa yönelik güzel girişim olduğunu dair aryalarla çınlatıyor ortalığı. Daha önce TİKA’da görev yapmış olan Hakan Fidan’ın MİT’in başına geç getirildiğini yazarak Erdoğan’a destek çıkıyorlar. Kur’an kursunun kenarından dahi geçmeyen bu güruha ilkokul çocuklarına yönelttiğimiz gibi “TİKA nedir” desek inanın açılımını doğru düzgün telaffuz edemezler.
Bir puanlık bu sorunun cevabı ile TİKA’daki Hakan ile MİT’in müsteşarlığına terfi ettirilen Fidan arasındaki farkı yarınki yazıya bırakalım.
Mesleğe yeni başlayan gazeteci adaylarına da bir not: O resme iyi bakın... O kareye girmek için iyi düşünün. “Taraf olmazsanız bertaraf olursunuz”. Ona göre...