'Üç kuruş'luk hakkım yok mu baba?

Onların çIğlığı sessiz... Kalp gözü kapalı olanın kulağı duyamaz!

‘Üç kuruş’luk hakkım yok mu baba?

12 yaşındaki kızı Şerife, Konya’da tüp patlaması sonucu
çöken binada yaralandı. Baba Atayer “medya olayı abartıyor, kızlarımız şehittir”diyerek ihmali olanlardan şikâyetçi olmadı

Kız çocuğu cesetleriyle nereye kadar gidilir, gaz patlamasına dayanamayıp çöken ilkel beton binanın molozları altında kalarak can veren 18 yoksul köylü kızının cesetlerini alet ederek hangi hedefe varılır?
Allah yoluna...
Din uğruna...
Peygamber hakkına...
Demeyin.
Bilen biliyor. Görebilen görüyor. Varmak istediğiniz hedef, kırmızı halı üzerinde yürürken selama durmuş resmi bir tören kıtasıyla karşılanıp uğurlanmanız mıdır? Anneleri ve babaları yoksul, cahil ve çaresiz 18 köylü kızının bedenleri cesede dönüştü. Bu cesetler üzerinde siyaset yapmaktasınız.
Bize anlattılar.
Anladık.
Haber verdiler.
Duyduk.
Patlamanın üzerinden daha bir saat geçmeden bölgeden gıda maddesi, çadır, giyecek, belki bir miktar da para dolu araçlar Konya Taşkent İlçesi Bağcılar Beldesi’ne yetişti.
Allah’ın selamını götürdüler.
Babaların acısını bağladılar.
Dilinizden şikâyet duymayacağız, tavrınızda isyan görmeyeceğiz, bakışınızdan başkaldırı sezmeyeceğiz dediler.
Dedikleri oldu.
18 köylü kızının çaresiz babaları ile umarsız anneleri “sıfır şikâyet... Sıfır isyan... Sıfır başkaldırı...” ile körpecik çocuklarını toprağa verdiler.
Sıfır şikâyet!
Sıfır isyan!
Sıfır başkaldırı!
Oylar liderin işaret ettiği partiye akar. O parti de iktidara geldiğinde tarikatı görür. AKP de gördü. İzinsiz Kuran kursu açanların cezası 3 yıl hapisti. 1 yıl hapse indirdi.
Ceza iki yıldan az olunca ertelenme şansı oldu.
Diyanet İşleri’ne bağlı kurs binası aylardır kapalı tutuldu. Bu binayı da köylü kendi imkânlarıyla yapıp, “çocuklarımız dini öğrensin” diyerek Diyanet’e devretmişlerdi. Birkaç ay çalıştı, sonra hocası bulunmuyor diye kapatıldı. Fakat tarikatın açtığı “kaçak Kuran kursuna” göz yumuldu. Köylü de kızlarını Diyanet’in okuluna değil, tarikatın kursuna gönderdi.
Bütün Anadolu böyle.
Diyanet okulu kapalı.
Tarikat kursu açık.
Şimdi siz bize söyleyin: 18 kız çocuğunun cesetleri üzerine basarak nereye varmak için hamle etmektesiniz?
Kırmızı bir halı...
Selama durmuş tören kıtası.
Siz halıda yürümektesiniz.
Törenle karşılanmaktasınız.
Törenle uğurlanmaktasınız.
Bu hedefe varmak için 18 yoksul köylü kızının cesetlerine basmaktasınız. Bize numara yapmayın.
* Necati Doğru/Vatan

+++++

Adalet istiyoruz savcı bey!
Ümraniye sanığı Fikri Karadağ’ın evinden çıkan “belge” Başbakan’ı kızdırdı. Milliyet’in duyurduğu ve Ümraniye davasında “delil” sayılacak bu “belge”ye göre, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile ’teslimiyet için işbirliği’ yapmaya çalışıyordu! Hem de telefonda!
Haber üzerine Başbakanlık’ın jet hızıyla yayınladığı açıklama şöyle: “Dezenformasyon faaliyetlerinin ürünü bu hezeyanların ne maksatla sayfalara taşındığı hususunu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz?”
Takdirimizi takdim edelim
İnsanlar aynı iddianamedeki benzer belgelere dayanarak çeteci, darbeci, mafya, kaçakçı, terörist, katil... ilan edilirken...
İnsanların eşleri, çocukları, anne-babaları ve onlarla paylaştıkları afişe edilirken.. Geçmişleri didiklenirken... Gelecekleri karartılırken...
Özel hayatları, en mahrem anları benzer “belge”lere dayanarak manşet yapılırken...
İnsanların, bir anlık öfke ile mi, espri ile mi, dertleşmek için mi söylediği bile sorgulanmadan, ağızlarından çıkan her kelime ’sözlük anlamı’ esas alınarak suç delili sayılırken... Ve bunlar iddianameden önce ortaya saçılırken...
Oyken, buyken, şuyken... 441 klasör işte hangisini yazalım... Son bir yılın hemen her günü, gazetelerdeki boy boy fotoğraflara bakıp, sütun sütun yazıları okuyup... Bir kere bile konuyu “kamuoyunun takdirine” bırakmamıştınız!
‘Cüppe’ye alışık; giyiverdi
Siz o zaman, nispet yaparcasına bu davanın savcısı olduğunuzu söylemiştiniz.
Şimdi savcısı olduğunuz bu davanın bir delili de, yaptığınız iddia edilen telefon konuşması diye, görev yerinizi terk etmek size yakışır mı?
Söz konusu kendi namusunuzu kurtarmak/onurunuzu korumak olunca, iddia makamından, savunma makamına geçmek, avukat cüppesini giymek ne demek?
Hazır bu ara ’adaletin sevdiği kuluyken’, mahkemede aklanmayı beklemek yerine, basına ’acil bindirme’ de neyin nesi?
Bir yıldır haklarında her türlü iftira, hakaret, aşağılama, saldırı yayımlanan, ruhen ve bedenen bir psikopatın duvarındaki ’dart’a dönen insanlar, sizden daha mı az namusluydu? Onlar hiç onurlarını koruma gereği hissetmediler mi sanıyorsunuz?
O insanların, haklarındaki yalan dolanı bertaraf etmek için yaptıkları düzeltme ve yalanlamalar neden “kamuoyunun takdirine” sunulamadı?
Hani Ertuğrul Özkök yayım konusunda “son söz”ü size bıraktı ya... Hani iplerini yıllar önce teslim eden yandaş medyanız var ya... Bilirsiniz diye soruyoruz.
Önce empati, sonra uzlaşma
Kaldı ki, adınızın geçtiği belge, Milliyet Gazetesinde “hayali konuşma” başlığı altında yayımlandı. Aslında hiçbir ithamla, (en azından basından yöneltilen) karşılaşmamıştınız. Hiçbir suçlamanın muhatabı değildiniz. Aksine, söz konusu gazete, çoğu insan tarafından “deli saçması” olarak tanımlananan dosya yığınındaki bu sayfanın gerçek olamayacağını belirtmişti. Yani sizden önce gazete yalanlamıştı bu belgenin içeriğini.
Düşünün ki, buna bile tahammül gösteremediniz.
“Empati” diye bir kavram var. Bilmem haberdar mısınız?
Ama “uzlaşma” diyorsanız haberdar olmalısınız.
250 bin sayfa ek delil dosyası ve 2455 sayfalık iddianamenin bir sayfasında adınızın karıştığı bu “dezenformatif” belgenin sizde yarattığı etkiyi düşünün...
Bu belgelerden daha binlerce olduğunu ve o binlerce belgenin yüzlerce muhatabı olduğunu... Onların yalanlamalarının, ’birinci sayfadan’ yayımlanma şansının olmadığını, seslerinin, meclis kürsüsünde, ’kükremeye dönüşme’ ihtimalinin bulunmadığını düşünün.
Adalet istiyoruz savcı bey!
Eşit haklarla sorgulanma, eşit haklarla yargılanma, eşit haklarla savunma...
AB yoluna geri dönmüşken, yolda bu taleplerden birkaçına rastlarsanız, koyun sepete, bir gün lazım olur, size de bize de!

++++

Ümraniye geyik çiftliği
Epeydir milletin ’ömür verip’ ürettiği mahsulü talan eden geyikler, Erdoğanlar’ın bahçesine de musallat oldu

“Ergenekon İddianamesi Geyikleri” başlıklı bir kitap yazılsa... En matrak bölümü, Fikri Albay’ın evinde bulunan bir belgenin yer aldığı bölüm olur... Belgeye göre... “Gizli görüşme” aşağı yukarı şöyle cereyan etmiş:
YAŞAR PAŞA: Sayın Başbakan! Sizi hangi yabancı güçlerin buralara getirdiğini biliyoruz... Memleketi satmaya çalıştığınızın da farkındayız... Ama şunu bilin ki: Bizi satın alamayacaksınız...
TAYYİP ERDOĞAN: (Kara Murat’a ayar veren Bizans Tekfuru’nun küstah adamı edasıyla) Ha! Ha! Ha! Daha fazla direnme Yaşar Paşa! Artık bu memleket bizden sorulur... Her yeri ele geçirdik... Bir tek siz kaldınız... Gideceğin başka bir yer yok... Sen de bize katıl...
YAŞAR PAŞA: Asla ve kata... Tek kişi kalsam bile saflarınıza geçmem...
TAYYİP ERDOĞAN: İnat etme Yaşar Paşa...
YAŞAR PAŞA: Burada daha fazla duramam...
TAYYİP ERDOĞAN: Hata yapıyorsun Paşa... Pişman olacaksın...
Yaşar Paşa “Fatih’in fedaisi Kara Murat” rolünde... Erdoğan ise “Bizans Tekfuru’nun Osmanlı’daki adamı” rolünde...
Çok değil birazcık akıl, izan ve irfan süzgecinden geçirildiğinde... Bu belgeye yapılacak tek bir hareket var: Buruşturup çöp sepetine fırlatmak... Ancak... Kahraman savcımız Zekeriya Öz, “Tamek’se koy sepete” yöntemine gösterdiği sadakatten milim taviz vermediği için...
Bu gerzek metni, “Ergenekon İddianamesi” nin “Ekler” bölümüne büyük bir titizlik ve özenle yerleştirmiş...
Bu durumda kafa bulmazsın da ne yaparsın?
* Ahmet Hakan/Hürriyet

+++++

Dokunmayın bostanıma!
“Lahana” yetiştirme alanında sayılı uzmanlardan olan eniştemiz bostana girmiş. Elinin ayarı Brüksel lahanasına alışmış, ne işin var karpuzun kavunun başında? Ya tohumunu fazla kaçıracaksın, ya içini çürüteceksin... Neme lazım! Zaten ne yiyoruz, ne içiyoruz belli değil. Bırak bari tarlamızdaki karpuz, karpuz olarak kalsın!

+++++

Primat kadar olamadınız
Primat İsmet, 2455 sayfalık iddianame okumasını bitirmiş.
“Pek çok meslektaşım, kişisel kanaatlerini yazmaktan çekinmediler.Ben izlenim ve kanaatlerimi özel sohbetlerde aktarsam da buraya yazmak istemiyorum. Bir Ağır Ceza yargılamasından söz ediyoruz. Yargılama mahkemede olur, gazete sayfasında veya köşesinde değil” diyor. Geç buldu, erken kaybetmesin. Bu etik aşkı Vakitçiler’e, Tarafçılar’a örnek olsun. Manşetlerine darağacı, köşelerine giyotin kurmaktan vazgeçsinler...

+++++

Söz konusu Taraf’sa...
Ahmet Altan, Mustafa Kemal’in “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” sözüne inanmıyormuş. Bu bakış açısıyla vatanı savunmaya koşanlar sahipsiz kalıyormuş. Abimiz çok ciğerli; damardan girecek! O’na göre “insan hayatı söz konusuysa gerisi teferruat”mış... Atatürk vatanseverleri kıyma makinasına doldurdu çünkü. Bu bakış açısıyla da, elini sallasan “gemisini kurtaran kaptan”a veya “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”cılara çarpıyorsun. Dünyaya kazık çakmayacağımıza göre, ‘ne kadar’ değil, ‘nasıl’ yaşadığımız önemli değil mi sonuçta?


+++++

MİNİ YORUM
Taşıyamayacağınız yüke talip olmayın


9 metre kaide, 31 metre gövde... Cücelik kompleksi yaşatan Papa heykelinden görkemli. ‘Bizimkiler’, vasiyeti “bütün Türkler yeryüzünden temizlenmelidir” olan Papa X. İnnocenzio’nun gölgesinde, AB Anayasasını imzaladılar ya... Torunları “soykırımla olmazsa, ruhkırımla olur” diyor. Ankara’ya giden bütün yolları tutan Mehmetçik Anıtı, AB hatırına, yeni bir anlaşmaya (Ankara Ant. Ek Protokolü) gölge edilecekse... Kıbrıs, bu antlaşmayla “Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadan” teslim olmadığımız Rumlar’a verilecekse... 5 binden fazla şehidi “müzelik” yapmak içinse bu gösteri... Bırakın...Ruhlarını incitmeyin...

Yazarın Diğer Yazıları