Türkiye’ye bu donu kim biçiyor?
"Aslan, ceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir." Birbirine zıt partiler, AKP, CHP, MHP ve HDP yan yana koşuyorsa ülkeye yeni bir don; yani yeni bir anayasa biçildi demektir! Bu da ülke yanıyor demektir...” ana fikirli yazım üzerine takipçilerimizden Gökhan Aygün, “İyi de Arslan Bey bu donu kim biçiyor. Sonunda Türkiye nereye varacak? Vardığı yerde artık Türk milletinden söz edilebilecek mi? İyi bir yere gitmiyorsa bu siyasi partiler nasıl ülkenin aleyhine iş yapabiliyor?” diye sordu.
Aslında bütün yazılarımı takip edenler, bu sorulara yeterince cevap verdiğimi bilir. Meselâ 10 Mayıs 2019’da “Türkiye'de iktidarı da muhalefeti de birlikte kontrol eden ve aralarında yaratılan suni gerginlikleri, halkı ve düşünen insanları meşgul etmek için kullanan bir güç merkezi var! Tabii böyle bir kontrolün mümkün olması için kontrol edenlerin her partide ve devletin önemli merkezlerinde ‘görevli’lerinin bulunması gerekir! Anlaşılıyor ki siyasi partileri, siyasi figürleri oynatan perde gerisindeki kontrol mekanizması, devletin temel kurumlarında iyice kök salmış durumdadır. Fakat ‘devlet içindeki devlet’ durumundaki bu yapı, Türkiye'ye değil, İsrail ve ABD projelerine hizmet ediyor.” diye uyarıda bulunmuştum...
***
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı yapmış, emekli Orgeneral İsmail Hakkı Pekin, Türkiye'nin asıl sorununu şöyle açıklamıştı:
"Türkiye'de bir derin devlet vardır ama bu Amerikan derin devletinin uzantılarıdır. Millî bir derin devlet yoktur. Derin millet vardır. Türkiye'nin millî bir derin devleti olsaydı, 1970-1980 arasındaki olayları, 12 Eylül'ü ve diğer müdahaleleri ve 15 Temmuz'u yaşamazdık.
Türkiye’de silahlı kuvvetler veya askerî öğrenciler içinden seçilen gençlere Seferberlik Tetkik Kurulu ve sonra da Özel Harp Dairesi’nde görev verilirdi. Bunların kim olduğunu sadece MİT bilirdi. MİT ise zaten CIA ile Ankara’da aynı binada altlı üstlü çalışırdı. Maaşlarını ABD verirdi. Bu kadrolar içinden devşirilen insanları sonra ABD ve İngiliz istihbaratı Türkiye aleyhine kullandı. Fethullah Gülen, Mehmet Şevki Eygi gibi isimler de 1959’da bu yapı içinde görevlendirilmişti.”
***
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu da bir televizyon programımızda, 1947'de kendisi bir çocukken Ankara'da Amerikan askerlerini gördüğünde, "Biz İstiklal Savaşı'nı bunun için mi yaptık?" diye düşündüğünü söylemiş ve şöyle devam etmişti:
"Sonra anladım ki Türkiye, Yalta Konferansı'nda ABD'nin etki alanına terk edilmiştir. Buna karşılık Doğu Avrupa da Sovyet etki alanı olarak kabul edilmişti. Amerikan askerlerinin bu anlaşmadan hemen sonra İsmet Paşa'nın yaptığı gizli anlaşmalarla Türkiye'ye gelmesi, hatta Meclis binasının duvarına bitişik bir şekilde karargâh kurmalarından da durum belli oluyordu. O tarihten sonra Türkiye, Amerikan yörüngesine girmiştir. Soğuk Savaş bittiği halde Türkiye bu yörüngeden kurtulamamıştır. Devletin kendisi ve silahlı kuvvetleri NATO üzerinden Amerikan etkisi altında iken bağımsız siyasi partilerin olması mümkün değildir."
Mesela FETÖ denilen yapılanma, daha düne kadar, orduda, yargıda, emniyette, eğitimde devletin kılcal damarlarına kadar girmemiş miydi? Şimdi, benzer bir sızma, başka örgütler tarafından alenen devam ettirilmiyor mu? Bu yapılanmalar, devleti idare edenlerin kontrolünde gerçekleşmiyor mu? Devlet yapısı buna izin veriyorsa, çürümeyi orada aramak gerekir!
***
Türkiye'de reklâmlarda kullanılan bir söz vardı. "Kontrol edilemeyen güç, güç değildir." denilirdi. Bu söz, kullanılmayan potansiyel enerji için geçerli olabilir fakat siyasette en büyük güç, küresel güçler tarafından kontrol edilemeyen millî güçtür.
Bugün Türkiye’de devletin ve siyasetin ana damarlarına sızılmıştır. Türkiye’nin bağışıklık sistemi ise kuruluş felsefesine inananların direnç göstermesi şeklinde ortaya çıkar. İşte Ergenekon ve Balyoz gibi davalar, bu direnci kırmak için başlatılmıştı. Şimdi gelinen noktada “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenlerin tasfiyesi söz konusu edilebiliyor. Atatürk, “Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” derken bugünleri kastediyordu.