Türkiye’nin kalkınmasında kurumsal devletin önemi
Kurumsal devlet, iktidarların değişmesi ile değişmeyen, katılım, denetim ve şeffaflığa sahip, liyakatın esas olduğu ve gücünü halktan alan bir devlettir. Aslında derin devlet de ülkenin bekasını ve halkın refahını önde tutan devlet anlamında kullanılmalıdır.
Refah devleti işlevini de ancak kurumsal devlet yapar. Söz gelimi refah devletinde okul ücretsizdir ve hastaları tedavi etmek devletin görevidir. Devlet, işsizlere ve az gelirli kişi veya ailelere gelir sübvansiyonu sağlar. Aynı şekilde devlet kendi evini satın alamayacak ve özel kiralık ev piyasasındaki yüksek kiraları veremeyecek kadar fakir olanlara, ya sübvansiyon olarak ev kirası verir, ya da ucuz kamu malı kiralık ev yapıp bunları maliyet altında kiralar. En iyi sosyal refah devleti örneği Baltık ülkeleridir.
Peter B. Evans’ın tespitlerine göre, 1970’lerde kalkınmayı hızlandıran devlet tipine sahip olan Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkeler, liyakata dayalı bürokrasi sayesinde sanayileşmelerini ve kalkınmalarını tamamlamışlardır.(Peter B Evans; Embedded Autonomy: States and Industrial Transformation, Princeton University Press.)
Bu ülkelerde bürokratlar hem eğitimli, uzman ve yetenekliler arasından seçilmiş, hem de yüksek maaşlar verilerek, siyasilerin ve çıkar gruplarının etki alanı dışında tutulmuştur.
Aslında, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerde tarihsel anlamda var olan geleneksel saygın devlet anlayışı, özerk bir bürokrasi oluşturmaya da imkân sağlamıştır.
Peter B. Evans, kalkınmayı hızlandıran devletlerin zıddı olarak Zaire gibi bazı Afrika devletlerini “Yağmacı Devlet” olarak vasıflandırmıştır. Yağmacı devletler sermaye birikimine destek olmadıkları gibi mevcut ülke kaynaklarına da el koyarlar.
Bu iki zıt kutup arasında kalan ve “ara durum” olarak vasıflandırdığı Brezilya’da Devlette liyakat esası yoktur. Cumhurbaşkanı binlerce kamu personeli atamasını kişisel tercihleri ve bağlantıları vasıtasıyla yapar.
Bu çerçevede, Türkiye’de devleti ve devletin nereye geldiğini değerlendirmeyi okuyucuya bırakıyorum.
Öncesine gidersek… Türkiye de Devletçilik, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1930 yılındaki programında ilk kez yer aldı. Programda ayrıca Devletçilik resmî ekonomi politikasını nitelendiren bir terim olarak ortaya atıldı. Devletçilik uygulamasına geçiş 1932 yılında oldu. Bu çerçevede 1933 -1938 birinci beş yıllık sanayi planı hazırlandı. Bu plan dönemi devletin en çok yatırım yaptığı, millîleştirme yaptığı bir dönemdir.
1963-1980 arasında da, Karma Ekonomi Modeli uygulandı. Bu model piyasa ekonomisi esas olmak üzere, planlı ekonomide devletin piyasada rekabeti geliştirmek, kıt malların üretiminde bizzat girmesi şeklinde devlet müdahalesi ile özel yatırımların teşviki, kamu-özel yatırımlarının tamamlayıcı olması ve bu yolla ekonomide etkin kaynak dağılımını sağlamak amacı olan bir modeldir.
Bugün, içinde bulunduğumuz ekonomik konjonktür ve serbest kambiyo ve dışa açık politikalar içinde, devletçilik anlayışı da farklı olmalıdır.
Küreselleşme sürecinde Türkiye kraldan çok kralcı oldu. Özelleştirmede İngiltere ile yarıştı. Devlet tamamıyla dışlandı.
Her şeyden önce devleti yeniden kurumsal devlet yapmalıyız. Devlette liyakati getirmeliyiz. Denetim ve şeffaflığı artırmalıyız.
Hiçbir gelişmekte olan ülke, devleti dışlayarak kalkınamaz. Çin’de büyüme ve kalkınma var, ama kurumsal devlet yerli yerinde duruyor.
Türkiye’de, özelleştirme; devletin ekonomideki payını azalttı. Ayrıca altyapı yatırımları özelleşti, piyasada oligopol yapı oluştu.
Bu nedenle; kamu altyapı yatırımları, kamu özel iş birliği anlaşmaları ile yapılan altyapı yatırımları, Elektrik dağıtımı gibi stratejik sektörler yeniden devletleştirilmelidir.
Bütçeden yapılan yardımlar ile her ile, o ilin kaynaklarını değerlendiren yeni yatırımlar yapmalı ve para yerine iş dağıtmalıdır.
Eski Et-Balık Kurumu gibi, piyasada gıda arzını artıracak ve spekülatif fiyat artışını frenleyecek kurumlar yeniden ve daha kapsamlı kurulmalıdır.
İdeolojik eğitim yerine, eğitim planlaması yapılmalı ve eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Bunun için de, eğitimi prensip olarak devlet yapmalı, kurumsal niteliği olan paralı eğitim kurumlarında da ihtiyaç duyan öğrencinin eğitim giderlerini devlet karşılamalıdır.
TOKİ gibi kurumlar, tamamıyla sosyal konut yapmaya yöneltilmeli, ihtiyaç sahiplerin devlet ucuz kira ile konut vermelidir.
Özetle, büyüme ve kalkınma için Devlet-Piyasa arasında denge kurmalıyız.