Türkiye şimdi ne yapacak?
PYD geçtiğimiz günlerde Moskova'da bir temsilcilik açtı. Burada PYD adına görevli olan Rodi Osman, Almanya, İsveç ve Norveç'te de temsilcilik açacaklarını ifade ettikten sonra bu adımı biraz daha ileri götürerek "burası Rojava özyönetiminin temsilciliğidir" dedi. Bir de dünyayla dalga geçercesine "burası merkezdir elçilik değildir" diye de ekledi. Aynı Rodi Osman, çarşamba günü yapılan bir röportajda "Türkiye, Suriye'ye kara operasyonu düzenlerse Rusya bizi koruyacağına söz verdi" şeklinde açıklama yaptı. Ne tesadüf ki geçen gün PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Financial Times'ta "Kürtler devleti olmayan en büyük etnik gruptur" dedi. Her ne kadar PYD'nin ilgisi olmadığını söyleseler de Ankara'da devletin kalbine yönelen alçak saldırının en büyük şüphelisi PYD-PKK ortaklığı ve onun arkasındaki küresel güç merkezleridir. Elbette ki Türk Devletinin Başbakanı bir takım bulgulara dayanarak suçlu YPG diyorsa buna inanmak durumundayız.
Öte yandan bir an için bu katliamın failinin gerçekte IŞİD veya Esad olduğunu düşünelim. Türkiye açısından şu gerçek değişmez. PKK-YPG (PYD) ilişkisi, bütünleşme süreçleri ve hedef aldıkları ortak düşmanın Türkiye olduğu artık ispatlıdır.
PKK kazmakta YPG tuzaklamaktadır...
Rojava (Batı Kürdistan) dedikleri sözde coğrafya bölücübaşı Öcalan tarafından inşa edilmekte, PYD'nin adını Öcalan koymakta ve onlar da ele geçirdikleri derme çatma havalimanına "Serok Apo" ismini vermektedir. (Öcalan 2001 ve 2003'te avukatlarıyla yaptığı görüşmede bu oluşumu kendisinin önerdiğini aktarıyor.)
Sözde özyönetim merkezlerini YPG'den gelen tecrübeli militanlar yönlendirmektedir.
PYD tüzüğünde tıpkı KCK tüzüğünde olduğu gibi "bütün Kürdistan parçalarında demokratik kurtuluş mücadelesinin desteklenmesi" hükmü yer almaktadır.
Yani PYD=PKK'dır.
Peki öyleyse Türkiye, PYD'yi kuran, önder dedikleri Öcalan'la pazarlığa otururken bu tehlikeyi görmemiş midir? Eğer PYD o tarihte bir terör örgütü ise Salih Müslim Türkiye'de neden kabul edilmiştir? Tezkere kılıfıyla peşmergeyi davullu zurnalı Ayn el-Arap'a gönderenlerle "Kobani'ye selam gönderenler" aynı kişiler midir?
Neler yapılabilir?
Türkiye'nin burada geniş kapsamlı ve uzun süreli bir operasyon yapması mevcut koşullar açısından hiç de akılcı görülmüyor. Öyle ki Türkiye'nin Suriye'ye girmesi durumunda karşısında Esad, YPG ve en önemlisi Rusya'yı bulacağı kesin. İran'ı da unutmamak lazım. Rojava vb.. ideolojik hamlelerle YPG ile her geçen gün daha fazla entegre olan PKK unsurlarının saldırılarını artırması ve hatta bir kalkışmayı ateşlemesi mümkün. Ayrıca genç nüfus üzerinden olası bir müdahale durumunda YPG'ye insan kaynağı göndermesine şaşırmamak gerekiyor. Şöyle yüzlerini bir üniversitelere çevirseler bu gerçeği orada da görecekler.
Ayrıca YPG, Azez'i almak dışında bir yandan da güneye, IŞİD'in olduğu bölgeye de ilerlemeye devam ediyor. IŞİD'le karşı karşıya gelmeleri çok uzun sürmeyecektir. Bu durumda Türkiye'nin olası bir hamlesi IŞİD'le mücadeleye darbe olarak dünya kamuoyuna sunulacaktır. Zaten ABD'li yetkililerin açıklamalarındaki en önemli kımızı çizgi burası. "Gelin hepiniz, IŞİD' karşı bizim için savaşın" diyorlar.
Peki Türkiye'nin hareket alanında neler mümkündür?
Sınırlı olarak angajman kurallarının dışına taşarak topçu ateşi yerine, ağır kayıplar verdirecek vuruşlar yapılabilir. Genelkurmay Başkanı'nın odasından hissedilen ve 28 insanımızın şehit olduğu bir saldırıya gereği gibi karşılık vermediğinizde, zaten örselenen ağırlığınızı iyice kaybedersiniz.
Bir süre bekleyip Halep kuşatması ile birlikte sığınmacı akınının yaratacağı teyakkuz içerisinde bir tampon bölge oluşturabilir. Öte yandan bu bekleme sırasında Azez-Cerablus hattı en büyük kuşatmaya maruz kalabilir.
IŞİD'le daha aktif bir biçimde mücadeleye girişip ABD'nin PYD'ye olan bu yöndeki desteğini kırarak taktiksel hamlelerle Azez-Cerablus hattına baypas yapabilir. Burada da IŞİD'in Türkiye içerisinde yapabileceklerini ve riskleri ayrıca irdelemek gerekiyor.