Türkiye kanlı "paravan"ı dağıtacak mı?..

Türkiye o derin tehdidi sonunda çok net biçimde anlamış olmalı!..
Hele de bir zamanlar "Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanı" olduğunu söyleyen AKP lideri Erdoğan'ın çok daha net biçimde zihnine kazınmış olmalı o tehdit!..
Karanlık, sinsi bir emperyal tuzak Afrika'dan Orta Doğu'ya kadar çadır devletlerinin kukla liderlerini oynatmak, bazen onlar üzerinden yeraltı kaynaklarına egemen olmak ve bazen de din, mezhep, etnik tartışmalarla karıştırılan bölgelerde jeopolitik çıkarlar için ileri karakollar kurmak için çırpınıp duruyor!..
Bu kirli tehdidin giderek şiddetini artırdığı ve bunun emarelerinin sadece Türk basınında değil, yabancı medya organlarında da çarşaf çarşaf deşifre olduğu görülüyor ki, sadece tuzağa çekilen Orta Doğu ülkeleri değil, coğrafi açıdan çok stratejik bir bölgede olan Türkiye de giderek daha fazla tepkili hâle geliyor...
Evet; nükleer silah bulunduğu gerekçesiyle Irak'ın işgali ile başlamıştı Orta Doğu'nun kuşatılması projesi...
Adına BOP denilen tezgâhın ilk kurbanı Saddam Hüseyin olmuştu...
Dönemin Irak Devlet Başkanı göstermelik bir mahkemede idama mahkûm edildikten sonra Irak'taki tezgâhta figüran olan sözde bilim insanları ya da kendilerini emperyalizme satarak Irak ordusunu çökerten askerî ve siyasi yetkililer tarafından itiraf edilmişti...
Çünkü Irak'ta nükleer silah olmadığı ortaya çıkmıştı...
Ve ne yazık ki sadece bu yalan deşifre olmamış, ortaya çıkan büyük bir tehdit Orta Doğu'nun başına büyük bir bela olmuştu...
Heyhat!.. Ne kadar sinsi bir eylem, ne kadar derin bir organizasyondu ki; adları sanları bilinmeyen, nereden beslendikleri tespit edilemeyen, ancak aynı giysiler, aynı silahlar ve son model araç gereçlerle bir anda donatılarak ortaya salınan bir örgüt vardı ki, bir yandan paralı askerleri, diğer yandan da sözde şeriat istemiyle ortaya çıkan radikal dinci Selefileri temsil ediyordu...

Erdoğan, BM, tuzak!..

Ne şaşırtıcıdır ki; Saddam'ın katledilmesine isyan edenlerin başında gelen Libya lideri Muammer Kaddafi'nin sonu da aynı tezgâh, aynı silahlar ve aynı militanlar tarafından belirlenecekti...
2008'deki Arap Birliği toplantısında Saddam'ın ölümüne sessiz kalınmasına tepki gösteren ve bu konuşmayı dinlerken sırıtan Arap liderlerine, "Belki yarın sıra size, ya da bana gelecek" diyen Kaddafi, ne yazık ki haklı çıktı ve Selefilik kullanılarak paralı askerlere dönüştürülen sözde El Kaide militanları tarafından Libya çöllerinde yakalanarak linç edilmekten kurtulamamıştı...
Bir taraftan Rusya'dan, bir yandan da Çin ve komşu ülkelerden birinden destek alan; Orta Doğu'nun göbeğinde hem etnik, hem mezhepsel açıdan stratejik bir konumda olan Suriye ise hedeflerden biri olarak 2011'de kuşatmaya alınmış, iç savaş kışkırtıcılığının kurbanı olmuştu...
10 yılı aşkın süren iç savaşta, dış güçlerin desteğiyle Beşar Esad'ın devrilmesi önlense de, geride sadece bombalanmış, tüketilmiş Suriye kentlerinin enkazı kalmadı...
Çünkü Irak'ta beklenenin ötesinde büyüyünce, beş bine yakın deniz piyadesini de katleden El-Kaide'yi ortadan kaldırma çabaları sırasında benzer bir güç aynı yöntemle ortaya sürülmüş, adına da IŞİD denilmişti...
İşte Suriye'de bir yandan mezhepsel bir yandan da etnik kavga çıkartılarak, yüz binlerce insanın katledilmesinde kullanılan IŞİD, sadece Beşar Esad'ı devirmek için uğraşmadı, bu sırada asıl hedef olan Türkiye'nin kuşatılması için de sınırlarımıza sürüldü...

ABD'ye rest ve sonrası!..

Lafı uzatmaya gerek yok... Türkiye nihayet sertleşerek uyandı dedik ya, işte 1980'lerden bu yana Bekaa Vadisi'nden başlayarak, Suriye'den Irak'a uzanan, oradan da Türkiye'yi tehdit eden, üstelik en az PKK kadar büyük bir tehlikenin hedefi oldu Türkiye...
İşte Suriye sınırındaki mayınların kaldırılmasının nedeni de çok net anlaşılmış oldu...
Çünkü Suriye'nin bölünmesi tuzağında sığınmacı adı altında Türkiye'ye sürüklenen insan göçünün tek hedefi Şam ve çevresinin boşatılması değil, aynı zamanda Türkiye'nin de kuşatılmasıydı...
2003'te, İstanbul'daki 4 hedefe bombalı kamyonlarla saldırı düzenleyerek 60'tan fazla insanı katleden El Kaide, Türkiye'nin başına yeterince bela olmuşken, benzer kılıkta Suriye'den Anadolu'ya sızan IŞİD militanlarıyla da uğraşıyor memleket...
İşte bu uğraş sırasında ne yazık ki 500'den fazla masum insan yaşamını yitirdi, onlarca güvenlik görevlisi de IŞİD saldırılarında şehit oldu...
Türkiye'de 2018'den bu yana IŞİD'e karşı operasyonlar yoğunlaştırılarak sürüyor...
Ancak Irak, Suriye, Libya ve Türkiye'de eylemleri dursa da, IŞİD Suriye'de bir başka bahanenin aracı olarak Türkiye üzerinde bir tehdit olarak dolaştırılıyor...
ABD'nin Suriye'de PKK'yı ordulaştırmaya çalışmasının en büyük gerekçesi IŞİD terörüne karşı bir kalkan oluşturmak...
Türkiye bunun bir "paravan" olduğunu son yıllarda ısrarla dile getirirken, emperyal tuzak geri çekilmiyor...
Ve IŞİD'le mücadele adı altında PKK güçlendirilirken, sınırda devletleşme çabası da giderek ivme kazanıyor...
AKP lideri Erdoğan'ın önceki gün, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasında dikkat çektiği en önemli konu da, işte bu sinsi terörün perde gerisiydi..
Erdoğan, terörün paravan olarak kullanıldığını ilk kez bu kadar net biçimde açıklayarak şunları söyledi;
"DEAŞ (IŞİD) ile fiilen en büyük mücadeleyi vermiş, bu örgüte en büyük kayıpları yaşatmış bir ülke lideri olarak açık konuşmak istiyorum... Suriye ve Irak başta olmak üzere, Orta Doğu, Kuzey Afrika'da DEAŞ ve benzeri örnekleri paravan olarak kullananların riyakârlıklarından bıktık... Asıl tehdit, vekâlet savaşlarının aracı olarak beslenen, palazlandırılan terör örgütleridir. DEAŞ bahanesine sarılanların oyunları artık ifşa olmuştur. Bu bölgelerdeki tehdit sadece DEAŞ değildir. Sırf kendi siyasi, ekonomik çıkarları için terör örgütleriyle çalışmaya devam eden ülkelerin, terörden ve bağlantılı sorunlardan şikâyet etme hakkı yoktur."
Evet; hiç kuşku yok ki Erdoğan, emperyal güçlerin Suriye'deki faaliyetleri üzerinden ABD'yi hedef aldı... Görelim bakalım, bu sert tepkinin yansımaları nasıl olacak?.. Yeni bir diplomatik savaş mı, yoksa yeni bir terör dalgası mı?..

Yazarın Diğer Yazıları