Türkçülüğün Mürşidi Şeyh Ata
Pazar pazar canınızı daha fazla sıkıp, gönlünüzü daraltmamak için Bahçeli-AKP işbirliğiyle parlamenter sistemin sona erdirilme çabalarını hafta içine bırakıyorum.
O yüzden memleketimizin unutulan, hatırlanmayan değerlerini anmak benim için çok daha onurlu bir vazife olacak.
"Özbekler Tekkesi ve Vatanseverlik!" yazımdan sonra tarihçi Muhittin Nalbantoğlu Hocamız önemli bir kaynak getirdi. Hatta biraz da fırçaladı, "Madem böyle bir konuya gireceksin, bana niye danışmıyorsun" diye, haksız da sayılmaz…
Muhittin Hoca'nın kendi arşivinden bulup çıkarttığı kaynak, 15 Ocak 1951 tarihine ait… "Tarih Hazinesi" isimli dergi bundan tam 65 yıl öncesinin… Bugünkü gibi belirli siyasi gruplar tarafından finanse edilip; geçmişe, tarihe, cumhuriyete saldırmak yerine, tarihimizi en doğru şekliyle anlatıyor…
O dergide, tarihçi Razi Yalkın tarafından, Özbekler Tekkesi'nin Kuvayi Milliye dönemindeki şeyhi olan Şeyh Ata için özel bir yazı kaleme alınmış.
Unutturulan tarihimizin, milli mücadelenin meçhul kahramanlarını hatırlamak için o yazının en çarpıcı bölümlerini aktarmak istiyorum:
"Bu yazım ile; aziz ruhunu şenlendirmek, kıymetli şahsiyetini kadirbilir gençlerimize bildirmek istediğim rahmetli Şeyh Ata, İstiklal Savaşının gizli kalan mücahidlerinden biri, Türklüğün ve Türkçülüğün tam manasıyla hakiki bir mürşidi idi. Üsküdarlılar arasında 'Özbekler Dergahı' adıyla anılan ve Sultantepesi'nin Bülbülderesi'ne doğru sarkan yeşil yamacı üzerinde hala yaslanıp duran tekkesi de o günlerin millet fedailerini, istiklalin kabesi olan Ankara'ya ulaştıran nurlu yollarından birinin ilk uğrağı ve gizli bir sığınağı idi.
Şeyh Ata; İstanbul’un salgına uğradığı kara günlerde, millet ve memleketin halas ve istiklale kavuşması çarelerini araştırmak üzere rahmetli Baba Sait ve Kemaleddin Sami beylerle arkadaşları tarafından; ilk olarak teşkil edilmiş olan Karakol Cemiyeti’nin Üsküdar şubesindeki fedailerinden idi.
Gerek bu mensubiyetini ve gerekse sayısı ve büyük hizmetlerini işgalcilere ve onların yerli ve yabancı yardakçılarına uzun zamanlar sezdirmeyen bu keskin zekalı ve becerikli kahraman; sarındığı yeşil destarı, büründüğü siyah cübbesi ile; gündüz külahlı, gece silahlı; tabirinin tam bir sembolüydü. Gündüzleri şeyh kıyafeti ile, Üsküdar'ın çarşı ve kahvelerinde buluştuğu adamlarından haber toplardı. Geceleri de; silahlanır, bir taraftan deniz kenarlarındaki Nakkaşi karakolundan tekkesine taşınan silah ve cephaneleri kollar, bir taraftan da gündüz aldığı haberleri ve bir gece evvel tekkesine getirilen cephane ve silahları, İstiklal Savaşına atılanlara katılmak üzere cemiyet tarafından dergaha gönderilen, yurt fedaileri ile birlikte, bu gizli kurtuluş yolunun ikinci menzili olan Büyük Çamlıca eteğinde, Tomruk Suyu yolu üzerindeki Doktor Hazım paşanın köşküne yollardı.
Tekkesini, bir silah ve cephane ambarı haline koymaktan ve hele; geceli gündüzlü hiç de eksik olmayan savaş yolcularını kollamaktan müstesna bir zevk almıştı. Hizmetleri, hiç de bu saydıklarıma münhasır değil idi. Milliyetçi çetelerimize yardımlarda bulunmaktan, icabında onlara yardımlarda bulunmaktan, yaralılarına bakmaktan da kaçınmamıştı.
1336 (rumi) yılı Nisanı'nda Özbekler tekkesi de benzeri sık görülen müstesna gecelerinden birini daha yaşıyordu. Bütün odaları biraz sonra Anadolu yolculuğuna çıkacak misafirlerle dolmuştu. Bu misafirler arasında şair Mehmet Akif de bulunuyordu. Mehmet Akif'le Şeyh Ata, tekkenin bahçesinde oturuyorlardı. Gözcülük yapan bir derviş soluk soluğa bahçeye girdi. Yanına sokulduğu şeyhinin kulağına eğildi ve fısıldadı:
'Aman şeyhim!.. Üsküdar'daki İtalyan polis kumandanı yanında birkaç İngiliz zabit ve polisi olduğu halde buraya doğru geliyor.'
Şeyh Ata; müridinin sözünü bitirmesine meydan bırakmadı. Hemen yerinden fırladı, misafirlerine koştu, yaklaşan tehlikeyi kulaklarına koydu ve alınması gerekli tedbirleri ayrı ayrı sundu.
Tekke kapısından içeri dalan işgalci zabitlerin bir kısmı bahçe ve mezarlığa saldırmış, bir kısmı da tekkenin içine atılmışlardı. Odaları tekmelerle açıyor, dolapları bile arıyorlardı. Nihayet tekkenin büyük ayin odasına dalmışlar, karşılaştıkları manzara karşısında şaşırmışlar daha doğrusu aptallaşmışlardı. Şeyh ata; gerisinde duran dervişler ile birlikte namaz kılıyordu. İşgalci zabitleri, uğradıkları muvvafakiyetsizlik karşısında; hırs ve hayretlerinden dudaklarını kemire kemire tekkeden uzaklaşmak mecburiyetinde kalmışlardı.
O gece yarısı; Özbekler tekkesinden atlattıkları büyük tehlike ile sevinerek ayrılan yolcular, ertesi akşamı geç vakit Çal köyünü tutmuşlar ve selamete kavuşmuşlardı. Şeyh Ata, misafirlerinin her biri ile ayrı ayrı vedalaşırken şair Mehmet Akif onu bir kenara çekti. Takdirkar bakışları ile uzun uzun yanaklarını okşayıp, alnından öperken:
'Ne mutlu sana şeyhim. Kurtuluş savaşçılarına yaptığın bu büyük hizmetler inan ki, hiçbir zaman unutulmayacak ve milleti istiklale kavuşturacak yıldızlar arasında Şeyh Ata adı da daima hürmetle anılacak. İmreniyorum bu mazhariyetine ve seni bekleyen şerefli istikbaline.' "