Türkçülüğümüzü tashih etmiş
"Türk ve Kürt ulusalcıları Bediüzzaman'ı Kürtçülüğe mal etmek istemişler ve dolayısıyla Türkler lehinde o kadar şahadetini görmezlikten gelmişlerdir. Halbuki Bediüzzaman Türklere insaf etmiş ve tarih aynasında onların hizmetlerini gördüğü ve tarihin her karesinde onlarla karşılaştığı için onları ebedi değerler adına sever."
Böyle diyor Mustafa Özcan, "Türkçülüğümüzü tashih etmiş, Türklere insaf etmiş" Said Nursi...
Yahu Türkler onun insafına mı kaldılar? Gerçek Türkçüler, bırakınız Türkçülüklerini tashih ettirmeyi, dönüp bakmazlar bile onun gibi adamlara. O Türkçülük tashih edemez, Türk'e insaf edemez, ne haddine onun!
"Ebedi değerler" adına seviyormuş Türkleri. Hadi canım sen de!... "Ebedi değerler" sana kaldıysa, vay geldi başımıza...
Bu adamın Türkçülüğe gerçek bakışını Nurcu-Kürtçü Altan Tan aktarıyor: "Türkçülüğün en büyük ideologlarından biri olan Ziya Gökalp'ı 'Menfi milliyetçilerin ve unsuriyetperverlerin (ırkçıların) reislerinden birisi' olarak tanımlayarak eleştirir. Ziya Gökalp'ın 'Turan' ve 'Kızıl Elma' fikirlerine karşı çıkar. Diyarbakır'da bir karşılaşmalarında Kürtlerin soğanı çok sevmesinden kinayeyle Ziya Gökalp'a 'Kürdüm diye tan eyleme beni, bir kelle soğanı, bin kızıl elmaya değişmem' der."
Bize yıllarca anlatıp durdular Nurcu arkadaşlarımız, efendim, Şeyh Sait, Said-i Nursi'ye haber yollamış isyan çıkarmadan önce, "Gel sen de katıl" demiş de o 'Ben İslamiyet'e bunca hizmet etmiş Türk kavmine ihanet edemem' karşılığını vermiş.
Hâlâ da milliyetçiliğe nurculuk fesadı sokma çabasında olan bazı kimseler bu öyküyü anlatıp dururlar.
Peki nedir bu işin doğrusu? Altan Tan, 'Kürt Sorunu' adlı kitabında bakınız neler yazıyor:
"Şubat 1925'de hazırlıksız, organizasyonsuz ve bazı iddialara göre de devletin bir provokasyonu neticesinde patlayan Şeyh Sait kıyamına katılmaz. Sonraki yıllarda bizzat Şeyh Sait Efendi'nin oğulları Şeyh Ali Rıza Efendi ve Şeyh Selahattin Efendi ile torunu Abdülmelik Fırat'la yaptığı görüşmelerde Şeyh Sait Efendi'den 'Birader-i âzamım' (büyük ağabeyim) diye hürmetle bahseder. 'Ben birader-i âzamım, ekremim Şeyh Sait Efendi'nin hayfını (öcünü) alacağım, aldım. Kardeşim Şeyh Sait kıyama başladığı zaman Van'da mağarada idim. Kendisine bir mektup yolladım, mektubumun cevabını almadan duydum ki kardeşim Şeyh Sait yakalanmıştır. Düşündüm ki mağaradan çıksam bile bir faydam olmazdı. Sonra beni mağarada yakalayıp sürgüne gönderdiler. Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan mukaddes cihattan mahrum kaldım. Daha sonra bana denildi ki 'Kardeşin Şeyh Sait üzerine küfr-i mutlak karşısında silahıyla cihat etmek vacip oldu. O silahı ile küfr-i mutlak karşısında cihat etti. Küfr-i mutlakı kaldırdı. Cühl-i mutlak kaldı. Cühl-i mutlakı kaldırmak için kaleminle cihat etmek de senin üzerine vacip oldu.' Ben de cühl-i mutlak karşısında kalemimle cihat ettim."
"Cühl-i mutlak"ın anlamı ne? "İsbatı tasdik etmemek. İman hükümlerini lâkaydlıkla karşılamak, inkâr etmek, göz kapamak gibi câhilâne bir hükümsüzlük."
Anlam bu da, cihat edilen "cühl-i mutlak"tan ne kast ediliyor acaba? Atatürk ilkeleri ve başta laiklik olmak üzere devrimler tabii ki...