Toplumun gerisinde kalanlar

Dün, Güngör Uras, farklı farklı iktisatçılar var, diye yazmış... Ancak bir çeşidini unutmuş: “İktisatçı geçinenler”... Bu gibileri İktisat Mantığı ile düz mantığı karıştırıyor. Oysaki ekonomik olaylar çok sayıda faktörün etkisi altındadır. Yapılan analizlerde bu faktörlerden birinin gözden kaçması, sonucun da tam ters çıkmasına neden olabiliyor.
Bu girişi neden yaptım? Bir köşe yazarı, bir parti için yenileşmeyi “Ekonomide devletçi politikalara bel bağlamaktan vazgeçmek ve küreselleşmenin benimsenmesi” olarak tarif ediyor. 25 yıl önce bir toplantıda yine bir bürokrat “Dünyada önlenmesi imkansız üç trend var....Birisi, küreselleşme.... Birisi, özelleştirme... Bir diğeri de yönetimde yerelleşme...” demişti.
Gerçekten, küreselleşme süreci hızla gelişti... Ancak geride tahribat bırakarak gelişti. Global Ekonomi, insanların dünya kaynaklarından daha çok yararlanacağı bir düzen getirecekti. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler de bu düzenden pay alacaktı. Uygulama tersine oldu... Ekonomik krizlerin aralığı daraldı... Sosyal refahta aşınma ve yıpranma oldu. Fakirleşme arttı. Sektörel ve faktörel dengeler bozuldu.
Küreselleşme, üretim faktörlerinin serbest dolaşımını öngörmüştü. Uygulamada yalnızca kısa vadeli sermaye serbestçe dolaştı. Emek faktörü tersine kendi ülkesine hapsedildi. Buna gerekçe olarak da sermayenin gitmesi gösterildi.
Finansal liberalizasyonla birlikte finans sisteminin kırılganlığı önemli ölçüde arttı... Finans sektörü, reel sektörü temsil etmekten uzaklaştı. ABD ve AB’de varlıkların bazı bankalarda yoğunlaşması, sistemi büyük iflas riskleri ile karşı karşıya bıraktı. Ülke ekonomilerinde yaşanan büyüme ile düşen faiz oranlarına paralel olarak artan konut talebinin sonucunda, gayrimenkul fiyatlarında aşırı fiyat artışları (köpükler) ortaya çıktı.
Bugün AB’de yaşanan borç krizi de, küreselleşmenin bir uzantısı olarak ortaya çıkan ortak para biriminin, bazı ülkeler tarafından çok rahat istismar edilebileceğini ortaya çıkardı.
Çin, Brezilya ve Hindistan’da gözle görülür iyileşme oldu. Bizde ise bol sıcak para serap etkisi yarattı. Büyüdük... Ancak varlıklarımızı sattık. Bu varlıkların kârı dışarıya gidiyor. Dış borçlar nedeniyle de yine dışarıya faiz çıkıyor. Yarınki imkânlarımızı bu gün hovardaca yiyerek büyüdük. Global ekonominin dünyaya getirdiği ikinci bir sorun, zengin ve fakir ülkeler arasındaki farkın artması, aynı ülke içinde gelir dağılımının bozulmasıdır.
Söz gelimi, hızla büyüyen Çin’de bile işçiler ayda 200 dolara çalışıyor.
Artık uluslararası kuruluşlar da bu gerçeğe parmak bamaya başlamıştır. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) geçen ay açıkladığı raporda da dünyadaki gelir adaletsizliğinin son 30 yılın en yüksek seviyesine ulaştığı vurgulandı. Özet olarak, dünkü küreselleşme eğilimi bugün eskimiştir ve dünya yeni modeller aramaktadır. Bizimkiler ise küreselleşmeyi yenilik olarak görmeye devam ediyor.
Devletçiliğe gelince... En büyük devletçi ekonomi Çin ekonomisidir.
Devletin doğrudan yatırım yapması çoktan geride kaldı. Ancak gördük ki eğer piyasa ekonomisini başı boş bırakırsak, devletin yerini spekülatörler alıyor. Spekülatif piyasa oluşuyor. Kırılganlık artıyor. Piyasada oligopol yapı oluşuyor. Olan tüketiciye oluyor. Bunun içindir ki, devletin piyasa ekonomisinde düzenleyici fonksiyonu olması kaçınılmazdır.

Yazarın Diğer Yazıları