Teşvik sistemi cari açığı önler mi?
Son bir yıldır ilgili bakanlar, yatırım ve üretime yeni teşvikler verileceğini açıklıyor. Bu yolla yatırımcı bir beklenti içine sokuldu. Ne var ki, teşvik sistemi geciktikçe, belirsizlik de artıyor. Bu belirsizlik beklentileri de olumsuz etkiliyor. Ayrıca, bakanların yaptığı açıklamalar arasındaki çelişkilere yol açıyor. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, oldukça cömert konuşuyor... “Teşvikler eski yatırıma yansıyacak, vergi indirimi kazmayla başlayacak” diyor ve teşviklerin iki ana hedefinden birinin cari açıkla mücadele, ikincisinin ise bölgesel boyutunun olduğunu vurguluyor. Aynı şekilde Zafer Çağlayan, yeni teşvik sisteminin son derece iddialı olacağını söylüyor. Bunlara karşılık Başbakan Yardımcısı Babacan, tersine sınırlı bir teşvikten bahsediyor ve “Teşvik gelecek bütün devlet destekleri bunun içinde olacak diye bir şey yok” diyor.
Üç Bakan, yeni teşviklerde cari açık sorununun ön planda olduğunu söylerken, Maliye Bakanı Şimşek “Sosyo ekonomik gelişmişlik endeksinde alt sıralarda olan illerde yeni teşvik sisteminde çok daha farklı bir yaklaşım olacak” diye bölgesel kalkınmayı öne çıkarıyor. Türkiye’de yatırım teşvikleri, 1927 yılından beri yapılıyor.1963 planlı dönemde ve 1980 sonrası Özal döneminde daha yaygın ve sistemli teşvikler verildi.
Planlı dönemde, imalat sanayinin gelişmesinde, bu teşvikler etkili oldu. Özal döneminde turizme ve deniz ulaştırmasına daha yüksek teşvikler verildi... Bu teşvikler turizm sektöründe başarılı oldu. Bugünkü turizm altyapısı ve başarısı, söz konusu teşviklerin sonucudur.
Ta baştan beri, bölgesel kalkınma için verilen teşvikler ise tamamıyla başarısız oldu. Çünkü bölgeler arası kalkınmışlık farkı azalmadı, tersine arttı.
Yeni sistemde, cari açığın azalması için, ithal edilen malların Türkiye’de üretilmesi teşvik edilecek. Türkiye’de sanayi üretimi yüzde 70 oranında ithal girdi kullanıyor. Yine her bir dolarlık ihracatın 80 cent’i ithal girdidir. 2011 yılında yaptığımız toplam 225 milyon dolarlık ithalatın, 160 milyar dolar kadarı, ara malı ve hammadde ithalatıdır. Petrol ithalatı dışında, ara malı ve ham madde ithalatını azaltmak mümkündür. Ne var ki bunun için önce iç üretimin ithalatla rekabet edebilecek fiyat düzeyinde olması gerekir.
Şu anda TL, yüzde 15 daha değerlidir. Bu demektir ki ithal ara malı ve hammadde, otomatik olarak ve genel anlamda yüzde 15 daha ucuzdur. Eğer kurlar düşmeye devam etmez, yani TL değer kazanmaya devam etmez ise, yerli üretimin, ithal malı ile rekabete girmesi için devletin üretime yüzde 15 teşvik vermesi gerekir. Bu oranda bir teşvik bile dalgalı kur sisteminde kur hareketlerinden dolayı, yeterli olmayabilir. Bu nedenle, önce kur sistemini değiştirip, kontrollü kur sistemine geçerek iç üretimin ithal ürünler karşısında rekabet gücünü korumak gerekir.
İkinci aşamada; yatırımlara ve üretime teşvik verilebilir. Elbette ki bu teşviklerde, üretim kalitesinin ve yeni teknolojinin de belirleyici unsurlar olması gerekir.
Kaldı ki, yalnızca reel kur dengesini sağlayarak, teşvik vererek, kalite gözeterek cari açığı pat diye çözmek imkanı yoktur. İç üretimin devreye girmesi için zaman gerekir. Öte yandan, kur ve teşvik politikalarını da para ve maliye gibi diğer iktisat politikaları ile birlikte ve koordineli yürütmek gerekir. Aynı şekilde iç istikrarı ve güveni sağlayarak, yabancı ciddi fiziki yatırım sermayesi çekmek gerekir.