Tasarruf yaratamayan bir ekonomiye dönüştük

2002 yılında toplam tasarrufların GSYH’ya oranı yüzde 19.1 iken, 2009 yılında, yüzde 15.7’ye geriledi. Bu gerileme yalnızca kriz nedeniyle olmadı, 2006 yılında da tasarruf oranı yüzde 16.6 idi.
Kalıcı büyüme için, tasarrufların ve yatırım hacminin artması şarttır.
Oysaki, 2010 bütçesinde, alt yapı yatırımlarının hacmi, uzun vadeli gelir artışı ve talep artışı yaratacak ve özel yatırımları cazip kılacak nitelikte değildir.
Kamu alt yapı yatırımları, hem toplam talebin artmasına, hem de istihdam artışına yardımcı olur. 2010 bütçesinde sermaye giderleri için ayrılan ödenek GSYH’nın yüzde 2’si kadardır. Kamu yatırımı olarak çok düşüktür. 2009 yılına göre sermaye giderlerindeki artış da yüzde 1.8 gibi düşük düzeydedir.
AKP iktidarında ortalama tasarruf oranının düşmesine neden olan faktörler şöyledir:
* Bugüne kadar AKP hükümetleri, bütçede kısıntıları hep yatırım ödeneklerinde yaptı. Örneğin, 2009 bütçesinde, sermaye giderleri için ayrılan ödenek 16.2 milyar liradır. Ancak ilk 9 ayda yapılan harcama 10.3 milyardır. Kamu altyapı yatırımlarının kısılması, ekonomide tasarruf yaratmayı engelliyor.
* AKP hükümetleri, 2001 yılındaki programı, enflasyon yangınını söndürme politikalarına aynen devam etti. Ekonomide sektörel dengeyi sağlayacak yapısal önlemleri almadı.
* Sıcak para ve spekülatif sermayeye öncelik ve yerli sermayeye göre vergi avantajı sağlaması, kırılganlığı artırdı. Hükümete olan güvenin düşmesine yol açtı. Bu sonuçları reel sektör güven endeksi de gösteriyor.
* AKP iktidarı bankaları kollayarak, bankaların TMSF’ye ve TMSF’nin Hazineye olan 90 milyar liralık borcunu silerek, reel sektör aleyhine haksız rekabet yarattı.
Bütçe krizden çıkış bütçesi olarak tarif ediliyor... Ancak gerek orta vadeli programda ve gerekse 2010 bütçesinde ekonomiyi canlandıracak ve büyümeye geçiş için ilave başka bir önlem de yer almıyor. Esnaf kredilerine, tarımsal kredileri de faiz desteğine, ihtiyaç desteğine ve yüzde 5 işveren prim desteğine devam edileceği açıklanıyor.
2009 yılındaki gerçekleşmeler ve 2010 bütçesinde, ekonomide canlanma ve büyümeyi tetikleyecek hiçbir önlem alınmadığı için, Türkiye diğer ülkelere göre resesyondan daha geç çıkacaktır.
AKP iktidarından önce 2002 yılında yüzde 6 büyüme yaşandı. 2009 yılında ilk 6 ayda yaşanan yüzde 10.5 oranındaki büyüme ve 2009’da gerçekleşmesi beklenen yüzde 6.5 daralma, küresel krizden daha fazla hükümetin resesyonda tutarlı bir stratejisinin yokluğundan kaynaklandı.
2010 bütçesiyle de, aynı strateji noksanlığı devam edecektir. Bu nedenledir ki, Türkiye krizde en ağır resesyonu yaşadı. Aynı şekilde diğer ülkelere göre de krizden en ağır yarayı almış olarak çıkacaktır. IMF gelişmekte olan ülkelerde büyüme oranını ortalama yüzde 5.1 olarak tahmin ettiği halde, Türkiye’de büyüme hedefi yüzde 3.5 gelişmekte olan ülkeler ortalama büyüme oranının altında kalmaktadır.
Siyasi iktidarın, düşük kur, sıcak paranın getirdiği rehavet ortamını özlediği anlaşılıyor. Bunun içindir ki orta vadeli mali planda da, 2010-2012 içinde 3 yıl Türk lirasının değerli tutulması öngörülüyor. Bu demektir ki AKP Hükümeti, bundan sonrada ithalata ve dış borca bağımlı büyüme stratejisini aynen yürütecektir. Değerli Lira Türkiye’nin rekabet gücünü daha da düşürecektir. Ucuz ithalat, iç üretimi köstekleyecek ve İstihdam artırıcı bir büyüme olmayacaktır.
İthalata ve dış borca dayanan büyüme stratejisi nedeniyle:
* 2002 yılında 118.9 olan ortalama yıllık sanayi üretim endeksi, 2009 Eylül ayında 104.2’ye düştü.
* Aynı şekilde, 2002 yılında yüzde 75.4 olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı da, 2009 yılı Eylül ayında yüzde 70.1’e geriledi.
Türkiye de, şehir rantlarının vergilendirilmesi gibi, kayıt dışılığın önlenmesi gibi, vergi gelirlerini artırma yolları olduğu halde, AKP iktidarı elinin altındaki vergilerle oynadığı için cebri tasarruf yaratamadı. Vergi gelirlerinin GSYH’ya oranını gösteren vergi elastikiyeti, 2006, yılında yüzde 0.6, 2007 yılında yüzde 1 ve 2008 yılında ise yüzde 0.8 oldu. Vergi gelirleri GSYH artışlarını takip edemedi.
2010 bütçesinde, petrol ve doğalgazdan alınan vergi gelirlerinde yüzde 26’lık artış öngörülmüştür. Bu mallar, elektrik santrallerinde girdi olmaktadır. Yani enerji üretiminde maliyetleri artıracaktır. Ayrıca, petrol ve doğalgaz doğrudan doğruya da tüm ekonomiye girdi olmaktadır. Bu şartlarda, şelale etkisi ortaya çıkacak ve üretim maliyetlerinde birikimli maliyet artışları şeklinde olacaktır. Artan üretim maliyetleri nedeniyle ekonominin rekabet gücü düşecektir. Türkiye ara malı ithalatına ve işsizliğe devam edecektir.

Yazarın Diğer Yazıları