Tasarruf etmeyen üretim de yapamaz
Sürdürülebilir bir büyüme için aynı zamanda toplam üretkenlik düzeyini artırmak gerekir. Üretkenliğin artması, yatırım düzeyi, teknoloji ve verimlilik artışlarıyla doğrudan ilişkilidir. Tasarruf-yatırım eksikliği, ödemeler bilançosuna cari işlemler açığı olarak yansır. Uzun dönemde, eğer doğrudan yabancı yatırımlarla finanse edilmiyorsa, cari açığı yönetmek imkanı yoktur. Bu nedenle yatırımların iç tasarruflarla yapılması, istikrarlı bir büyüme için önemli bir şarttır.
Biz de gönüllü tasarruflar olan bireysel tasarruflar kurumsal tasarrufları (sosyal güvenlik sisteminde toplanan fonlar gibi) değerlendirecek finansal sistemlerin yetersiz olması, mevcut tasarrufların daha etkin değerlendirilmesini önlüyor. Ayrıca geleneksel olarak ekonomik ve kültürel nedenlerle tasarruflar finansal sistem dışında, altın ve döviz şeklinde atıl finansal yatırım şeklinde tutulmaktadır.
Toplam tasarruflar, kamu ve özel tasarruflardan oluşur. Kamu tasarrufları ve kamu yatırımları, siyasi kararlar sonucu belirlenir. Kamu, vergilerle cebri tasarruf yaratıyor. Özelleştirme ve varlık satışları yoluyla kamunun varlığı azalıyor ve fakat geliri artıyor.
Türkiye de özel tasarrufların GSYH’ya oranı 2004 yılına kadar yüzde 20’nin üstünde iken, 2005 yılından sonra yüzde 20’nin altında kalmış ve 2011 yılında yüzde 11.80 seviyesine kadar gerilemiştir.
Türkiye’de tasarrufları artırmak ve yatırıma yönlendirmek için, her şeyden önce
1) Tasarruf faizleri ile kredi faizleri arasında, makul bir kâr marjını içerecek denge kurulmalıdır. Mevduat faiz oranı gibi kredi faiz oranları da yıllık tespit edilmelidir. Aylık faiz, istikrarsız ve değişebilirliği, oynaklığı yüksek ve spekülatif bir finans piyasası icadıdır. Bu icat tasarrufları ürkütmüştür. Özel yatırımların finansmanını zorlaştırmıştır.
2) Gelir dağılımının aşırı bozuk olması nedeniyle ikili piyasa oluşmuştur. Lüks malların üretildiği, ithal edildiği ve satıldığı bir piyasa, düşük kaliteli ve ucuz malların kitlesel olarak üretildiği ve satıldığı bir piyasa.
Lüks mal üretimi daha fazla kâr sağladığı için, kaynaklar üretimin daha az, istihdamın daha düşük ve kâr marjının daha yüksek olduğu bu piyasayı tercih ediyor. Ekonomide potansiyel üretim gerçekleşmiyor.
3) Türkiye’de halen kayıt dışı yoldan yurt dışına kaynak çıkışı oluyor. Bu da iç tasarruf oranını düşürüyor. Kayıt dışı kaynak çıkışını önlemek için, yer altı ekonomisini önlemek gerekir. Ayrıca iç siyasi güveni oluşturmak gerekir.
4) Yabancı sermaye politikasını değiştirmeliyiz. Sıcak para tuzağından kurtulmalıyız. Kısa vadeli sermaye hareketlerini (sıcak para) kontrol etmek gerekir. Zira sıcak para kırılganlığı artırdığı için, girdiği ülkeye, sıfırdan yatırım yapan yabancı sermaye gelmiyor. Ya kârlı iletmeleri satın alan sermaye giriyor. Bu durumda da kâr ve faiz gibi faktör gelirleri olarak dışarıya kaynak transferi artıyor. Ya da kısa vadeli sermaye giriyor. Uzun vadeli sıfırdan yatırım yapacak ilave istihdam yaratacak sermayenin girmesi için, sıcak paranın kontrol edilmesi yanında ayırıcı teşvikler de verilmelidir.
Sıcak paradan vergi alınması yoluyla kontrol edilmesi, istikrarı daha çok bozuyor. Bu nedenle sıcak paradan yüzde 1 gibi, munzam karşılık alınması daha etkili bir kontrol sistemi olur.
5) Daha da önemlisi, yatırımların ve özellikle emek yoğun yatırımları artırmak için istihdam yükünü düşürmeliyiz. Türkiye’de istihdam üzerindeki vergi ve prim yükü, yüzde 37’den başlamaktadır. Yüksek istihdam yükü hem içeride, kayıt dışı istihdama neden oluyor... Bu sorun da haksız rekabet yaratıyor. Hem de Türkiye’nin dış rekabet gücünü düşürüyor. İstihdam yükünün daha düşük olduğu ülkelere karşı da Türkiye’nin üretim maliyeti daha yüksek olmakta ve rekabet şansını azaltmaktadır. Yapılması gereken, istihdam yükünü yüzde 25’e indirmektir. Bu durumda kayıt dışı istihdam da azalacaktır. 8.5 milyona yükselen kayıt dışı istihdam önemli ölçüde düşecektir.