Tarihin düştüğü haşiyede ‘hırsız’ yazıyor.
17 Aralık ve 25 Aralık tarihleri Türkiye için bir dönüm noktası olacak.
Yolsuzluk dosyaları üzerindeki AKP tahakkümü bir gün kalkacak, medya üzerindeki AKP ablukası bir gün bitecek, yargı üzerindeki AKP tasallutu bir gün yok olacak ve 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarında adı geçenler, namuslu hâkimlerin karşısına çıkacaklar ve adaletle yargılanacaklar, mahkûm olanlar ‘hırsız’ olarak hüküm giyecekler ve cezalarını çekecekler.
Öyle ya da böyle, şu vakit veya bu vakit bunlar olacak.
Tahşiye dedikleri örgütü bilmiyorum, fakat bildiğim bir şey var, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk dosyalarında adı geçenler için tarihin düştüğü haşiyede ‘hırsız’ yazıyor, çünkü tarih adeti olduğu üzere bütün kayıtlarını tutuyor.
Yolsuzluk tariflerinin yeniden yazılma çabaları ve ‘çalıyor ama çalışıyor’ abesi adaletin tecellisine engel olamayacak ve karınca hakkını alacak, Fırat’ın kenarındaki koyun emniyete kavuşacak.
Taşlar yerine oturacak...
Israrla yıllardır yazıyoruz, bin yılın belki de en büyük üç musibeti tarafından yönetiliyor ülke.
Fakat, binlerce yıllık devlet geleneği olan Türk milleti bu büyük badireyi de atlatacak.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında tutunmaya çalışan yeni düzenin ve akabindeki tek parti CHP’sinin zaaflarının beslediği sosyolojinin aktif siyasete dönüşerek, bir Orta Doğu İslâm’ı olarak sandıktan çıkmasıyla başlayan süreç, 12 yıllık iktidarının sonunda bedevî İslâm’ın tüm parametreleriyle donanmış bir şekilde küstahlaşıyor.
Orta Doğu’da isminin önünde İslâm olan ne kadar bedevî, kan emici, çoluk çocuk katili, kelle avcısı örgüt varsa onlarla işbirliği yapan, ilişki kuran bu kafanın Mevlevîsi bile iptidâi ve marazî bir zihin yapısıyla TBMM’de konferans verebiliyor, “Çalışan kadının ahlâkını sorguluyor, hamile kadının sokağa çıkmasını ahlaki zaaf’ olarak anlatıyor.
Bir teki bile Osmanlıca okuyamayan bu kadrolar, Başbakanlık Osmanlı arşivlerini sele ve neme kaptırırken liselerde mecburi Osmanlıca derslerini bir seçim malzemesi olarak tedavüle sokuyor.
Hak, hukuk, adalet, liyakat ayaklar altında.
‘Açılım’ adı altında başlatılan ‘ihanet süreci’ni örtmek ve ’ihanet süreci’ne yükselecek itiraz seslerini boğmak için, kendilerinin uydurdukları bir hayalî ‘paralel canavarı’yla hukuku katlederek, adaleti katlederek savaşıyormuş gibi yapıyorlar; o kadar çok gürültü çıkarıyorlar ki, bir ihaneti o gürültünün içinde saklıyorlar.
İmralı’da yatan bir katile ‘VİP konuk’muamelesi yaparak, bir ‘müzakere metni’ üzerinde kamuoyuna açıklanmayan bir anlaşma yapıyorlar, fakat aynı günlerde bir dizi film üzerinden medyaya operasyon düzenliyorlar.
Bu operasyonun ilginç bir neticesi olarak cemaat dediğimiz toleransı yüksek, uzlaşmacı bir yapı, birden Türk sağının itiraz eden, haksızlığa sokaklarda direnen, despotluğa teslim olmayan bir muhalefete dönüşüyor. Muhalefet partileri yerinde yürüyüş kararı sayarken, slogan atmayı bile yeni öğrenen bir kitle, hiçbir tehdide boyun eğmiyor, hiçbir baskıyla yılmıyor.
‘17 ve 25 Aralık Yolsuzluk Soruşturmaları’ turnusol vazifesi görmeye devam ediyor.
Tarihin eleği sallanıyor ve daha düne kadar iri taneler olarak görülen insanlar eleğin küçük deliklerinden çukurlara düşüveriyor.
Hayatını Hadis ilimleriyle geçiren DİB Başkanı Mehmet Görmez, hak, hukuk, liyakat, adalet tanımaksızın siyasi otoriteye ram oluyor, tahsil ettiği Hadis ilmi isminin önünde bir sıfat olarak kalıyor, vakarı ise hâk ile yeksan oluyor.
Diyanetin elinden ‘Yüzyılın alimi’ ödülünü alan fıkıhçı Profesör Hayrettin Karaman, ilmen ve ahlaken sefalet saçan yazıları müteselsilen yazıyor. “Yolsuzluk hırsızlık demek değildir” diyor ve bunu aklı sıra ispat edebilmek için zavallı argümanlar geliştiriyor. Bir yargılama sonucu ‘hırsız’ olarak anılmaması için efendilerinin huzurunda fıkıh taklaları atıyor.
Siyasal İslâmcılık tel tel dökülüyor, paçalarından yalnızca ‘ayıp’ ve ‘günah’ akıyor, bir cerahat gibi.
Yolun sonuna geliyorlar... Sosyoloji aleyhlerine işliyor...
Sosyoloji, devletin dinî semboller üzerinde değil, dinî değerler ve insanlığın ortak değerleri üzerinde yükselmesi gerektiği gerçeğini musibetlerle yaşatarak öğretiyor ülkeye.
Sosyoloji, gelecekte dinî sembollerin tepe tepe kullanılarak politika yapılmasının ve dinî sembollerin pazarlanmasının önünü tıkıyor, bedeli çok ağır ödenecek olsa bile.
Fakat...
Orta Doğu’nun bu bedevî kafası binlerce yıllık devlet geleneği ve milletin sağduyusuna mağlup olacaktır.
Bu ülke yüzünü ve irfanını Mevlânâ’dan, Hacıbektaş’tan, Yesevî’den, Yunus Emre’den çevirip Orta Doğu’ya dönmeyecektir.
Önce buna inanmalıyız...