“Tarihe not düşmek”
Değerli dava adamı İbrahim Okur beyin gönderdiği yazı:
“2013 Ekim ayı ortaları itibariyle Türkiye bize şöyle görünüyor. Siz ne dersiniz?Hukukun dili siyasetin dili olmuş, her gün demokrasiden, demokratlıktan söz ediliyor, ama önemli bir iktidar politikası olarak ülke çapında polis sayısı yüzde 90 oranında artırılmış. İşittiğimize göre, sadece başbakanlıkta 1500 koruma varmış, başbakanın peşi sıra giden korumaların sayısı 200’müş. Devir nedense sessizce değişti, eskiden başbakanları şoförle beraber sadece 8 kişi korurdu. Medyada iktidarı eleştirenler işsiz kalmış, bütün köşe başları yandaş yazarlarla doldurulmuş. Eleştiriyormuş gibi yapanlar hala var ama eleştirenler yok. İktidarın kan kaybettiği günlerde hemen yeni bir başörtüsü tartışması başlatılıyor. Muhalefet de kendini kendi çapında iktidar olarak görüyor. Halkı bilgilendirmek genel başkanların meclis konuşmalarına bağlanmış, geri kalan zamanlar parti içi politikalara ayrılmış. Muhalefet parti içi çekişmeleriyle medyada daha çok yer bulabiliyor. İş adamları defter incelemesinden çok korkuyor, bir köşede pısmış. Açık açık iktidar giderse döviz fırlar, hepimiz iflas ederiz diyorlar. Başka bir söyledikleri yok. Sıkıştırırsanız, fazla uzak olmayan bir zaman sonra ekonominin iflasının kaçınılmaz olduğunu, ekonomi politikasının ve göstergelerin gidişatı apaçık gösterdiğini kabul ediyorlar. Anlıyorsunuz ki mümkün olduğu kadar geç iflas etmek politikası güdüyorlar. Eğer iktidar gider ve yerine başkaları gelirse, hemen ona yandaş olacaklar. Bugün iktidara karşı açık tavır alanlar, yarın yine politikanın dışında kalacak gibi görünüyor. Meslek kuruluşlarının başına seçimle getirilenler, seçmenlerinin sıkıntılarını dile getirmiyor, sadece durumdan kendi için yararlanmaya çalışıyor. Eğer böyle yapmayan olursa devletin sopası hemen ensesine bindiriliyor. Şayet birileri çıkıp bir protesto başlatacak olursa, polis gücü on kat adamla tepesine biniyor. Ama ertesi gün başbakan yüzlerce kişinin karşısına çıkıp, sayısız mikrofon ve kamera önünde demokrasinin faziletlerini, ülkeyi nasıl da demokratlaştırdıklarını anlatıyor. Ayağa kalkıp da alkışlıyorlar. Karikatüre mi bakıyoruz, gerçeğe mi bakıyoruz? diye aklımızdan geçiyor. Pişkince tavırlar ve aklı ermesini beklediklerimizin duyarsızlığı karşısında ne diyeceğimizi bilemiyoruz.
Türk düşmanlığı, AB-D de paketlenen Kürtçülüğün taleplerini karşılama söylemleriyle aklanıyor. Vatandaş aldırış etmiyor. Ama biz yine de umudumuzu kaybetmiyoruz, elimizden geleni yapıyoruz. İnşallah bir gün Türkiye’nin başına Türkiye’nin düşmanlarından destek bulmadan sadece kendi halkının iradesiyle bir iktidar gelir diye umuyoruz, çalışmalarımıza aralıksız devam ediyoruz. Arada sırada sesimizin çıkmaması kendi özel şartlarımızdan dolayıdır.”
***
Madem tarihe not düşmekle başladık, somut bazı örneklerle devam edelim:
Başbakan Erdoğan, “Gelin Anayasa’da anlaştığımız 60 maddeyi Meclisten geçirelim” demiş. Bu teklif bizi 1982 Anayasa tartışmalarına götürdü. Mâlûm; 82 Anayasası 2011 yılına kadar 29 yılda 136 defa değiştirildi. Değişikliğin tamamı da, AKP dönemi hariç, partilerin uzlaşmasıyla yapıldı. Buna rağmen “yeni” anayasa diye tutturan PKK, iktidar ve bazı siyasiler bahaneyi de buldular. Dediler ki: “Değiştire değiştire Anayasa yamalı bohçaya döndü. Sistematiği bozuldu. Bütünlüğü kalmadı.” Tartışmalar yoğunlaşınca da, bu defa “çok değişiklik oldu, ama ‘Anayasa’nın ruhu kaldı, esas olan da budur” denildi. Ruhu ise devletin Türk kimliğiydi. Yani bakla ağızdan çıkmıştı.
***
Türk Milletinin dili ve dini tek değil mi?
Erdoğan’ı dinleyelim: Geçen sene Bütçe kapanış konuşması; “Benim milletimin dili tekdir. Bu Türk Milleti. Dili tekdir.” 05.05.2012 Adana İl Kongresi; a) “Ben ne tek dil, ne tek din dedim. Benim böyle bir ifadem yoktur. b) Tek din, din dedim.” Haber Türk 06.05.2012; “Tek dil değil, tek din, tek bayrak dedik.” Kanal 24’de; “Tek dil, tek din olmaz.” Tv.5 13.05.2012; “Bu tek din meselesi bir dil sürçmesidir. Tek vatan yerine, tek din söylemiş oldum.” 02.07.2013 Grup toplantısında; “Biz yola çıkarken. Tek din demedik, tek dil demedik. Bunlar bize iftiradır. Niye? Çünkü bizim devlet yönetim anlayışımızda tek dinci bir anlayış yoktur... Farklı dillere mensup insanları yönetmek bizim en başarılı yönümüzdür.”
Dil egemenliği belirlediği için, 1876’dan 1982’ye kadar bütün anayasalarımızda Devletin dili Türkçe olarak yer almıştır.
***
Türklükten kaçış neden?
Erdoğan 02.07.2013 Grup toplantısında; “Ramazan ayının ülkemizde, özellikle de Suriye, Mısır, Filistin, Somali, Myanmar, Tunus, Libya gibi kardeşlerimizin ciddi sıkıntılar yaşadığı ülkelerde refah ve felaha vesile olmasını temenni ediyorum” demiş. Bu “özellikle” temenni listesinde; insanlık faciası içinde feryat eden ve kardeşi Türkiye’den imdat bekleyen, Doğu Türkistan, Irak, Suriye, Ermeni işgalindeki Karabağ (Azerbaycan) ve Batı Trakya Türkleri neden yok?
Yoksa İbrahim Metin beyin dediği gibi, “Erdoğan kendini, idare ettiği milletten saymıyor mu?”