Taraf'ın stepnesi mi?
Gizli yürütülen ve yayın yasağı bulunan Ümraniye Soruşturmasından sızan bilgi ve belgelerin servis adresi değişti. İhbar mektupları ve sorgu tutanakları artık önce Habertürk’te yayımlanıyor
Geçtiğimiz hafta gazetemizin düzenli okuyucularından Lale Gürman, Cumhur Eray imzalı bir değerlendirmeyi paylaşmıştı.
Eray medyada ‘Taraf’tan daha tehlikeli olan bir taraf’tan söz ediyordu...
Taraf’ın tehlikesi ortada. “Tabu” deyip ne kadar ahlaki değerimiz varsa, insanımızı bir arada tutan paydalar nelerse, üniter devlet yapısının yasal dayanakları hangileriyse, bütünlüğümüzün garantörü durumunda ne kadar kurum varsa sızma bilgi ve belgelerle, Washington kulislerinden tercüme edilen yorumlarla yıpratmak, karalamak, mümkünse temelden sarsmak...
Eray’ın “daha tehlikeli” yakıştırması “sessiz ve derinden ilerleme” stratejisinden besleniyor. O diğer “taraf”ı, “kamuflajlı, örtülü, gizli kapaklı” buluyor.
“Alternatif Taraf”ın adresi belli. Gürman’ın gönderdiği e-posta mesajında ‘Taraf’tan daha tehlikeli taraf’ta olduğu ileri sürülen gazete HaberTürk!
Köşelerini ve ekranlarını kimi “milli” isimlere açmaları da “ilaç niyetine” .
Onlardan bir “doz” verince okuyucu veyahut izleyici üzerindeki Elif Şafak, Ece Temelkuran vs. travmasını törpülüyor.
Böylesi bir beyin jimnastiğinden sonra, HaberTürk’ün ilk ve o gün için insanı hayrete gark edici transferlerinden Nihal Bengisu Karaca’nın Media Cat’e verdiği röportajda sarfettiği “Hürriyet taşıdığı o kurumsal kimlik açısından yorgun, başka bir şeye dönüşemeyecek kadar da hantallaşmış, stabilleşmiş durumda” cümlesi daha bir anlamlı hale geliyor. Hürriyet’in kurumsal kimliğinin (içeriğinde zikzaklar olsa da) simgesi logosunun yanındaki “Türkiye Türklerindir” ifadesi.
“Dönüşemez” olan bu kimlik yerine, “dönüşerek büyüyebilir” yeni bir yayını tercih etmiş Karaca.
Şafak ve diğerleri de böyle mi düşündü acaba?
Ne zamandır aklımın bir yerinde uyuşuk uyuşuk dışa vurmayı bekleyen o soruyu sormanın zamanı gelmiş olabilir mi:
HaberTürk’ün yerli “History Channel” olma sevdası, “popüler tarih”in AB grubundaki reyting aracı olarak değil de, bu “dönüştürme stratejisi”nin sacayaklarından biri olarak mı değerlendirmeli?
Mayın Yasası, Ermenistan sınırının açılması, Ankara’nın PKK ile diyalog kurması gibi konulara iktidar içindeki gizli iktidarın tezleriyle pararel bir bakış açısı geliştiren gazetenin, Münevver Karabulut cinayetini, “ölü sevicilik” temalı bir yazı dizisine dönüştürmesinin “bürokratik” etkileri ortada.
Taraf’ın haberciliği veya misyonu, hemen her gazetenin birkaç köşesinde de olsa sorgulanırken, Habertürk’ün adeta görmezden gelinmesini de “Altaylı korkusu”na bağlamış değerlendirmenin sahibi olan Cumhur Eray.
Rivayet o ki, uzun yıllardır sektörde olan Altaylı’nin cebinde günü geldiğinde kullanmak üzere saklanan çok fazla meslek sırrı birikmiş...
Eski defterlerin açılmasından korkanlar için “gizli yürütülen bir soruşturmanın” bilgi ve belgelerinin sızma yönünü değiştirmeye başlaması birşey ifade eder mi bilemem...
Ama defteri eskidiği vakit açıp açıp gururla okumak isteyenler, HaberTürk’ün son üç gündür sızma manşetle çıktığını es geçmeyecek ve ihbar mektupları ile sorgu tutanaklarının yeni adresine dikkat kesilecektir.
++++++
SABIKALI
Patrikhanenin sicili
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığı zaman, bu kent Ortodoksluğun Kâbesi gibiydi...
Katolikliğin başında ise papa bulunuyor, Roma’da saltanat sürüyordu...
İstanbul ile Roma, Hıristiyanlığın iki merkezi idiler...
Aralarındaki rekabet ve çatışma öylesine yoğunlaşmıştı ki İstanbul’daki kilise papazları Türkler kentin kapısına dayanınca demişler ki:
- Biz Türklerin sarığını kardinal şapkasına yeğleriz...
İstanbul 1453’te fethedildi...
Ama kent bugün bile Ortodoksluk dünyasının merkezi...
Moskova Patriği Kirill, İstanbul’u Ortodoksluğun payitahtı gibi boşuna değerlendirmiyor...
Fatih, İstanbul’u alarak Ayasofya kilisesini camiye çevirdikten sonra patrikhanenin “faaliyete” geçmesini bir fermanla emretti...
Yavuz Sultan Selim de Mısır seferinden sonra hilafeti İstanbul’a getirdi...
Patrik ile halife aynı kentte, Osmanlı egemenliğinde yan yana yaşamaya başladılar...
Ancak bu, her şey sütliman olacak anlamına gelmiyordu...
Nasıl?..
Daha önce yaşanan serüvenleri bir yana bırakalım, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bastırdığı “Nutuk” un 3’üncü cildinin birinci sayfası şöyle başlar:
“Pek mevsuk elde edilen malûmata göre Rum Patrikhanesi’nde Mavri Mira isminde bir heyet teşekkül etmiştir. (...)
Heyet doğrudan doğruya Venizelos’tan talimat alıyor. (...)
Vazifesi, Osmanlı vilayetleri dahilinde çeteler teşkil ve idare eylemek, mitingler ve propaganda yapmaktır. (...)
İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi silah ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askeri ambarlar gibi kullanılmaktadır.”
(22.08.1919)
Doğrusu Atatürk’ün Nutuk’unda okuduğumuz bu satırlar Fener Patrikhanesi’nin sicilinde kötü anıları vurguluyor...
Son günlerde Fener Patrikhanesi’yle Heybeliada Papaz Okulu üzerine öyle yoğun bir çalışma ve propaganda çabası var ki işin tarihsel gerçeğini biraz hatırlamakta ve kurcalamakta yarar olduğunu düşündüm...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
++++++
Issız algılama
Anlamazdın... Anlamaaazdın!
Ergun Babahan, üniversitede ders aldığı ‘Condi Rice’ın yıllar sonra Amerika’nın ilk siyahi kadın Dişişleri Bakan olması ve bugün Beyaz Saray’da siyahi bir başkanın oturmasını Amerika’nın değişim alametleri olarak sıralamış. Bugün tam 21 gün oldu yüz yıl önceki, elli yıl önceki, yirmi yıl önceki, üç yıl
önceki ve daha bir hafta önceki insanlık suçlarını sıralayıp duruyoruz ABD’nin...
Anlamayana değil davul zurna, bünyeye göre Kızıl Ordu korosunu da, Mehteran Bölüğünü de, Genelkurmay Bandosunu da, TRT TSM korosunu da dinletsen az geliyor demek ki...
++++++
“Adamsende”ci toplum özlemi
Bu ‘sana ne’ çıkışı çok önemli..
Sana mı soracağımdan başladı..
Sana ne partimden boyutuna atladı..
Sana ne hükümetimden..
Sana ne icraatımdan..
Sana ne ekonomiden..
Sana ne diplomasiden..
Sana ne piyasalardan, üretimden, maliyeden, dostlarımdan, arkadaşlarımdan diyerek uzayıp gidecek.. Sandıktan ben çıktım, bana itaat etmeye mecbursuna kadar gelecek..
Başbakan herkesin kendi medyası gibi olmasını istiyor.. Başbakan’ın seveceği haberleri alt alta sırala, gerisini ‘bana ne’ diye çöpe at.. At ki ertesi gün sana ne diye fırça yemeyesin!
İşte Başbakan’ın görmek istediği medya bu.. Trabzon’da açıkladı...
* Mehmet Tezkan / Vatan
++++++
Türk McCartizmi
Bir süredir, hükümete yakın bazı gazetelerin köşelerinde, muhtemel bir cadı avının izlerini okuyoruz.
Şimdilik isim vermeden, ama hedefler alenen hissettirilerek bir baskı ve terör ortamı oluşturuluyor.
“Ergenekon’da şimdi sıra medyada” cümlelerinin arkasına saklanan ve siyasi düşmanlık kadar, kıskançlık, haset ve eski hesaplardan kaynaklanan bu akım, ilerde bir Türk MacCartysm’ine dönüşürse, kimse şaşırmasın.
Gelen işaretler o yönde.
Gün geçmiyor ki, bir köşeden, bir sayfadan, bir televizyon ekranından, “Onu da alın, şunu da içeri tıkın, şunun sırtına da bir belge yapıştırın” gammazlıkları saçılmasın.
Düşünüyorum, kendine gazeteci, köşeyazarı diyen bir insan, böyle bir gammazcılığı kendine nasıl yedirir? Bu yazıların ilerde, alınlarına kara leke olarak yapışacağını hiç mi düşünmez?
Kin, nefret, öfke, kıskançlık, haset bu kadar mı habis bir tümördür.
Bir yazar, bir düşünür, nasıl olur da, bir başka yazarın sırtından, kanından, etinden bu kadar medet umar. Böylesine asalak bir ruhu kendine uydurur?
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
12 Eylül’ün kendisine yaşattığı
“Oh hayatım kurtuldu” sevinci hatırına Evren’e haklılık payı çıkarmaya çalışan Özkök, hedef tahtasında kendi adını görmeseydi, haksızlığa uğrayan meslektaşları adına da gammazlarla
mücadeleye girişir miydi?
++++++
Yayın yönetmeninin fikri neyse zikri de o
Cinayetin hangi aletle işlendiğinde daha çekici olabileceğine kafa yoran Genel Yayın Yönetmeni’nin “insanı mutlu eden bilmem kaç şey” listesinde hayvanlarla cinsel ilişkiye girmek de üst sıralarda olursa... Hele bir de kendini “primat soyundan görenler”dense... Gazetenin arka kapak manşetinde daha başka ne görebilirdiniz ki?
İnsanoğlunun nefsi bastırılmış duyguları ebediyen saklamaya izin vermeyince, fikir zikre böyle yansıyor işte!.. Ama yalan yok, baksanıza nasıl da içselleştirmiş haberi....
++++++
MİNİ YORUM
Gözden uzak olunca...
Doğu Türkistan’da Türkler’e uygulanan katliama gazeteler geniş yer ayırdı. Yorumların tutarsızlığı gösterdi ki Doğu Türkistan Türklüğü’ne çok uzaklar. O topraklarda köklü bir soykırım tarihi yazıldı, yazılıyor. Obama’nın “izliyoruz” demesine bozulanlar var. Şartların olgunlaşmasını beklemesine yeğdir. Doğu Türkistan ABD’nin değil önce bütün insanlığın, sonra Çin Hükümeti, İnsan Hakları kuruluşları, Türk Dünyası ve göbekçi vekillerimizin meselesidir...