'Taraf kadınları'nın sınırı yok mu?
KADINDAN FAHİŞELİK BEKLEYEN BİR YAYIN YÖNETMENİYLE ÇALIŞIYORLAR!
Yasemin Çongar, Leyla İpekçi, Sezin Öney, Ayşe Hür, Neşe Düzel, Elif Çakır, Amberin Zaman... Ahmet Altan’ın “kıvrımlı düşlerinin metası” olmak nasıl bir duygu, bir gün mutlaka bunu da yazmalılar
Sezin Öney, ’Milliyetçiliğin Körlüğü’ başlıklı yazısında “sınırları olmayan bir hayat” tan yana tavır koyduğunda siyasal bir karşı çıkışı ve ’ulus-devlet sistemi’ne alerjisi olduğunu düşünmüştüm. ’Sınırsızlığı’ bir felsefeye, yaşam biçimin dönüştürdüğü aklıma gelmemişti. Ama şimdi Ahmet Altan ile aynı sayfaları paylaşan Öney ve diğer Taraf kadınlarının sınırlar konusundaki ’genişliği’ kafamı karıştırıyor.
“Altan ile sayfa paylaşmak’ kadının sınırları konusunda kriter mi?” diye sorabilirsiniz?
Evet, bence kriter!
Altan’ın 1985 yılında Kadınca dergisine verdiği röportaj ile ortaya koyduğu kimlik; ulusalcı, devrimci, İslamcı, milliyetçi, darbeci, enternasyonalist, hümanist, feminist... Ne olursa olsun bütün kadınlar için varoluşlarının anlamını yutup yok eden bir ’kara delik’ gibi. Bir mayın tarlası... Yasak bölge...
Allah’ın alabildiğine ’naif’yarattığını düşündüğüm kadının bütün diğer değerlerden arınmış olarak en ’yaban’hali için bile, ’her türlü sapıklığa özgürlük’ten yana ’sado-mazoşist’ Altan, boynunda “dikkat tehlike” yazılı, çarpmaya hazır, yüksek akımlı bir elektrik direğini andırır...
Çünkü hiçbir kadın; ’kağıttan’ olduğu düşünülen çıplak kapak kızları, dünyanın en eski mesleğinin icracıları... Ahlaki değerlerden en yoksun olduğu düşünülenlerin, en düşmüş olanların dahi bir değerler sistemi vardır. Mazeretlerinden, hatalarından, günahlarından arındıklarında özlerinde hiçbiri, erkeğin ’hayallerinin kıvrımlı metası’ndan ibaret olmak istemez!
SAPIKLIĞA KADINCA TECRİT
Ahmet Altan’a karşı “Kadınca tecriti” imin gerekçesini teferruatıyla yazmama gerek olmadığını, artık hepinizim malumu olduğunu düşünüyorum.
Yine de yaşam gailesi, küresel kriz kâbusu ve bayram telaşesi içinde geçen hafta gazete okuma imkanı bulamayanlar da olabilir diye kısa bir özet vermek gerekirse;
Biz geçenlerde, Ankara büromuzdan Selda Öztürk Kay’ın haberi sayesinde Ahmet Altan’ın kitaplarına konu ettiği aykırı-yasak ilişkileri nasıl bir bilinçaltı ile yazdığını hatırladık... “Taraf” olma iddiasının, toplumun hatta insanlığın değerlerinden ne kadar keskin çizgilerle ayrıldığına ikna olduk.
Altan röportajında şunları
söylüyordu:
- Sado-mazohist eğilimler bana çok aykırı gelmiyor...
- Tabular kalkmalı. Bir erkek kardeşle kız kardeşin, bir anne ile oğulun, bir baba ile kızın... Birbirini bu kadar çok seven insanların sevişmeye ulaşmamalarında bir yanlışlık olabilir...
- Sekste sınıra inanmıyorum.
- Eğer insan istiyorsa hayvanlarla da seks doğal...
- Adam eşcinselse bu onun seçimi. Demek ki bundan zevk alıyor. Bu hastalık değil, doğallık.
- Kadında fahişelik eğilimi olması gerektiğine inanıyorum...
- Yaşlı kadınlardan hoşlanırım...
- Günde 8 - 10 kişiyi öldürmek isteyebilirim. Böyle bir vahşet var insanların içinde. Benim de vahşete bir yakınlığım var. Cinayet çekici benim için.
- Silahı tercih ederdim. Zehir işin dehşetine pek uygun düşmüyor.
Bu yaklaşımlar Taraf’ın kadınlarının, hadi dişi olduklarını bir kenara bırakalım sadece temsil ettikleri misyonlar ışığında bile kabul edilemez gözüküyor.
Elif Çakır ve Cihan Aktaş gibi muhafazakarlar için “günah”.
Funda Özgür gibi romantikler için “sapıkça”.
Sezin Öney gibi hümanistler için “vahşi”.
Dr. Sivilay için “hastalıklı”.
Ayşe Hür gibi tarihçiler için fazlaca “yozlaşmanın tekerrürü”.
...
Altan’ın hayata bakışı yani sınır tanımazlığı, eşcinselliği kabulü de içeren meşrebi Taraf’ta Yasemin Çongar kadar Murat Belge’yi, Amberin Zaman kadar Etyen Mahçupyan’ı da risk alanı haline getiriyor ya... Konumuz bu değil.
Beni asıl ilgilendiren yukarıda saydığım isimlerin ’kadın’olarak ne hissettikleri.
DAHA NE DEMESİ GEREKİYOR?
Sevan Nişanyan’ın ’dışkı kavanozu’nu kadınlık onuruna fırlatılmış kabul eden bu ilke abidelerinin kadını bir ’seks shop ürünü’ne indirgeyen anlayışı sessiz sedasız kabulleri karşısında şaşkınım. Şaşkınlıktan öte dehşet içerisindeyim.
Bizim yazarken dahi ar ettiğimiz cümlelerle tariflenen sapkın hayatın parçası olmak bir kadın için sindirilebilir midir gerçekten?
Hangi ’özgür kız’maskesi bu mide bulantısına ilaç olur?
’Ahmet Altan’ın gündüz fantezileri’nin içinde çalışan kadın olmak neler hissettiriyor merak ediyorum. Bu merakımı giderecek birkaç satır yazarlar umuduyla, Taraf’ın ’sınırları aşmış’kadınlarına bazı sorular sormak istiyorum: (Yasemin Çongar hariç! O’nun kadına atfedilen kutsallığı yoz bulabilecek Amerika görmüşlüğünü çekesim yok.)
Mesela insanların vatanları uğruna ölmesini idrak etmekte zorlanan “Doğarken tesadüfen bir parçası olduğumuz toprakları neden bir ’başkasının’ toprağından daha fazla sevmeli, o vatan toprağı söz konusu olunca gerisi ” teferruat “ demeliyiz? O toprak için ölmeli, öldürmeli ve illa da ” kanla “ sulamalıyız?” diye soran hümanist Sezin Öney ’cinayeti çekici bulan’Altan’la aynı sayfaları paylaşmaktan memnun mu?
Taraf’ın iki tesettürlü yazarı Elif Çakır ve Cihan Aktaş, başlarındaki örtüyle kendilerini sakınabildiklerinden eminler mi?
Ahmet Altan’la karşı karşıya geldiklerinde, yasakları yıkmaktan yana olan bu şahsın örtüleriyle gizlediklerinin peşine düşmediğinden emin olabiliyorlar mı? Kendilerini bütün örtüleri indirilmiş, gizlerine erilmiş, çırılçıplak hissetmiyorlar mı hiç?
Başlarını bağlayarak dışavurdukları inançlarını bunca sapıklık karşısında nasıl içlerine hapsediyorlar? Müslümanlık bu mudur? Sapıklığa hoşgörü, sapkınlıkla ortak yaşam mıdır sizin İslamınız?
Gazetenin “vicdan” lı ablası Leyla İpekçi, yıllarca muhafazakar kesime hitap eden bir gazetede yazdıktan ve “Varlıkların yaratılış hikmetini insanda aradıktan” sonra Altan’ın yaradılışı tersyüz etmiş hali için ne diyor?
Pakize Barışta ve Ümit İzmen “yaşlı kadınlardan hoşlanan” Altan’ın etrafında dolanırken, mesela Altan’ın yazı masasına doğru yürürken kendilerini ’sunak masasına ilerleyen kurbanlıklar’ gibi görmüyorlar mı?
’Diyarbakır’ın bağrından çıkmış’ Suzan Samancı, töre cinayetlerinin göbeğinde, namus diye amcalara peşkeş çekilen kızlardan biri olma ihtimaline tanış biri olarak ’baba-kız cinsel ilişkisi’nin sevginin doruğu sayıldığı zihniyete neden savaş açmıyor? Yoksa ’dağ kanunları’diye bildik bir öykü mü Altan’ın anlattıkları. ’Mağaraların dili olsa’ mı diyor Samancı? “Soykırım” kelimesinin etinden, sütünden en duygu sömürücü satırlarla beslenen amberin Zaman için Araf’ta kalacak kadar göreceli, belirsiz bir mesele mi edepsiz olmak ya da olmamak?
Taraf’ın Kürşat Başar’ı, arka sayfa romantiği Funda Özgür için bu vahşilik, masasının üzerine duygu olarak mı, salya olarak mı yağıyor? Herkesin içinde potansiyel bir eşcinsel olduğunu yazarak, hayranlarını yıkan Funda, Altan’ın ilk müridi mi yoksa? Yoksa Taraf bir gazete olmaktan çıkıp, sapkın bir tarikatlaşmaya doğru mu gidiyor? Ve kadınları kendilerini şeyhlerine adayan, tam teslim cariyeler mi?
ALTAN’IN YÜZÜNE BAKABİLİYORLAR MI?
Ayşe Hür, kendinden bu derece vazgeçen bir cariyeden haberdar mı tarihte?
Hepsi bir yana, adlarından bile önce sahip oldukları kimlikle; kadınlıklarıyla sahiden ne hissediyor Taraf yazarları?
Her kadında fahişelik eğilimi olması gerektiğini söyleyen Altan’ın yüzüne baktıklarında ne hissediyorlar? Yüzüne bakabiliyorlar mı ya da?
Bir hayvanla cinsel ilişkiye girmeyi doğal karşılayan bir adama baktıkça mideleri bulanmıyor mu?
Ensesti savunan, annesine, kardeşine göz dikebilme potansiyeli olan birinin karşısında kendilerini güvende hissediyorlar mı? Onunla aynı havayı soluduklarında ne teneffüs ediyorlar? Oksijen mi gerçekten? Aklından geçenleri bile bile, onun karşısında yürürken kendilerini teşhirci gibi hissetmiyorlar mı?
Kendilerini davetkâr bulabileceğinden çekinip, ellerini kollarını koyacak yer bulamadıkları olmuyor mu?
Mesela herhangi birinin içinden Altan’a öfkeyle sormak geçmedi mi, ’sen kime fahişe diyorsun’ diyerek?
Bu kadınlar anne değil mi?
Oğullarının bir gün kapılarına dayanıp ahlaksız bir teklif yapmasına yol veren Altan’la aynı ortamı paylaşmaya nasıl tahammül ediyorlar?
Tiksinmeden konuşabiliyorlar mı? Ne konuşuyorlar?
Bu kadınlar eş değil mi? Sevgili değil mi? Altan’ın başı açık kadınları ’anonim’ sayan Mevlüt Özcan’dan eksiği mi var, fazlası mı?
Daha ne olması gerekiyor?
Bir kadının utanması, bir kadının sıkılması, bir kadının kendini tehdit altında hissetmesi, bir kadının taciz edildiğini düşünmesi, bir kadının onuruna tecavüz edildiğine inanması, hakarete uğradığını fark etmesi, bir kadının ardına bakmadan çekip gitmesi, kalemini kırıp masasından kalkması, köşesini insan olmanın erdemleri hatırlanıncaya kadar kapatması için daha ne demesi gerekiyor Altan’ın?
Her fırsatta ’etik’ten dem vuran Taraf kadınlarının ’ahlak’ tanımı ne?
Taraf kadınlarının sınırları ne?
Veya şöyle sorayım:
Taraf kadınlarının kırmızı çizgisi
var mı?
Mahremleri var mı?
Hani ’18’inde deli taylara benzemez miydi kızlarımız? Geçit vermez yüce dağ gibi heybetli, şahin bakışlarında mertlik, yufka değil miydi yürekleri? Toprak kadar vefalı, güneş gibi sadık, kardelen çiçekleri kadar sabırlı, iffetli ve edepli değil miydi kadınlarımız?’
İşte bu türden bir duyarlılıkları...
Geçit vermedikleri yüce dağlarını ’yol geçen hanı’ yaptırmaya ikna mı edildiler?
“Olmaz” ları yok mu?
Değerleri, ölçüleri?
Neşe Düzel bu Pazartesi sayfasını Yayın Yönetmeni ve yazar arkadaşlarına ayırsa, bu soruları benim adıma sorsa biz de kimin meşrebi ne kadar geniş öğrensek ne güzel olur değil mi?
Taraf’ın kadınları zoru başarıyor!
Bu takdire şayan mı?
Hiç değil!
Gazetelerinin “Toplumsal Onarım Mühendisi Dr. Sivilay Abla” nın konumlarına ilişkin bir teşhisi var mı bilmiyorum... Ama Yeniçağ’ın haberi üzerine gelen bir okur yorumu Ahmet Altan ve Taraf’ın kadınları gerçeğini tek cümlede özetliyor:
“İnsan bozulmadan bozamaz...”
+++++
MİNİ YORUM
Hepten aykırı gidersin be Ahmet!
Ahmet Altan “Kim korkar herkesten?” başlığıyla yazmış son yazısını. Mir Dengir Fırat’ın ortağının açıklamasını yayınlayarak yaptıkları kahramanlık(!) üzerinden ince ince gönderiyor: Herkes ne der diye düşünen normal insanlardan değilmiş. Herkesin bir parçası olan hiç kimse olamazmış. Aykırı kahramana bak be! Herkes ne diyecek diye düşünenler pek bir şey yapamazlarmış? İyi de sana kriterin “herkes ne der” kaygısı olsun diyen yok ki! Kriterin insanı insan yapan değerler, erdemler olsun yeter!
* Selcan TAŞÇI
+++++
GÜNÜN SÖZÜ
Yabancı bankaların battığı kriz için bizim yetkililer “Önlem aldık” diyor. Önlem olarak ne yapıldı?
Ulusal bankaların bir kısmı yabancı bankalara satıldı, satılmayanlara da yabancı bankalardan ortak bulundu...
Bankamız yok ki, batacak diye korkumuz olsun... Önlem bu!
* Gülhan ELMAS