Tam sayfa 'manda'

Taraf önce “ordu”ya saldırdı, Şimdi “devlet”e saldırıyor
Tam sayfa ‘manda’

‘Yanlış Cumhuriyet’ kitabının yazarı Sevan Nişanyan, “1918’de reform hükümeti kurulup, 20 yıl Amerikan mandasına girilseydi modern ve sağlam bir devlet oluşurdu” tezini dillendirdi

“Ankara’nın Doğusundaki Türkiye” adlı kitabıyla bölgede yaşayan Kürtlere devlet otoritesini sorgulatan, güven boşluğu yaratan Sevan Nişanyan geçtiğimiz yıldan bu yana “Yanlış Cumhuriyet” kitabıyla da Atatürk, Milli Mücadele ve Cumhuriyet değerleriyle ilgili bilgi kirliliğine yol açıyor.
Düzel ile söyleşisinde Cumhuriyet’i “diktatörlük” olarak değerlendiren Nişanyan, Osmanlı’nın son döneminde “Batı’nın sadece kurumları değil, kültürel davranışları da benimsendi. 1920-50 arasında Batılılaşma duraklatıldı” diyerek, Cumhuriyet Türkiyesi’nin “Batıcı” olmayan “10. yıl ruhu” nu eleştiriyor.

Millileşme dönemi
Nişanyan’ın yeterince Batılı bulmadığı bu dönemde, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan Misak-ı İktisadi kararı, Milli Türk Ticaret Birliği Kongresi ve Teşvik-i Sanayi Kanunu ile yerli sermayenin yatırımları desteklendi. Kabotaj Kanunu ile Türk sularında ve limanlarında (bugünün aksine) egemen hale geldik, Demiryolları Genel Müdürlüğü kurularak, ülkenin her yanı demir ağlarla örüldü ve ulaşım devletçilik ilkesine uygun ve milli hale getirildi. Yerli kumaştan elbise giyilmesine dair kanun kabul edildi. “Üç beyaz: Un, şeker, pamuk” - “Üç siyah: Kömür, petrol, demir” politikası ile endüstrileşmede “milli üretim” yaygınlaştırıldı.

Katedralleşme hevesi
Nişanyan’ın “güzel evler, banka binaları, saat kuleleri yapıldı” dediği 19. yüzyılın 2. yarısı da, Türk Mimari’sindeki “Batılılaşma dönemi”dir ve bu alanda Ermeni ailelerinin etkisi büyüktür. Bu övgüde Nişanyan’ın babasının da mimar olmasının etkisi olduğu su götürmez. Çünkü Anadolu Mimarisi başyapıtlarını Nişanyan’ın bahsettiği yıllarda değil, Dünya Kültür Mirası listesindeki Divriği gibi eserlerin verildiği Selçuklu Dönemi ile Süleymaniye, Selimiye gibi Sinan şaheserleriyle anılan 16. yy. sonu ve 17. yy. başlarında vermiştir. Nişanyan’ın övdüğü dönem yapılarında katedralleşme hevesi dikkat çeker.

Mir Dengir’le aynı ağız
Mir Dengir Fırat’ın New York Times’e verdiği demeçteki cümlelerin nerdeyse aynıyla “Harf İnkılabı”nı yerden yere vuran Nişanyan Atatürk’ün “Türkiye’nin geçmişiyle bağlarını koparmayı” amaçladığını söylemiştir. Oysa aynı Atatürk, Millet Mektepleri ile cehaletle savaşmış, Topkapı Sarayı’nı, bugünkü iktidar sahiplerinin Dolmabahçe’ye yaptığı gibi bir talan politikası gütmeden müze olarak ziyarete açmış, Türkiyat Kongrelerini desteklemiş, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını kurmuş, eski yazılı kitapları yeni harflere çevirmek için Dil Encümeni bünyesinde komisyonlar oluşturmuştur.

Osmanlı daha laik
Hilafeti bünyesinde bulunduran imparatorluğun teokratik olmadığını, Cumhuriyet’in de laik olmadığını, kadınların baskı gördüğünü öne sürerken, rejimin ilan edilmediği tarihten örnekler vererek konuyu çarpıtan Nişanyan, “İslamiyette Ahlak ve Kadınlarda Tesettür” adlı broşüründe irtica propagandası yaptığı gerekçesiyle Hafız İbrahim Efendi’nin İstiklal Mahkemesi’nce hapse mahkûm edildidiğini, Cumhuriyet’in akabinde Kadınlar Birliği’nin kurulduğunu, Medeni Kanun’u, Kadınlar’a verilen seçme ve seçilme hakkını, tekke ve zaviyelerin kapatıldığını unutmuşa benziyor.

Amerikan mandacısı
Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadeleyi yok sayan, Sevr’in ülkeyi bölmeyeceğini savunan Nişanyan, 1918’de Amerika, ingiltere ve Fransa’nın sağlam bir devlet istediğini öne sürüp, ‘mandayı’ savunuyor. Nişanyan’a göre 20 yıl Amerikan mandasında kalıp, modern bir devlet kurulabilirdi. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapılan bu söyleşiye karşı, Atatürk’ün “hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir” ifadesiyle son noktayı koyuyoruz.

Taraf’tan Neşe Düzel’in bu haftaki söyleşi konuğu, yazı hayatının büyük bölümü, Türk devletinin resmi tezlerini çürütmeyi amaçlayan yayınlardan oluşan Sevan Nişanyan’dı.

Değirmenin suyu nereden?
Serdar Akinan, Ahmet Altan’a “Milleti kandırabilirsin ama bizi kandıramazsın, finansörünü açıkla” diye seslendi
Ahmet Altan dün Taraf gazetesi’nde bir yazı kaleme aldı ve askerin Taraf’ın arkasındaki “gizli finansör” ü açıklaması çağrısı yaptı.
Mesleğe kısa pantolonluyken Milliyet’in satış servisinde başlayan biriyim.
50 bin tirajın altında, hiç de ucuz olmayan bir bordro ile, doğru düzgün reklam almadan ve 40 kuruşa gazete çıkarmak çok çok iyimser bir tahminle ayda en az 500 bin dolar net zarar yazmak demektir.
Taraf, Alkım Yayınları tarafından çıkartılan bir gazete.
Özgür ve bağımsız yayın yaptığını söylüyor.
Ahmet Altan milleti ve etrafındakileri kandırabilir ama meslekten biri olarak şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim bizim mahalleyi kandıramaz.
Taraf’ın ekonomik olarak özgür ve bağımsız olması mümkün değildir.
Alkım Yayınları matbaası gece vakti gizli gizli para basmıyorsa... Bu gemi yürümez.
Milyonlarca doları, özellikle bugünün Türkiye’sinde, özgür bağımsız medya için verecek babayiğit biz bulamadık.
Taraf, silahlı kuvvetler ve yüksek yargıyı hedef alan ve yıpratan yayınlar yapıyor.
Kağıdı kalemi alıyorum elime hesaplıyorum işin içinden çıkamıyorum. Ben de haklı olarak soruyorum.
Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Bunu açıklaması gereken bir orgeneral midir yoksa gazetenin genel yayın yönetmeni mi?
l Serdar Akinan/Akşam


E. A. Radikal okuyor mu?
Nur Çintay A., Hırvatistan Teknik Direktörü Slaven Bilic’ten kendisini alamamasının nedenlerini yazmış:
“68 doğumlu yani hâlâ ucundan genç sayılabilir. Hukuk mezunu yani pratikte öyle olmasa da adalet duygusuna, hiç değilse bilgisine sahip olabileceğini düşündürüyor. Gitar çalıyor, hafiften rock yıldızı, en azından bir müzisyen tadı var... Afili adam. Yakışıklı, cool, karizmatik gibi tapon sıfatlara başvurmadan nasıl demeli, gülünce insan onunla gülmek istiyor ve kederlendiğinde avutmak... Güzel bir adam. Düzgün. Temiz. Beyaz.”
Emre Aköz, karısının “güzel Bilic’le gülmek ve O’nu avutmak” istediğini okuyunca ne yapmıştır?


Nihayet
hatırladılar

Futbolun eğlenceli havasına öyle bir kapıldık ki hayatımızı karartan bir dolu sorunumuzu unutuverdik. Türbanla başlayan Ankara savaşlarını, AKP’nin kapatılması davasını, Erdoğan’ın siyasi hayatının sona erip ermeyeceğini, AKP’nin başına kimin geçebileceğiini unuttuk. Ekonomik krizin büyümesi, hükümetin seçim ekonomisi uygulaması durumunda başımıza gelecekleri kafamızdan attık. Avrupa Birliği’nin bazı yetkilileri de “AKP kapatılmasın” gibisinden laflar etmiş, onlar da önemli değil. Neyse ki futbol var; hayatımızı karartan, yüreğimizi daraltan, beynimizi bulandıran bütün sorunları düşünmeyi erteledik. İyi ki futbol var; keyfimiz biraz yerine geliyor, sayesinde gerçek dünyayı unutabiliyoruz.
l Okay Gönensin/Vatan


Çok yoruluyoruz, çok!
Çalışma Bakanı Faruk Çelik, ‘mecliste uzun saatler çalışan milletvekillerinin iç dizayndan rahatsız olduğunu’ söylemiş. ‘Pembe parlak koltuklar, beyaz mermer ve aşırı ışıklandırma gözü ve beyni yoruyor’muş. Milletvekilleri grupta liderleri ne buyurursa ona göre ellerini indirip kaldırdığı için beyinlerinin yorulması memleketin kaderini etkilemeyecektir. Devletin bütün nimetlerinden faydalanan vekillerimizin göz zevkini bozuyor diye de, milletin cebinden kaç milyon YTL harcayacaklar merakla bekliyorum.
Bu arada, Sayın Çelik, bu bilgi 3-4 yaş çocukları içindir, cüretimi affedin ama Meclis’in koltukları “pembe” değil efendim, “turuncu”!


SALİH’E SORUN
BU ELEŞTİRİ CAİZ MİDİR?

-Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisine gelip “Şu karikatür hakkında dava açalım mı?” diye soran avukatlarına, “Salih Memecan’a sorun... O ne diyorsa öyle yapın” diyormuş... Peki acaba aleyhte yazılar için de böyle bir mekanizma işliyor mu? Eğer işliyorsa “düzyazının Salih Memecan”ı kim acaba? Hey! Fehmi Abi, bir bildiğin var mı? l Ahmet Hakan/Hürriyet

Nazlı bu dönem AKP’de “kriz yönetimi” dersi vermeye heves etmiş...
Akıl hocası
Belediye’ye ait tesislerin hiç değilse birinde, içki yasağı kalksın.
AB’nin de istediği gibi, zorunlu din dersleri müfredattan çıkarılsın, “seçmeli din dersi” konulsun.
Kadın milletvekillerine kota verilsin
DTP’li Ahmet Türk ile Tayyip Erdoğan diyalog kursun.
Başbakan, Türkiye’nin aydınlarını dinleyeceği toplantılar organize etsin..
l Nazlı Ilıcak/Sabah


MİNİ YORUM
Gün olur, hesap verilir

Başbakanlık Özel Kalemi’nin 2006’da 250, 2007’de 290 milyon YTL’Lik harcamasının hesabı sorulunca, Erdoğan bildiğimiz üslubuyla kükremiş: Biz gazete patronlarına hesap vermeye mecbur değiliz!
Hiç hedef şaşırtmayın. Size bu soruyu bir gazete köşesinde bir gazeteci değil, TBMM’de bir milletvekili (Ahmet Ersin) sordu? Ve milletin paralarının nereye gittiğinin hesabını önce milletin meclisine, oraya vermiyorsanız da, bugünlerde epey hesabınızın biriktiği yargıya vermeye mecbursunuz! Bugün olmazsa yarın!
Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları