Takke düştü, kel göründü
Deprem bütün örtüleri kaldırdı. Kurgulanmış suratların boyası döküldü. Milletimizin ne kadar bozulduğunu konuşuyorduk. Deprem rüzgârı külleri savurunca, cevherimizin akkoru göründü. Bir kere daha anladık ki, Tâhirül Mevlevî''nin bir yergi dörtlüğünde "Biz yine ol âdemiz.." dediği gibi biz yine o milletiz. Namık Kemal''in, düşüş yıllarımızdaki haykırışında dediği gibi, "Fıtrat değişir sanma! Bu kan, yine o kandır!".
Milletin alnının akıyla verdiği bir imtihandan geçiyoruz. Demek ki iyilik galiptir. İnsanlar bunu gördüler. Bir başka gerçeği daha gördüler: Yönetenlerimiz, imtihanı geçemediler. Üstelik eski alışkanlıklarıyla koydukları yanlış sorulara yanlış cevaplar verdiler. Meselenin bu tarafını ayrıca önemsiyorum. Yıllar yılı, ana yolda ters yöne giden bir arabadan bahsediyorduk. Arabaya şoför diye koyduğumuz kişi, "Hayır! Hepiniz, herkes yanlış yönde! Bir ben doğru gidiyorum!" diyordu. Ters yöne gidişi zincirleme kazalara sebep oldu. Trafik birbirine girdi. Kim öle, kim kala mahşerine düştük.
Zelzele bu yıkımın net fotoğrafını verdi. Deprem içinde görülen ve gösterilen davranışlar, bu tersliği bize apaçık gösterdi. Abarttığımı sanmıyorum. Ayrıca, kişiler abartsa da bunun kimseye bir zararı dokunmayabilir. Asıl problem, şoförün hayale sığmaz iddiasını-kurgusunu gerçek sanmasıdır. Olana bitene rağmen üzerinde yeterince durulmayan bir husustu. Son zamanlarda çok kullandığım tabirle dehşettir. Büyük depremin devlet hayatında olduğunu fark etmemektir. Son siyasi depremde de, buna benzer bir masa terketme eylemi gördük.
Düşünmeyi hatırlamazsak…
Merkez Bankamız, Kaptanın "Faiz sebep, enflasyon sonuç" hükmüne, yele kılıç sallayarak deprem günlerinde de uydu. Bilenlere göre, -en iyimser tabirle söylersek- Don Kişot tavrını bir daha gösterdi: Ekonomiyle, reel politikle alay eder gibi, dünyayı tersine döndüreceğim der gibi, yine hiçbir manası kalmayan faizi indirme oyununa girdi. Gerçek faiz, %35''lerdeyken gösterge faizi 8.5 ilan edildi. İktisattan ve paradan anlamayan benim gibilerin bile başları avuçlarında kaldı. Dünya çapında ekonomistleri olan ülke, bu duruma düşürüldü. Utancından kızaranlar, deprem aynasında bile bu tersliğe mana vermekte zorlandılar. Dünyadan, hayattan anlamaz, devlet fikrinden habersiz, ekonomi dışı bu harekete yanlış demek hatayı sıradanlaştırır. Adını bilenler koysun!
Yüzün varsa…
Yüzü tutup da bölgeye gidebilen iktidar mensuplarına halkın neler dediğini duyduk. Yönetenleri uyaran ve yanlışlardan dönülmesi için yalvaran insanlar vardı. Ters gidiyorsunuz, felakete yol açtığınız yeter, bari bu işten vazgeçin de cenazelerimizi alalım. Bari yaşayanlarımız, çocuklarımız kurtulsun derdine düşen acılı insanlar, derdi sadece kendisi olan o tekçileri gördü. Bir daha kahroldu. Bu görüntülerden çıkardığım sonuç, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu''nun 1988''de bana verdiği mülakatta söylediği "Benim milletim yanlışta ittifak etmez" sözüdür. Ters giden şoförler tutabilir. Ona aldanabilir. Bu aldanma uzun da sürebilir. Fakat benim milletimin, yanlışını göreceği bir an gelir ve gerekeni yapar. Şu şahıs bu şahıs, o parti bu parti, şu cemaat bu camia anlayışlarından bağımsız olarak, gelen tepkilerin yaygınlığından ve şiddetinden çıkardığım sevgili mana budur. Külleri dağılan o Türk karakterinin ana özelliklerinden birinin şahlanmaya başladığını gördüm.
Yeşilay rakı satarsa…
Depremde yanlış kurgulardan bazılarının üzerinde durmak isterim. Biri devlet kurumlarının verdiği reaksiyondur. AFAD''ın ben koordine edeceğim derken, muhalif gördüğü isim ve resimlere karşı yürüttüğü akıl almaz durdurma-örtme-kapatma-yasaklama çok söylendi. Hükûmet ve bürokrasi acemilikle beraber ölçüye sığmaz işlere girişti. Birlik şuurunu dinamitleyen bir tavrın türlü uygulamaları, uyanan millet karakterine tersliğin arşa çıkmış "sahibinin sesi" bağırtısıydı. Görenler gördü.
Kızılay''ın halkın parasını verdiği çadırları, yiyecekleri deprem bölgesinde satması bir başka ters gidiş örneğiydi. Bu durumun da akılla izahı imkânsızdı. Kara mizah devreye girdi. Onlarca karikatür gördüm. Hepsi de yüksek zekâ, frenk tabiriyle humor ve satir, bizim tabirimizle mizah ve yergi örneğiydi. Birisine bayıldım. Olanları duymuş bir akşamcı çizilmişti. Kafasından geçen düşünce şuydu: "Kızılay ucuz çadır satıyorsa, Yeşilay da ucuz rakı satsın!" Tersliği bu kadar güzel gösteren bir karikatürdü. Varlık sebebi içkiye karşı savaşmak olan Yeşilay''ın rakı satması ne kadar anlaşılmaz bir durumsa, varlık sebebi afette yardım olan Kızılay''ın çadır ve yiyecek satması da o kadar ters bir durum.
RTÜK denen aparat
RTÜK adıyla evlere şenlik hale gelmiş bir kurumumuz daha var. Güya kuralları var. Hepsi bir kenarda duruyor. Yeni ve kanun nizam gözetmeyen bir kural geçerli. Yani o kurumu sopa olarak kullanıyorlar. Vazifeleri, kim efendilerinin dediğine ters bir söz ve harekette bulunuyorsa kafasına o sopayı indiriyorlar. Yazılı kurallardan onu destekleyecek maddeler çıkardılar. Uysun uymasın yazıp gönderiyorlar.
Görüntülü basının kâbusu hale gelen bir RTÜK var. Başındaki zatı bir kere, kendimi zorlayarak dinledim. Utandım. Ettiği cümlelere, her cümlesindeki mantık yanlışlarına şaştım. Televizyonları bu zatın başında olduğu kuruma denetletirseniz, -emir eri olmasa bile- isterseniz dünyanın en iyi kurallarını koyun, ne yapsanız doğru bir sonuç çıkmaz. Önce o kuralları anlayacak düzgün kafalar bulacaksınız. Bu memlekette adam var. Basında iyiler çok; onları seçeceksiniz. Niçin en kötüleri öne çıkarıyoruz? Sorgulayacağımız temel yanlış budur.
"Hükûmet istifa!"
Önce Fenerbahçe, sonra Beşiktaş maçlarında "Hükûmet istifa" sesleri yükseldi. Kendiliğindendi, çok rastladığımız bir tribün refleksiydi. Öteden beri stadyumlar, yaşadıklarımızın nasıl karşılandığı hakkında meydanlardan daha iyi göstergeler verirler. Beğenilen-beğenilmeyen ne varsa tribüne çıkar. O vitrin aynasından kaçış yoktur. Takım iyi gitmiyorsa, kulüp iyi yönetilmiyorsa, "Yönetim istifa!" sesleri yükselir. Yönetim için sonun başlangıcıdır. Kuvvetli bir ihtardır. Başladıysa devam eder. Kısa zamanda düzelir ve düzeltirlerse, seyirci-taraftar ikna olursa susar. Bu ender görülür. Çünkü seyirci, düzelme ihtimali görmediği zaman bu son çareye başvurmuştur. İstifa ister.
Tribünlerde yalnız spor yoktur. Seyirci, memleket meselelerine seyirci kalmaz. Hatırlayın, PKK terörünün azdığı yıllarda, bir stadyumda başlayan İstiklâl Marşı, peş peşe bütün statlara yayıldı. O sırada tüylerimiz ürpererek dinledik. Müthiş bir tepkiydi ve mesajı netti. Sonra federasyon, daha düzenli olması için her maçta İstiklal Marşı okunmasını karara bağladı. Hâlâ devam ediyor. Doğru bir karar değildi. Seyirci bir reaksiyon verdi ve okudu. Belli bir süre devam eder ve kesilirdi. İstiklâl Marşı''nın sistematik okunacağı maçlar millî karşılaşmalardır. Her maçta okutmak değer yüklemez. Enflasyon yaratır. Birçok kutsal değerin yerinde kullanılmamasına yol açar. Bayrağımızın her yerde, her şekilde kullanılması ve Bayrak Kanunu hükümlerine uyulmaması gibi. Her ağız açışta inşallah maşallahlı cümleler kurulması gibi. Olur olmaz şeyler için "Hakkınızı helal edin" denmesi gibi. Bu vesileyle sahtecilik yaratan bu zinciri de söylemiş oluyorum. Bunu ayrıca da yazmalıyım. Konuşulmasını isterim.
Tribün her zaman galiptir
Tribünlerde her türlü protesto olur. Suç unsuru varsa gereken yapılır. Bu konuda tedbirler bellidir. Susturamazsınız. Seyirci yasağı da çare değildir. O tepki başka yerlere kayar. Stadyumlarda doğrudan parti propagandası yapılmaz. Alkışlanan, az alkışlanan durumlar olur ve hoşnutsuzluklar belirtilir. Bunlar sahici tepkilerdir. Kendiniz alkışlanırken tribün iyiyse, eleştirilirken de kendinize bakacaksınız.
Tribünler hiçbir şekilde susturulamaz. Bu son yaşadıklarımız organize işler değildir. Kimse adına yapılmıyor. Burası önemlidir. Zamanla organize hale gelebilir. Oraya kulak verecek ve tansiyonu düşürme yoluna gideceksiniz. Azar, hakaret benzin dökmektir. O ateşi böyle söndüremezsiniz. Herkes bu tartıya çıkar. Deprem, hükûmetle ilgili bardağı taşıran son damlaydı. O kadar kötü idare ederseniz, tel tel dökülürseniz, tribün, "Nereye gidiyoruz?" endişesiyle ayağa kalkar. "Bu memleket sahipsiz değildir" deme hakkını kullanır. Anlayacaksınız.
Demem o ki, tribünlere parmak sallanmaz. Seyirci takımın en büyük gücüdür. Ona rağmen bir şey yapılamaz. Dinleyecek ve itirazlarını değerlendireceksiniz. Susturmayı seçerseniz, bu mümkün değildir. Başarabilen yoktur. Tribüne, yani seçmene, yani halka yenilmeyen de yoktur.