Suriye'de vekaleti ABD'ye mi verdik?
İstanbul seçimleri sona erdi.
İstanbul'da belediye başkanlığının 25 yıl sonra el değiştirmesinin iç siyasete etkileri kuşkusuz olacaktır. Kim ne ders aldı veya alması lazım göreceğiz. Bizler de görüşlerimizi ileriki yazılarımızda yazarız. Ancak şurada hemen söyleyelim ki eğer Erdoğan yönetimi kozmetik değişimlerle iktidarını sürdürmeyi düşünüyorsa bunun böyle olamayacağını tahmin bile edilemeyecek kısa sürede göreceğiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 16 Nisan anayasasında köklü değişikler yapmadan yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ne olduğunu kendilerinin de tam bilmediği sistemi terk etmeden, kendinde yani tek bir kişide toplanan gücü dağıtmadan, TBMM'yi yeniden millet iradesinin tecelli ettiği yer haline getirmeden, hukukun üstünlüğünü ve adaletin her yönüyle uygulanmasını sağlamadan, Türkiye ve Türk milletinin milli güç unsurlarına dayanan milli politikalar geliştirmeden Türkiye'yi yönetmenin, iç ve dış politikada sonuç almanın mümkün olmadığını herkes görmelidir.
Bu yönetememe durumunun yansımalarını, hatta yakıcı sonuçlarını seçim sarmalından çıkılır çıkılmaz dış politikada da hissetmeye başlayacağız.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi İstanbul seçimlerini kazanma hırsı Cumhur İttifakı'nı akıl almaz hamlelere yöneltti. Mayıs başında teröristbaşının avukatlarıyla görüşmesiyle başlayan süreç 23 Haziran'a günler hatta saatler kala teröristbaşının İstanbul'daki HDP seçmeninin tavrını değiştirmeye yönelik açıklamalarının Cumhur İttifakı ve bunu destekleyen partilerin liderleri tarafından desteklenmesi ve övülmesine kadar geldi.
Teröristbaşının ilk mektubuyla birlikte başlayan sürecin yeni bir AÇILIM veya ÇÖZÜLME süreci olduğunu, buna yeltenilmemesi gerektiğini söyledik. Burada birbirini örten iki hedefin (İstanbul seçimleri ve Suriye'nin kuzeyi) olduğunu, böyle bir pazarlığa girişilmesinin birinci açılım sürecinden daha ağır bedelleri olacağını yazdık. Prof. Ümt ÖZDAĞ da bu süreci "al İstanbul'u ver Suriye kuzeyi" olarak tanımlamıştı.
Gelinen gün itibariyle İstanbul'da Cumhur İttifakı kaybetmiş olmasına rağmen teröristbaşının avukatlarıyla görüşmesinin temelini oluşturan İstanbul-Suriye'nin kuzeyi denkleminin işlediğini görüyoruz.
Bakın ABD'nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey hafta başından itibaren Avrupa ve Ortadoğu'da önemli ziyaret ve görüşmeler yapacak. Bu ziyaret turunda nedense Türkiye yok. Evet yerel seçim sürecinde kamuoyuna çok yansımasa da Jeffrey Türkiye'ye geldi görüşmeler yaptı. Ama yine de bu son turda ve görüşmelerde Türkiye'nin olmaması manidar.
Jeffrey 24-25 Haziran'da Fransa'da Suriye konusundaki Küçük Grup (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün) askeri ve diplomasi temsilcileriyle görüşecek. 26-28 Haziran'da bu kez Brüksel'de Küçük Grubun savunma bakanlarıyla ABD'nin yeni savunma bakanı vekilinin de bulunacağı toplantıda bir araya gelecek. AB'nin temsilcileriyle de ayrıca yine Suriye konusunu görüşecek.
Jeffrey 29 Haziran'da Ürdün'e geçecek Suriye'yi konuşacak. Oradan İsrail'e geçecek 2 Temmuz'da Herzliya Konferansına katılıp Suriye'deki durumu anlatacak. Jeffrey buradan Almanya'ya geçecek ve 3-5 Temmuz'da Berlin'de Alman yetkililer ve Suriyeli ortaklarıyla Suriye kuzeydoğusundaki durumu ve bölgeye yapılacak katkıları görüşecek.
Hatırlarsanız Almanya da Suriye'nin kuzeyindeki güvenli bölge oluşumuna destek vereceğini açıklamıştı.
Jeffrey'nin yukarıda özetlediğim görüşme trafiği Türkiye'nin Suriye'nin özellikle kuzeyindeki gelişmelerde dışarıda tutulduğunu gösteriyor. Ama Jeffrey'nin 08 Haziran'da Türk medyasına da yansıyan bir açıklamasında "ABD-Türkiye ve SDG'nin Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölge konusunda anlaştı" ifadeleri yer almıştı.
Acaba Türkiye ile ABD (ve ABD üzerinden SDG) Suriye'nin kuzeyine ilişkin bir mutabakata vardı da ABD şimdi diğer ülkelerle bu mutabakatın nasıl işletileceğini, uygulanacağını mı konuşuyor?
Öyleyse bile Türkiye'nin de bu müzakerelerde yer alması gerekmez mi?
Suriye kuzeyinde oluşacak yeni durumda Türkiye'ye hiç rol verilemeyeceği için mi Türkiye bu görüşmelerin-pazarlıkların dışında tutuluyor?
Türkiye'ye Fırat'ın doğusunda sınır hattında bir saldırı olmayacağı garantisi verilip bu görüşmelerde Türkiye'nin pozisyonunu anlatma-koruma hususunda vekalet ABD'ye mi verildi?
Suriye'nin kuzeyinde ABD-Türkiye mutabakatı olduğuna ilişkin kuvvetli işaretler varken S-400 krizini nereye koymak lazım? Son olarak önceki gün Erdoğan'ın S-400'ler Temmuz başında gelecek açıklamasına bakılırsa ABD-Türkiye tam anlaşmazlık hali devam ediyor.
ABD sonunda S-400'ün alınmasına (geciktirilecek teslimatla) razı olarak Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin dışlanmışlığının üstünü örtecek bir strateji mi hayata geçiriyor?
Bu durum yeni başlatılan açılım-çözülme süreci denkleminin ne kadar hatalı ve bedelinin ne kadar ağır olduğunu gösteriyor.
Erdoğan yönetimi hem yeni açılım-çözülme sürecini derhal ve açıkça durdurmalı hem de ABD'nin oyunu "S-400 mü, Suriye'nin kuzeyi mi" noktasına getirmesine izin vermemeli.