Sükût...
Müdâfaya tenzil olmaksızın sükût etmeli... Hüküm ilmeği sıkmamalı boğazı, bir kadife yumuşaklığı ile sarmalı.. hakikatin olduğu yerde başka hiçbir şeyin önemi yoksa eğer, hakikat hüküm ilmeği değil, o ilmeğe râzı olan sükût olmalı, adâlet olmalı hüküm ilmeğinin içindeki...
Mizânın bir kefesinde her şey olmalı.. diğer kefesinde ise yalnızca bir kalp olmalı, sükût eden, son kez atışına değin sükût edecek olan ve örsün üzerinde üzerine inen çekiçlerle incinmeyen, incinmeyecek olan seven bir kalp yalnızca.. kalpler hattâ...
Susmalı... zamanın adı sükût olmalı.. sol kulağıma kameti, sağ kulağıma ezanı bir ahraz okumuş da, ne bir ses ne de bir nefes işitmiş kulaklarım.. tanıyamamış sesi .. sesi tanımayan kulaklarım hurûfâtı bilmemiş, kelimeyi sökememiş, cümleye âgâh olamamış sanki ve lâl olmuş dilim, kelâmdan bî-behre... Sükûtum gelmiş dile.. hâlim, ahvâlim böylece tekellüm etmiş.. mükâleme gözlerimin ve gönlümün hissesine düşmüş.. muhasebe ise esbâb-ı mâlûm acının...
Pür dikkat dinlemişim tüm sesleri, kelâma dâir hakikati kelimelere.. cümlelere dönüştürmüşüm.. o kelimelerden, o cümlelerden nesirler yazmışım, beyitler düşmüşüm mürekkep damlalarıyla.. Elif’ler çekmişim, Nun’ların üzerine noktalar düşmüşüm, Sin’in çengeline asmışım kalbimi, her şeyimi.. ve bir parça bile kendime bırakmaksızın...
Kelâmın hakikat sesine nasıl kulak kabarttıysam, sükûtun da hakikat sesinin kalbi sarmaladığını görmek intizârına savurmuşum kendimi...
Ruhun gıdası değil şifâsı olması lâzım gelen sükûtun seslerine kulak kabartmışım, ehlince anlaşılmayanı anlaşılan kılması için... Sükût bunları âyân kılmalı, fâş etmeli, ifşâ etmeli, tebyîn etmeli merâmı sessizce... Gözlerde görünmeyen, kelâmdan idrâke engel olan âşikâr olmalı sükûtun derûnunda...
Sükût ve sessizlik, kelâmı değil kendini dinletmeli, kelâma karışan, kelâma sızan tüm tashihâtı hiçbir izaha gerek kalmaksızın arındırmalı, izahtan vâreste kılmalı...
Sessizliğin içinde yeşermeli kelâm.. sükûtun içinde bürünmeli hakikatin libaslarına... Sessizliğin içinde büyümeli kelâm.. sükûtun içinde kemâle ermeli... Sessizliğin içinde anlam kazanmalı kelâm.. sükûtun içinde mânâdan mürekkep olmalı... Sessizliğin içinde yükselmeli arşa kelâm.. sükûtun içinde arştan da yükseğe yani ehlinin gönlüne sığmalı... Sessizliğin içinde hakikate terfî etmeli kelâm.. sükûtun içinde mü’minini bulmalı... Sessizliğin içinde bir iman cümlesi olmalı kelâm.. sükûtun içinde ikrâra dönüşmeli... Sessizliğin içinde hasret çekilmeli ölesiye.. sükûtun içinde visâle dönüşmeli iftirak.. Sessizliğin içinde gözler kör, kulaklar sağır, dil lâl olmalı, sükûtun içinde tekellüm etmeli kalp.. sükûtun içinde yalnızca sessizce ağlaşan harfler olmalı...
Firâk etmeli kelâmdan.. iftirâk etmeli beyândan.. unutmalı harfleri, heceleri, kelimeleri, cümleleri, nesri, hakikatin olduğu yerde başka her şeyi...
Sükûtun içinde sarıp sarmalamalı cüş u hûrûşa eren kalbin seslerini...
Sükûtun içinde mahbes kılmalı kalbin her atışında zikr’olunanı...
Sükûtun içinde mahfuz edilmeli nabzın her atışında zikr’olunanı...
Sükûtun içindeki kalbin zümrüt tahtında oturmalı şah damarında kana karışan, hayat veren, can veren, sürûr veren, iftihar veren, itimat veren, huzur veren...
Değil mi ki beyânçâresiz... değil mi ki keâmınâidiyetimütereddî...
Sükût ile beklemeli yalnızca.. sükût ile beklemeli ve yalnızca bir tebessüm ile yeniden sarılmalı...
Ve belki de bütün bunları kemâliyle ancak ebedî sükût anlatabilmeli...
Ve mümkünler âlemindeki mümkün ile.. ân karîb’üz-zemân...
Gerisi mi, tûfan...