Strateji kurnazlık değildir

Türkiye, dış politikada kendine tanımlanan rolünü büyütme ve Esad’ı devirip dünya gücü olma hayalleri kurunca hem Batı ile hem de İsrail ile ters düştü. Bu durum bölgeden asker çekmek isteyen ABD yönetimini de zor durumda bıraktı! Washington okyanusun öte yakasındaki komşuları Çin ve Kuzey Kore tehdidine karşı Akdeniz’deki askeri gücünü Atlantik kıyılarına taşıyacağını açıklamışken önceliğini yeniden İsrail’in güvenliğine verdi! Fakat kriz sonuçları itibariyle bizim aleyhimize dönerken İsrail’in yüzünü güldürdü. Aynı zamanda İran’ın yıldızını parlattı.
Arap Baharı rüyaları görürken Yeni Ankara bölgede rol model olarak görünüyordu. Erdoğan hükümetinin desteklediği ve/veya cesaretlendirdiği İslami hareketler devlet yönetimindeki acemilikleri yüzünden hem kendilerini hem de ülkelerini felakete sürükledi. Aynı zamanda Türkiye’nin de saygınlığını sıfırladı. Bölge halklarında “Türkiye’ye güvenirsek sonuçları ağır olur” endişesi ve Batı kamuoyunda ise Türkiye’nin radikal dini örgütleri desteklediği algısı oluşturuldu.
ABD’nin bölgesel liderlik koltuğunu Türkiye’ye bırakmasından rahatsızlık duyan İsrail durumu lehine çevirerek Obama’ya “İsrail’in güvenliği 1. Önceliğimiz” dedirtti. Suriye, Mısır hatta Filistin’de ciddi siyasi kriz ve iç savaşlar yaşanırken İsrail tarihi boyunca bölgedeki en güçlü konumuna yükseldi. İlginçtir ki siyasi krize rağmen Türkiye ile ihracat ve yatırımlarını katlamayı da başardı. İsrail’in ekmeğine yağ süren bugünkü durumun bir süper güç veya Tel-Aviv tarafından mı planlandığı yoksa Müslüman hükümetlerin başarısızlıkları yüzünden mi yaşandığı ciddi bir tartışma konusudur. Ancak her iki tez de gelişmelerin Müslümanlar aleyhine döndüğü gerçeğini değiştirmemektedir.
Uluslararası ilişkilerde “düşmanımın düşmanı dosttur” sözü geçerlidir. Coğrafyamız bunun örnekleriyle doludur. Örneğin birbirine ezeli düşman iki ülke İran ve İsrail’in ortak düşmanı Türkiye’dir. Türkiye’nin aleyhine olan her şey bu iki ülkenin lehinedir. Suriye ile ilişkilerimizin bozulması Suriye’yi İran’a yakınlaştırırken aynı zamanda bu ülkenin resmi düşmanı İsrail’e rahat nefes aldırmaktadır.
Yine İsrail’in sınır komşusu Müslüman ülkelerde nüfus ağırlığı Sünni’dir. Sünnilerin birlikte hareketinin önlenmesi için farklı mezheplerin ön plana çıkması Siyonizm’in lehinedir. Aynı şekilde Avrupa devletlerinin tarihi düşmanı ve bugün de potansiyel tehdit gördüğü Türkiye’nin doğusundaki İran Batı açısından “düşmanın düşmanı” pozisyonundadır. Bu bağlamda ekonomik alana girmemesi kaydıyla Afganistan’dan Irak ve Suriye’ye uzanan hilal ekseninde Sünni dünyanın ortadan bölünmesi, Hristiyan ve Yahudi kiliselerinin uzun vadeli çıkarlarına ters değildir!
Eğer dünyadaki sorunları dinler savaşı bağlamında ele alıyorsanız; çoğunluğu Sünni olan İslam aleminde yüzde 10’luk bir Şii azınlığın güçlenmesi İslam’ı Avrupa’da görmek istemeyenlerin çıkarlarına uygundur. Nitekim Şiilik siyasi karakteri ve geleneği itibariyle gayrimüslimlerin yaşadığı dünyaya yayılmayı değil, Sünni coğrafyada etkinliğini artırmanın peşindedir!
Bugün Türkiye bölgedeki ağırlığını yitirirken bölünme korkusu yaşamaktadır. İç ve dış politikada hareket alanı daralırken Putin’in Avrupa’ya uzanan doğal gaz boru hattını (Türk Akımı) Türkiye’den geçirmek istemesi Erdoğan’a nefes aldırmıştır. Ancak Moskova, Ankara’nın kendi güvenlik hassasiyetlerine uymasını bekleyecektir! Bu durumda Çeçenistan, Ermenistan ve Ukrayna (Kırım) politikalarında tavizler gündeme gelebilir!
Fransa’daki son karikatür saldırısı da göstermektedir ki Türkiye’nin içine düştüğü açmazdan kurtulabilmesi için dini söylemli ve nefret vurgulu politikasını değiştirmesi gerekmektedir. Aslında Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’e Kahire’de laiklik önermesi bu gerçeklikten kaynaklanmaktaydı. İçeride ve dışarıda gerginlik politikası kısa vadede zaman kazandırabilir fakat bir süre sonra ilişkiler tamamen kopabilir. ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üssü olan Türkiye’den vazgeçemeyeceği argümanı her zaman kurtarıcı olmayabilir!
“Süper güçlere ihale dağıtarak ağızlarını kapatırız, önce içerideki düşmanı halledelim” kurnazlığı bir yere kadar iş görebilir. Her esen rüzgâra göre yön değiştirmek strateji değildir. Sağduyu ve uzun vadeli hazırlık gerekir. Üstelik içeirde yükselen basınç patlarsa bu kez Gezi’deki gibi kontrollü bir alanda kalmaz. Aksine halkı ve mürettebatı yıldırılmış devlet gemisi sonunda ilk güçlü fırtınada alabora olur veya hiç ummadığı bir kayaya oturabilir!

Yazarın Diğer Yazıları