Sözün bittiği yerdeyiz (25 Mayıs 2009)
Demokratik rejimlerde, temellerine yönelik saldırılara karşı devlet kendi varlığını korumak ve yaşatmak için hiç mi bir şey yapamaz? Bölücülük cezalandırılmazsa meşrulaşmış sayılmaz mı?
Gerek demokratikleşme adı altında atılan adımların ve gerekse AB’ye girmek için yapılan yasal sınırlamaların, ülkede bölücü faaliyetleri iyice azdırdığı, bölücü güçlerle mücadelede devletin elini zaafa uğrattığı artık iyice su yüzüne çıkmıştır. Bu yüzden Türkiye, bugün yasa dışı örgütlerin cirit attığı sahipsiz bir ülke konumuna düşmüştür.
Ülkede ‘etnik bölücülük’ adeta meşru ve siyasi bir zemin kazanmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşu üzerinden 86 yıl geçtikten sonra, Türkiye’nin iki kurucu ulusa göre yeniden yapılanması, devletin çift kimlikli olması, Kürtlerin demokratik ve siyasal haklarının anayasal güvence altına alınması, yerel yönetimlere otonom verilmesi, eyalet sistemine benzer bir yapılanmaya gidilmesi, özerklik verilmesi, Kürtçenin öğretim dili olması gibi taleplerin yükseldiği görülmektedir. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli platformlarda devlete rağmen devletin birliği, bütünlüğü ve sınırları üzerine açıkça pazarlıklar yapılmaktadır.
Yine Türk -Kürt ayrışması yaratarak ülkeyi bir iç savaşa çekmek için bölge halkı, sorumsuzca devlete karşı kin ve isyana teşvik ediliyor.
Medya ayağında ise, gayri milli tezlerin ısrarlı savunucusu pozisyonunda olan ‘hikmeti kendinden menkul’ kimi yazar ve aydın, kamuoyuna pompaladıkları yalan yanlış fikirlerle vatandaşların zihinlerini karıştırma çabasındadır. Bunların bütün dertleri ise, bölücü talepleri, devlete ‘siyasi çözüm’ diye sunmaya çalışarak Ankara’nın bu konuda kımıldamasını sağlamaktır.
Buna göre Türkiye, tam bir kuşatma altında denirse abartı olmaz. Bunlar bir ülke için iç açıcı durumlar değildir.
Devlet niçin var? Devlet, ülkeye yapılan tecavüz ve saldırıları önlemek için gerekli tedbirleri almakla yükümlü değil midir?
Demokratik ülkelerde, devleti ve milleti bölmeye ve devlet içinde devlet yaratmaya teşebbüs etmenin hiçbir müeyyidesi yok mudur? Demokratik ülkeler, devletin temellerine yönelik saldırılara karşı kendi varlığını korumak ve yaşatmak için hiç mi bir şey yapamazlar? Öyle kale arkasından maç izler gibi oturup beklerler mi?
Mecelle’de meşhur söz vardır, âlem bilir: “Mani zail olursa memnu avdet eder.”
Ceza görmeyen her itaatsizlik sonunda meşru olur.
Bütün bu aykırılıklardan sonra şimdi de medyada, hükümetin de bu ihanet şebekesiyle medya üzerinden pazarlığa geçeceği yolunda söylemler dolaşmaya başlamıştır. Bazı köşe yazarlarına göre, ‘akil kişilerin önderliğinde “Kürt Sorunu” nu yani, “Etnik ayrışmayı” çözmenin tam zamanıymış. Tarihi bir fırsat ele geçmiş, bu fırsat kaçırılmamalıymış. Bu konuda yeni ‘açılımlar’ yapılması gerekiyormuş. Tavizin adı günümüzde her nasılsa ‘açılım’ oldu çıktı.
DTP’li Orhan Doğan, yıllar zaten önce bu kehanette bulunmuştu: “Gün gelecek hükümet, PKK ile görüşme yapacak...” demişti.
Akıl, doğruyu doğru, yanlışı yanlış görme yeteneğidir. Aklın, izanın ve vicdanın gösterdiği yol bu yol değildir.
Hiçbir devlet, ister demokratik, ister antidemokratik olsun hiçbir ad altında terörle uzlaşmak için pazarlığa oturmaz.
Yaşanan bunca acı hadiselerden sonra, bir de bu aykırı söylemlerin hız kesmeden devam etmesi, kamu vicdanını büsbütün kanatıyor. Bu, millete işkence etmektir.
“Zalimleri affetmek, mazluma zulümdür.”
Allah aşkına, söyleyin! Birden ne oldu, bir yerlerden bir haber mi, bir emir mi geldi? Yağmurlar yağdı, yarıklar kapandı mı?
Terörün yaktığı ocaklar, akıttığı kanlar ve yok ettiği canlar ne olacak? Yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?
Toplumsal akıl ve sağduyu bu duruma ne der? İsyan etmez mi?
“Zorbalık sonuç verir, kanun dışı kaba kuvvet bu yola başvuranlara fayda sağlarsa, artık kanun içi çalışma usullerini itibarlı kılmak imkânı kalmaz.” diyenler haksız mı?
Söz sözü açar, göz gözü açar; ama biz galiba sözün bittiği yerdeyiz.
Bu bakımdan Golde Meir’in 1969 yılında söylediği bir sözü ödünç alarak konuyu bağlamak istiyorum:
“Biz hayatta kalmak istiyoruz. Komşularımız ise ölmemizi istiyorlar. Bu durumda nasıl anlaşabiliriz ki?”
Fahri Yakar / İstanbul
+++
Bir Kez Daha... ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’
‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ sözü ülkemin dağlarından silinecekse, binlerce Mehmetçiğimiz ‘ne’ için canlarını verdiler?
Önce dağlardan silinir, sonra kitaplardan ve en sonunda beyinlerden silinir!
Görünen o ki, uykumuz çok ağır ve derin. Ama düşman suyu uyutmuş bir köşede bekliyor. Uyan artık, ey milletim!
“Şimdi ağlasın analarım
Ağlasın şimdi babalarım
Toprağı öksüz kaldı canlarımın...”
Dil hususu ayrı bir yara. Mahalli bir dilin devlet eliyle bu denli resmileştirilmesi apaçık bir ihlal değil midir?
Anayasamızın 3. maddesi öylesine mi duruyor orada? Türkiye Cumhuriyeti’nin Resmi Dili Türkçe değil mi?
Adamın biri milletvekili olduğunda bildiği yabancı dil olarak Türkçeyi yazabiliyorsa, bu sorunun cevabı ‘evet’ mi yoksa?
Bu kadar kolay mı yıkmak duvarlarımızı!
Ortada bir sorun var ise, bu bazı kesimlerce son zamanlarda iyice şirinleştirilen hainlik, nankörlük ve şımarıklık sorunudur yalnızca!
Bir hiç uğruna mu şehit oldunuz siz, ey canlarım?
Yıllarca uğruna savaştığımız değerler yavaş yavaş göğümüzden koparılıyor, ey milletim!
Uyan artık uykundan!
Uyan! Ve de ki;
İnadına, Bir kez daha, Ne Mutlu Türk’üm Diyene!
İlkay İlhan / Van
+++
Diyalog mekanizması neden gizli?
Hasan Cemal’in Milliyet’teki köşesinde yer alan “Önce fiili ateşkes, sonra gizli diyalog!” başlıklı yazısında anlayamadığım bir cümle var.
“...o kadar güç olduğunu sanmıyorum. İki tarafta da irade varsa, silahlar susar ve ‘fiili ateşkes’in başladığı süreçte ‘diyalog mekanizması’ gizli olarak devreye sokulur.”
Ülkemizin kanayan bir yarası olan PKK / Kürt / Güneydoğu meselesinde çözüm arayışları devam ediyor. Bunlardan birisi PKK’nın silah bırakması. Fakat bu çözüm arayışlarında neden çareler gizli diyaloglarla yapılır veye yapılması önerilir?
Gizli diyalogdan kasıt nedir? Bu gizliliğin içinde kimler vardır?
Özden Yolagiden
+++
Herkes yargılanabilir
Gelişmiş bir ülkede şeffaf yargı, şeffaf işleyiş olmalı. Sonuçta Cumhurbaşkanı da bir yurttaş. Yargı herkesi kapsamalı.
İskender Yıldız / Gaziantep
+++
Şahsın değil makamın kıymeti
Hiçbir kimse Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamına şahsi varlığı ile bir kıymet kazandırmış değildir. Bilakis Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamı manevi varlığı ile o şahısa kıymetler ilave etmiştir.
H. Nurgül Erdat
+++
Altan ‘dindar’dan ne anlıyor?
Taraf gazetesinde, Ahmet Altan bir yazı yazdı. Dindarların bu ülkenin geleceğine şekil vereceğine inandığını ama bazen hiç anlayamadığını söyledi. Meğer anlayamadığı konu, TBMM Başkanı’nın, DTP’li Milletvekillerinin kendi rızalarıyla mahkemeye iffade vermeye gelmedikleri zaman, polis marifetiyle gelmelerinin sağlanabileceği konusunda demeciymiş. 28 Şubat’ta dindarlar mahkemelere çağrılmış, şimdi aynı şey DTP’lilere reva görülüyormuş.
Öncelikle anlaşalım. Ahmet Altan’a sormak gerek. “Dindar” sözcüğünden ne anlıyor diye...
Ahmet Altan’ın dindar sandığı kitle sadece ve sadece yandaş medya ve malum cemaatlerden mi ibarettir ?
Örneğin, Yeniçağ okuyan ama dinini yaşamaya çalışan nice insanlar var. Bunlar Ahmet Altan’a göre “Dindar” değil midir ? Ahmet Altan’a nacizane tavsiyemiz, dindar kavramının hiç bir zümrenin tekelinde olmadığını anlamalıdır.
Altan’a şunu da sormak lazım:
DTP’lilerin suç işleme ve yasaları çiğneme özgürlüğü mü var acaba ?
Yoksa, DTP’lilerin mahkemeye çağrılıp, ifadelerinin alınmasında ne sakınca var ?
Siz bir taraftan, ülkeyi bölmeye çalışan ve binlerce can almış terör örgütü PKK’nın yan kolu gibi duracaksınız, öte yandan o bölmeye çalıştığınız ülkenin parlementosunda milletvekili olacaksınız. Ve milletvekili olmanın ayrıcalıklarından yararlanacksınız. Yok öyle yağma. Ben televizyonlarda DTP’lilerin katıldığı onca televizyon programı izledim. Ama hiç bir DTP’li daha henüz PKK’nin bir terör örgütü olduğunu söylemedi.
Bu arada, Bugün gazetesinde Ahmet Taşgetiren, Türkan Saylan’ın ardından yazdığı yazıda “Türkiye laliktir, laik kalacak !” sözünün anti-din özellik taşıdığını söyleyebiliyor. Yani, laiklik din dışılık mı demek istiyor bilinmez. Ahmet Taşgetiren’e sormak lazım. Bu ülkede, insanlar namazını kılamıyor mu? Oruçlarını tutamıyor mu? Bu ülkenin semalarında ezanlar okunamıyor mu?
Niye laiklik din dışı olsun?
Ayrıca merak ediyorum doğrusu. Bu ülkede dini ve dindarları kim temsil ediyor ? Din ve dindar sözcüklerinden kasıt, yandaş medyanın insanları hedef göstermesi, attığı manşetlerle, yaptığı hayali haberlerle bilgi kirliliği yaratması mıdır Allah aşkına ? Türkan Saylan’ı kaybettik. Kendini dindar sayan kimi çevrelerde öyle düzeysiz şeyler yazıldı ki. Bu mu sizce dindarlık?
Dindarlık, kayıtsız-koşulsuz iktidara biat mı etmektir ?
Kim kiminle ittifak içinde ? Bir öğrenebilsek ya !...
Yenal Kıran / Bolu
+++
Emrullah Uslu açıklasın...
Polis komiseri Emrullah Uslu ile Polis Akademisinde öğretim üyesi olan Doç Dr. Önder Aytaç hakkında TCK’nin 301. maddesinden Soruşturma açılıyor!
Devletin bazı kurumları hele emniyet gibi hassas bir kurumda böylesi olayların olması doğrusu insanımızı endişeye sevk ediyor !...
Bir insan burslu eğitim için gittiği ABD’de yıllarca ‘Okyanusu aşamıyor’ diye sağlık raporu alarak kalıyorsa, meslekten ihraç edilmediğine göre maaş da alması muhtemel olduğunu var sayarsak, öte yandan TARAF gibi misyonu TSK’yi yıpratmak olan bir gazete de köşe yazarı olarak yazılar yazıyorsa şüpheler çatallanır! Baş komiser Uslu hakkında ki sorulara cevap bulacak detaylı bir açıklama yapılmalıdır... Bir polis nasıl başkaldırı örneği yolu açar? Yapılmak istenen bu mudur?
M.Salih Özbey
+++
Midas’ın kulaklarını transfer eden böcek
Midas’ın kulakları eşşek kulakları!
Küçüldü, küçüldü, küçük bir böcek oldu.
Yorgan altına kadar girdi. En korumalı kapıları dinledi.
Gizli sırları döktü meydana. Sonsuza kadar iktidar kalma uğruna.
Dinledi, dinletti, kirletti.
Tarihimi, ezelimi, evvelimi...
Turan Kırılmazoğlu / Emekli Öğretmen
+++
Kurtuluş savaşımızı
kaç kişi ile kazandık?
Ne önemi var kaç kişi olduğumuzun?
Ne önemi var mitingi kimin verdiğinin veya vermediğinin?
Bir avuç ta olabilirdik, kimilerine göre 30 bin, kimilerine göre 150 bin, kimilerine göre 500 bin de... Kurtuluş savaşını milyonların mı kazandığını sanıyoruz?
Nihal Tabak
+++
Bazı sorular
cevapsız kaldı
Danıştay Cinayetiyle Ergenekon bağlantısı nasıl kuruldu?
Davanın bilinmeyenleri neler?
Danıştayı kim adres gösterdi?
Bu kanlı tezgahın perde arkasında neler var?
Sanık gizli tanık olur mu?
Bu sorulara cevap verecek yazar arıyorum...
Bahadır Yıldırım
+++
MİNİ YORUM
Her gün yeniden öldürüyorlar
Münevver Karabulut’un öldürülmesinden sonra basının kamunun ‘bekçi köpekliği’ne soyunması, genç kızın ailesi ve yakınları açısından bir yere kadar memnuniyet verici olabilir. Ama sayısız benzer olayın yaşandığı ülkemizdeki bu ‘seçici duyarlılık’ basının olayı değil, olaya dahil ‘isimler’i gündemde tutma çabası olduğu konusunda kuşku yaratıyor. Hadi cinayet zanlısının takibi konusundaki takibi tamam, ama genç kızın olay anında yaşadıklarının tekrar tekrar ve bütün detaylarıyla yayımlanması normal koşullarda yakınları ve sevenleri için incitici değil midir?