Son fantezileri de bu

Kocasının CIA’cı Mason olduğu iddia edilince deliye dönen Çongar ile sapıklıktan Taraf Altan, böl-parçala-yönet metodunu milliyetçiler üstünde denemeye kalkışınca, Yeniçağ’ı hedef gösterip MHP’yi tehdit ettiler
Cıldırdılar. Gözleri döndü. “Demokrasi” maskesiyle gizlenemeyecek kadar taştı kinleri. Kalemlerinin ayarı kaçtı. Pompaladıkları nefretin doz aşımı insanları nereye sürükleyecek farkında bile değiller. Ya da biz hala onların da “insan” olduklarını varsaydığımız için öyle sanıyoruz. Halbuki... “Bu kan hepinizi boğar” manşetini, “faşizan bir davetiye” olarak çarpıtabilecek kadar vicdan yoksunu olabildiklerine göre, “insan” diyebilmek zor onlara! Onlar daha çok, herhangi bir görevi yerine getirmek üzere, önceden programlanmış, üretim esnasında, sadece o beceriyle donatılmış robotlara benziyorlar. Bu nedenle de, mekanik hafızalarına yüklenen verilere ters, yapay algılamalara karşı bir tür sinyal bozucu; “jammer” vazifesi gören herhangi biri, herhangi bir kurum, herhangi bir durumla karşılaştıkları anda tepetaklak oluyorlar. Freni boşalmış kamyona dönüyorlar... Yasemin Çongar’ın kontrolü kaybettiği çok belli olan aşağıdaki satırlarının başka bir izahı olabilir mi?
“Devlet Bahçeli’nin dengesi bozuldu.
(...) O rakipler ki, Bahçeli’nin hafta sonundaki izansız yazılı açıklamasını fırsat bilip, çıkardıkları kağıt tomarının kapağını bir faşizan şiddet davetiyesine dönüştürmekte beis görmediler. O rakipler ki, Bahçeli’nin de gayet iyi bildiği gibi, kendisini tasfiye etmek için ülkenin en karanlık örgütü eliyle az hazırlık yapmamışlardı. (...)Ergenekoncuların ellerindeki bütün iletişim olanaklarını Bahçeli’yi kötülemek ve sokağı kıpırdandırmak için kullandıklarını bizim kadar Bahçeli de biliyor. (...)Bahçeli, milliyetçi gençlerin karanlık bir planın uygulamasını kolaylaştırmak için kanlı bir kavgaya itildikleri o kirli geçmişe özlem duyarcasına konuştuğu müddetçe, ona bu ”faşizan birikimi“ daha çok hatırlatırlar. Ve bence, bu yersiz özlemin bedelini herkes gibi Bahçeli de öder.”

‘Kağıt tomarı’ dedi ama...
Madem bir “tomar kağıt”... O zaman buruşturup atsaydın ya! Neden atamadın? Neden bunu bile kendin yapamadın da, Ümraniye savcılarına “buruşturup atın” mesajı veriyorsun? “Kirli iş”ler tarzın değil mi? Sen daha ziyade, hedef gösterip başkalarının ellerini kirletmeyi mi tercih edersin? Öyle olunca temiz bir geçmiş mi biriktirmiş sayılıyorsun? Bu kadar oyun içinde oyunu kimden öğrendin?
Benimki de soru işte; pardon adı, CIA’dan ayrı anılmayan Chris enişte! Şanına ayıp oldu!
Çongar’ı çileden çıkaran o “kağıt tomarı” nın kapak yaptığı “faşizan davetiye“de ne yazıyordu: ”Sadece MHP’li oldukları için katledildiler. Liberal faşistler, hiçbir zaman onların hakkını savunmadı”
Tayyip Erdoğan, bir Başbakan olarak, sayısı, 29 Mart 2009 seçimlerinde sandığa gidenlerin 6.5 milyonunu bulan, MHP’ye oy vermiş “vatandaş”ının iradesine “sivil faşistler” diye hakaret edebilir... Ahmet Altan “milliyetçi-ülkücü irade”yi, canları sıkıldıkça adam öldüren psikopat sürüsüymüşçesine infaza kalkışabilir... Bütün bunlar “dengeli” Çongar’a göre...
Ama, o türlü iftiraya uğrayan siyasi partinin Genel Başkanı, kendisini veya temsil ettiği fikri, insanları, binlerce şehidi korumaya kalkışırsa “dengesi bozuldu” olur! Yeniçağ, “Eski defterleri açıyorsanız, sayfa atlamadan okuyacaksınız” dediği zaman, “belki Silivri’ye hava değişimine gönderirler” ümidiyle, Ümraniye savcılarına hedef gösterilmeyi hak eder!
Gerçi kocana sorsan o da söyler ama sen yine de o manşete bir kere daha bak Yasemin Çongar! Kim faşist? Babası MHP ilçe başkanı olduğu için, yani yasal bir partide, yasal bir statüde, yasal bir mücadele verdiği için, hani diyorsun ya Sanem Altan’a verdiğin röportajda; “kocam siyasi kavga yapan biridir”, hıh işte, tam da öyle yaptığı için, Gaziosmanpaşa’da evinin salonunda kurşuna dizilen 16 yaşındaki Nilgün Altınok mu katil-faşist? Yoksa hemen karşısında otururken kurşunlanan annesi mi? Adana’da kaldıkları yatakhanede uyurken kafalarına kurşun sıkılan 6 öğretmen m? İstanbul Üniversitesi’nin avlusunda kurşunlanan Yusuf İmamoğlu mu katil-faşist?
Eğer öyleyse, hayatta olduğunu gördükleri halde, okulun etrafına barikat kurup ambulansın girmesine izin vermeyenler, yerde can çekişmesini izleyenler ne peki? Kurban mı?
Yeniçağ bugüne kadar tek bir şey söyledi: 12 Eylül’den önce öldürülen beş binden fazla insanın gerçek katilleri bulunsun. Onların ellerine o silahları verenler bulunsun. Onları sokaklara dökenler, idam edenler, işkenceden geçirenlerden hesap sorulsun.
Yeniçağ söyleyebiliyor da, Yeniçağ, ölenlerin hepsi bu ülkenin evladıydı diyebiliyor da, “bütün katiller”in cezasını çekmesini isteyebiliyor da, her şeyi büyük bir cesaretle(!) yazıp çizen, o fedakar, o cefakar Taraf bunu niye söyleyemiyor? Neden üç binden fazla “ülkücünün de” katledilmiş olduğu gerçeğinin üstünü örtmeye çalışıyor? Katiller aileden mi yoksa? Yoksa azmettirenlerle kan bağı mı var?
Taraf istese de istemese de, Yeniçağ, hem gazeteciliğin gereği olarak, hem de bu ülkede yaşanan hiçbir acının teğet geçmediği, hiçbir karanlık gücün gölgesine sığınmayan, hiçbir faili meçhul kaynakla kurulmayan bir kurum olarak; gerçeğin karartılmasına müsaade etmeyecek. Çongar gibilerin, körle yatan şaşı kalkar misali, vakıf oldukları sindirme yöntemleri sökmez bize! Konumlarını, veremeyecekleri cevaplara borçlu olanlar düşünsün.

Pornocu Nostradamus
Gelelim pornocu yazar Ahmet Altan’a.. Daha ilk cümle: “Bir parti tam oylarını arttırırken, ana muhalefet olma ihtimalini yakalamışken neden eski günlerdeki gibi ”derin devletin“ uzantısı bir şiddet örgütü haline gelmeye başlar?”
İşte Jasmine Mason’ların, Ahmet Altan’ların “milliyetçiler”e çizdiği sınır bu: En fazla “ana muhalefet” olabilirsiniz!
Nostradamus musun sen? “İktidar olma ihtimali”nin belirmediğini nerden biliyorsun?
Devşirme zihniyeti böyledir ama... Yüzyıllarca nasıl “eşek Türk” diye sırtına semer vurmaya, üzerinden geçinmeye kalkıştılarsa, “etrak-ı bi idrak” diye aşağıladılarsa, bugün de Türklüğü ile problemi olmayanlara reva gördükleri aynısıdır. Bu ülkede milliyetçiler bırakın devleti yönetmeyi, geçmişte nasıl sarayın kapısından içeri sokulmadılarsa, bugün de bürokrasiden, üniversiteden, kışladan içeri sokulamazlar. Sistem milliyetçisi olmayacaklarını sezdirdikleri anda başlar tasfiye çanları çalmaya!
Çünkü oralar Jasmine’nin kocasıyla aynı mayadan olma “bizim çocuklar”ın darbesinden beri sistemli biçimde dönüştürülmektedir.
Geçmişte nasıl bu ülkeyi yönetenlerin en mahremleri bile devşirme haremağalarına emanet edildiyse, bugün de bu ülkenin namusundan, onurundan, bekasından sorumlu bütün makamlar aynı dönme-devşirme zihniyete rezervedir. Bu ülkede milliyetçiler işçi olur, çiftçi olur, en alt kademede memur olur, işsiz olur, küçük esnaf olur.. Ama başbakan olamaz mesela; en fazla “ana muhalefet”tir onlara biçilen makam!
Ha bir de çok güzel “ölür” bu ülkede milliyetçiler. Kimse hesabını sormaz nasılsa katillerinden. Beşiktaş Meydanı’nda toplanıp “herkes için adalet istiyoruz” derler de, o üç binden fazla ülkücüden birinin bile ailesini almazlar yanlarına!
Ve elbette “katil” olur bu ülkede milliyetçi dediğin. İstemese de olur. Olmasa da olur. Bir sendika başkanı vurulur. Vuran yakalanır. Resmi-gayrı resmi bütün beyanlar şahsi bir kavgadan dolayı olduğunu doğrular. Zanlı “ben yaptım” diye itiraf eder. Vurulan kişi “o yaptı” diye onaylar. Ama “milliyetçilerin karanlık tezgahı”nı aydınlatmaya and içip durur birileri meydanlarda, birileri manşetlerde, birileri köşelerde...

Onların her şeye hakkı var
Ahmet Altan: “Derin devlet, elindeki son kart olarak MHP’yi görüp onu mu sokağa sürecek?” der ama biz kalkıp bu soruları niye binlerce genci sokağa sürmüşlüğü olan babasına sormadığını öğrenmek istesek; bir sonraki yazımızı demir parmaklıkların arkasından yazmak zorunda bile kalabiliriz. Çünkü, görünmez kalkanları yoktur milliyetçilerin. “Suçlarına rağmen” en saygın olanlar kadar “şanslı” olmamışlardır hiç.
Altan “Tehditlerinden MHP’nin kanlı bir bela çıkarmaya hazırlandığı anlaşılıyor. Geçmişi düşündüğümüzde bunu yapabileceklerini biliyoruz” deme hakkına sahiptir. Ama hiçbir milliyetçi onlar için, “tehditlerinden kanlı bir bela çıkarmaya hazırlandığı anlaşılıyor. O ve cinayet örtbas etmek dahil her türlü provokasyona imza atmış kankalarının geçmişlerini düşündüğümüzde bunu yapabileceklerini biliyoruz” diyemez. Derse de, o Gaziosmanpaşa’daki ailenin başına gelenlerin başına gelmeyeceğinin garantisini veremez hiç kimse.
Maazallah Ahmet Altan adamın kalemini kırmayagörsün bir kere. Dünkü gibi yazıverir: “Bahçeli’ye sesleniyorum. Hadi gönder adamlarını. Biz iyi bir avız. İstediğiniz yerde bizi vurdurabilir, istediğiniz yerde üstümüze adamlarınızı salabilirsiniz. Biz bunu göze almışız. Sizin gibi adamların tehdidinden korkmaktansa ölüm evladır bize. Peki siz, bizim başımıza bir şeyler geldikten sonra yaşayacaklarınıza hazır mısınız? Parti başkanlığınızın ya da başkan yardımcılığının sizi kurtarabileceği mi sanıyorsunuz, keyfinizce cinayete, saldırıya azmettirip paçayı sıyırabileceğinize mi inanıyorsunuz? Yanıldığınızı o demir parmaklıkların ardına girdiğinizde anlarsınız. Şunu unutmayın, bundan sonra siyasete kan bulaştıran, Türkiye’ye kanlı tuzak kuran herkes,o kanın hesabını öder, o tuzağa düşer. ”
Hayır madem ölümü göze aldın, madem “kahraman abi” olmaya özendin, ne diye ortalığı yangın yerine çeviriyorsun “vuracak mısınız, kıracak mısınız” diye be adam?
Sonra seni tehdit eden mi var? “Hesabını öderler” demiş Semih Yalçın. Hani siz, dinlenenlere diyordunuz ya, “suç içerikli konuşmadıysan ne korkuyorsun” diye. Sizin de ödenecek bir hesabınız yoksa, ne bu vaveyla? Ne bu kuyruğuna basılmış kedi gibi ciyaklamalar?
Bize hergün binlerce tehdit gibi tehdit geliyor. Ağlama duvarı yapıyor muyuz sayfalarımızı? Başımıza gelenlerden, ipliğini pazara çıkardığımız Amerikan gladiosu ile refikaları sorumludur diye hedef gösteriyor muyuz? Satır aralarına “saldır Co” mesajları sıkıştırıyormuyuz ucuz ucuz? Hangi kağıt tomarının, hangi davanın sanığı yapılması gerektiğine hükmediyor muyuz?
Bugünden sonra, her türlü ideolojik maskeli çatışmanın müsebbibinin, sırf kendinizi haklı çıkarmak için, bizzat siz olmadığını nereden bileceğiz? Yapmadığınız iş mi? (bkz. Kuseyri olayı) bu kadar bedelsizken milliyetçi öldürmek, sabah evden çıktığımızda bedenimizin kurşun yağmuruna dönmeyeceğinin, arabamızın altında bir bombanın patlatılmayacağının, yazılarınızın bu yönde teşvik kredisi değerinde olmadığının garantisini nasıl vereceksiniz?

Ya tutarsa hesabı
11 Eylül’den sonra, CIA’nın akıl yoluyla önlem geliştiremediği “iç” ve “dış” tehditleri bertaraf için, “sapıkça ve ürkütücü” senaryolar üreten kızıl hücrede görevli olduğu söylenen Chris eniştenin biyografisini alıntılamamız, Ahmet Altan’ın sapıkça eğilimlerini hatırlatmamız da germiştir mutlaka; ama Jasmine-Ahmet ikilisini asıl çileden çıkaran yukarıda az buçuk dokunmaya çalıştığımız gerçeklerdi galiba.
Hiçbir freni boşalmış kamyon sonsuza dek, her önüne çıkanı ezip geçemez. İlla toslayacakları bir ağaç çıkar günün birinde önlerine. Sanırım Jasmine Mason ve Ahmet Altan dün o ağacı gördüler kendi hayatlarının ufkunda. Ve öyle paniğe kapıldılar ki, en “denenmiş” ve “sonuç alınmış” yönteme başvurdular: İftirayla, hakaretle, tehditle sindirmeyle böl-parçala-yönet. Ya tutarsa... Ama tutmaz!
Çünkü milliyetçi olduğunu iddia eden hiçbir kurum, milliyetçiliği lince kalkışan bir devşirmenin aklına uyup, milletinin menfaatlerine ’rağmen’ konumlandırmaz kendini!
Ama siz ne bileceksiniz ki...

* * *

Sivilleşirken ‘öteki üniformalıları’ unutmayalım!
Dink cinayeti ile ilgili davanın 12. duruşmasında, Trabzon Emniyeti’nden istenen bazı bilgilerin gönderilmediği ortaya çıktı.
Söz konusu bilgi, bir dönem “polis muhbiri” olarak çalıştığı bilinen sanık Erhan Tuncel ile görevli polis memurları arasındaki telefon görüşmelerini içeriyor. Trabzon Emniyeti’nin belgeyi göndermeme gerekçesi “polis memurlarının telefon bilgilerinin deşifre olmasının istihbarat zafiyeti yaratacağı” olarak açıklanıyor. Hesapta “sivilleşiyoruz” ama bir önemli siyasi cinayetle ilgili olarak sorumlu olabilecek polis memurlarının soruşturulması engelleniyor. Bu da yetmiyor, mahkemenin istediği bilgiler “İstihbarat zafiyeti yaratır” gerekçesiyle gönderilmiyor. Ama ordunun kozmik odalarına” girmek, orada arama yapmak “güvenlik zafiyeti” yaratmıyor! “Sivilleşme” dediğimiz şey, belli ki sadece “asker üniforması” ile ilgili olarak algılanıyor. Devlet kurumlarının hesap verebilirliği, millet adına egemenliği kullanan kurumlardan biri olan bağımsız yargının bu hesabı sorabilmesi sadece konu “asker” ise akla geliyor. l Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

* * *

Türkiye’de olsa yer yerinden oynar
Gürol Fıçıcı yazıyor:
“ San Diego Havaalanı’nda kontuar önünde bekliyorduk.
Kaptan pilot çıkageldi, kontuarın arkasına geçti. Mikrofonu eline aldı. Ve söze şöyle başladı: ’Business class ve first class yolcularından önce Amerika’nın gururu, kahraman ordumuzun kahraman askerlerini izninizle uçağa davet ediyorum...’
Van Havaalanı’nı göz önüne getirelim. THY kaptan pilotunun mikrofonu eline alıp, terör ve bölücülere karşı kahramanca savaşan TSK’nın asker veya gazilerini övgüyle ve gururla uçağa davet ettiğini düşünelim. Yer yerinden oynar.
Türkiye sevgisizliği ile maruf ne kadar entel varsa ortalığı yıkar. Kaptan pilot ise kendini muhtemelen Ergenekon soruşturmasının içinde bulur...” l Melih Aşık / Milliyet

* * *

MİNİ YORUM
Sahi bir mayınlı arazi vardı..

İyi ki hatırlattı Necati Doğru. Sahi ne oldu bu mayınlı araziler. Hani kendimiz temizleyecektik de, hani bölge insanına da istihdam alanları yaratılacaktı da, hani sonra oralarda üretim yapılacaktı da... Gazeteciler de yazacaktı; AKP’nin büyük başarısı diye! Bir başarsanız da yazsak artık; elimiz kaçınıyor; “güzel şeyler” yazasımız var!

Yazarın Diğer Yazıları