Sömürünün dünü ve bu günü

İnsanlık tarihinin; savaşlarla ve işgallerle din sömürüsü ve insan istismarları ile geçen karanlık sayfaları, insani değerlerin yer aldığı aydınlık sayfalarından çok daha kalındır. Savaşların, işgallerin, dominyonların ve istismarların tek hedefi vardı; Ganimet alarak ve vergi toplayarak toplumlar, krallar-imparatorları zenginleştirmek. Orta Çağ'da papa endüljanslar -cennetin tapuları-nı çıkardı ve sattı. Kiliseler devletlere faizle borç para veriyordu. Bir çok kral, imparator ve padişah dini maddi çıkar için kullandı. Hangi din olursa olsun bazıları kölelik cariyelik gibi yollarla diğer insanları sömürdü.

Günümüzde bu sömürünün şekli değişti. İşgallere gerek kalmadı. Dış ekonomik ilişkiler yoluyla daha yüksek bir sömürü düzeni kuruldu. Bu düzende cari işlemlerde açık verenler kaybediyor… yoksullaşıyor… Fazla verenler kazanıyor… Zenginleşiyor. Bu demektir ki cari açık veren ülkeler sürekli sömürü altında demektir.

Türkiye, Çin'den ortalama olarak yılda 20-22 milyar dolar ithalat yapıyor. Buna karşılık en fazla 2 milyar dolarlık ihracat yapıyor. Arada her sene 20 milyar dolar Türkiye, Çin'e karşı dış ticaret açığı veriyor. Üstelik Çin'den teknoloji ve yatırım malı ithal etmiyoruz. İthalatımız içinde plastik eşya, deri bavul, oyuncak var. Bundan güzel sömürü düzeni olur mu?

Hükümetin, Çin meselesini ayrı bir dış ticaret politikası içinde değerlendirmesi gerekir. Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde bazı mallara kota koyarak bazı ithalata vergi koyarak, Çin'le ticaretten her yıl verdiğimiz ortalama 20 milyar dolar açığı düşürmek zorundayız.

Öte yandan; bir ülke neden dış ekonomik ilişkilerde kaybeder? Tek nedeni hükümetlerin başarı veya başarısızlığıdır. Söz gelimi Türkiye, petrol ithal etmek zorundadır fakat buna karşılık turizm potansiyeli yüksektir.

Eğer biz 2003 sonrasında dış ilişkilerde aşırı liberalleşmeye gitmeseydik, sıcak para girişini ürkütmeden kontrol etmiş olsaydık kontrollü bir kur politikası uygulasaydık, kur tuzağına düşmezdik… Düşük kurdan dolayı dış rekabete dayanamayan iplik fabrikalarını kapatmazdık aynı şekilde pamuk tarlalarını iptal etmezdik ve ithalata bağımlı hale gelmeyip, cari açık vermezdik.

Cari açığı kapatan tek kapımız turizmdir. Ne var ki bu gün altın yumurtlayan tavuğu kesiyoruz.

Turizm sektöründe yatırım yapmak için;

· Çok sayıda bakanlıktan izin almak zorundasınız. Belediyelerde ve kamu kurumlarında İmar planları için yıllarca beklemek gerekiyor. Bu süreç yatırım maliyetleri artıyor.

· Belediye, sit kurulları, çevre, itfaiye arasında uyumsuzluk var. Her biri farklı proje istiyor. Aralarında yetki ve sorumluluk çatışması var. Birinin kabul ettiğini diğeri kabul etmiyor. Devleti kurumsallaştırmak ve kamu hizmetlerinde koordinasyonu sağlamak zorundayız.

· Rahmetli Özal döneminde, Türkiye'nin 70 cent'e muhtaç olmasından sonra atıl kamu arazileri turizm için tahsis edildi. Gel gör ki bu gün bu işletmeler zorda. Çünkü müteşebbisler hem yatırım yaptılar hem de yatırım yapılmış bir tesisi kiralamış gibi cari değer üstünden kira ödüyorlar. Oysaki bu yatırımlar belli bir süre sonunda üstündeki yatırımlarla devlete kalacaktır.

· Turizm işletmeleri, yeni yasalarla turizm payı ödemek zorundadır.

Yine yeni yasalarla yalnızca bakanlıkların yetki verdiği işletmelerden çevre sorumlu mühendisi, elektrik mühendisi, iş güvenliği uzmanı çalıştırmak ve arıtma analizi yaptırmak zorundadırlar.

Turizm Bakanı, sektörden gelen birisi olarak bu sorunlarla uğraşıyor ve çözüm getireceğine inanıyorum. Kaldı ki çözüm getirmek zorundadır.

Türkiye, 2003-2018 arasında geçen 15 yılda 575 milyar 521 bin dolar cari açık ve 778 milyar 064 milyon dış ticaret açığı verdi. 2019 da cari açık yok sayılır. Ancak, büyüme ile birlikte yeniden ortaya çıkıyor.

En önemli adım olarak, üretimde ithal girdi payını azaltmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları