Siyasî mertlik buralardan gitti gideli
'Kul hakkı', eğer genelin hakkından çekip alınıyorsa 'yetim hakkı'dır aynı zamanda... Kamunun hakkını özel işlerde kullanmak 'yetim hakkı' yemektir... Oysa İslâm'ın bu konuda hükmü çok açıktır: 'Yetim hakkı' yemek, dini yok saymaktır...
Her kim ki belediye çalışanlarını -üstelik mesai saatlerinde- mitinge taşıyorsa... Her kim ki belediye çalışanlarına afiş-pankart-bayrak vs. astırıyorsa... Her kim ki belediye çalışanlarına trollük yaptırıyorsa... Her biri, İslâmî anlamda alçaktır...
Her kim ki siyasî faaliyetlerinde belediyelerin araçlarını kullanıyorsa... Her kim ki seçim araçlarına devletin mazotunu veya benzinini koyuyorsa... Her kim ki taşeron firmaları önce kamu kaynaklarından fonlayıp, ardından seçim masraflarının önemli kısmını onların üzerinden yapıyorsa... Her biri, içinde yetimlerin de bulunduğu kamunun hakkını yemekte, yani dini yok saymaktadır...
İş edebiyata gelince devlet işlerinde devletin mumunu, kendi işinde kendi mumunu yakan Hz. Ömer'i pek güzel anlatanların, iş kendi siyasî ikballerine gelince kamunun imkânlarına abanması olsa olsa 'siyasî münafıklığın zirve noktası' olabilir...
Mesele A partisi B partisi değil... Bu yönteme başvuranların hepsi ama hepsi aynıdır... Kimin daha çok bu yönteme sarıldığı da kamuoyunun malûmudur...
2009 yerel seçimleri... Seçime bir hafta kala korsan afişler asılıyor bazı yerlere... Simsiyah afişler... Üzerinde 'Gökçek gidecek sol gelecek' yazıyor bu afişlerin...
Amaç çok açık... Gökçek'le Karayalçın çekişiyor, 'MHP adayı Mansur Yavaş oyları bölerse Murat Karayalçın kazanır, sol gelir' korkusu verilmek isteniyor milliyetçi-muhafazakâr seçmene...
Bu klâsik taktik, 2014 seçimlerinde de sahneye konuyor... Sözde radikal sol örgütler yapıyormuş gibi afişleme yapılıyor... Yine amaç, sağ seçmeni korkutmak...
Son seçimler için de hemen hemen aynı bölgede aynı yönteme başvuruluyor... Bazı alt geçitlere 'Yavaş yavaş devrim' yazılıyor... Bir süre sonra da 'Her Biji Mansur' yazmaya kalkıyorlar...
Buradaki amaç da HDP'yle, daha doğrusu PKK'yla ittifak yapıldığı algısına katkı sağlamak ve milliyetçi/ülkücü seçmeni aleyhte tahrik etmek... Yazan kişi, önce fotoğraf makinesine, sonra da girdiği apartmanın güvenlik kameralarına takılıyor...
Yakalanan H. E. adlı kişinin büyükşehir belediye şirketlerinden birinin genel müdür yardımcısı olduğu, ayrıca yine belediyeye ait Kahramankazan'daki TIR parkının kafesini işlettiği ortaya çıkıyor...
Siyasette amaç 'ne olursa olsun yenmek' olunca din-iman arkada kalıyor, pusuculuk, müfterilik, kalleşlik kimilerinin en büyük silahı haline geliyor!..
Bu iş, mertlerin mücadelesi değil, maskeli balo adeta... Elinde daha çok imkân ve propaganda gücü olan fırçayı yüzlere istediği gibi sürmeye kalkıyor...
Ömrü PKK ve türevlerle mücadeleyle geçenler bir anda PKK'yla ittifak yapmış gibi sunulmaya çalışılırken, daha dün PKK'yla gerçekten ve açıktan 'yeni düzen' kurmaya kalkmış olanlar şimdi seçmenleri PKK'yla korkutmaya çalışabiliyorlar...
'Bu yol yanlış, ülkenin bekası tehlikeye girer' denilen günlerde "Bunlarda Sevr paranoyası var" diye dalga geçmeye kalkanlar, şimdi 'beka beka' diyerek seçmeni etkileyebileceklerini düşünüyorlar!..
Ya da bir bakıyorsunuz, cürümleri içeride olan bir Pensilvanya yolcusunu, 'ülkücü'ye boyayıp, ülkücülerden ona 'cürüm' imal etmeye uğraşabiliyorlar!..
'Harp hiledir'i amacından sıyırıp, onu her türlü günahın, kul hakkının, vebalin ve entrikanın 'meşrulaştırıcı'sı hâline getirdiğinizde işte böyle utanç verici bir tablo ortaya çıkıyor...
'Siyasî ihtiras', dini de kullanarak her yolu 'mubah'a dönüştürdükçe bağlarımız zayıflıyor, dindarlık itibar kaybediyor, mertlik ve siyasî ahlâk dibine kadar sıyrılıyor...
Tekrar edeyim: 'Kul hakkı', eğer genelin hakkından çekip alınıyorsa 'yetim hakkı'dır aynı zamanda... Kamunun hakkını özel işlerde kullanmak 'yetim hakkı' yemektir... Oysa İslâm'ın bu konuda hükmü çok açık: 'Yetim hakkı' yemek, dini yok saymaktır...
Kısa vadeli siyasî hedefler için her şey meşru ama ülkenin orta vadede kaybedecekleri o kadar önemli değilse, bu sonuç kimin umurunda değil mi?